HABER ANALİZ
SERDAR DERVENTLİ
Geçtiğimiz Pazar günü (12 Mayıs) Berlin’de Türk-Alman ‘Stratejik Diyalog Mekanizması’ kuruldu. Her ne kadar taraflar Almanya’da yaşayan 3 milyon Türkiye kökenli ve Türkiye’de yaşayan 70 bin civarında ve her yıl Türkiye’ye turist olarak giden 5 milyon Alman vatandaşına dikkat çekerek, “yüzyıllardır devam eden dostluktan” dem vursalar da, imzalanan ‘dostluk’ değil adı üstünde ‘stratejik’ bir anlaşma.
Almanya ve Türkiye ilişkilerinde “stratejik diyalog” söylemi ilk kez gündeme gelmiyor. Öncesi bir yana son yıllarda yapılan bütün resmi görüşmelerde sürekli “stratejik diyalogtan” söz ediliyordu. Sonunda kurulan mekanizma sayesinde ‘Stratejik Diyalog’ süreci başlatıldı. Her iki ülke çıkarlarının kesiştiği noktadan hareketle, “Stratejik Diyalog’ sürecini başlatsalar da farklı hedeflerin olduğu ortada.
Alman hükümeti bu hamlesiyle, Türkiye üzerinde on yıllardır etkili olan ekonomik pozisyonunu politik olarak da güçlendirmek istiyor. Bu adım aynı zamanda, Türkiye’nin bölgede sadece ABD’nin etkisinde olmasının önüne geçmeye yönelik. Bu aşamaya nasıl gelindiğini kısaca özetlemekte fayda var:
Uzun yıllar Avrupa Birliği’ne (AB) umut bağlayan, bir dediğini iki etmeyen Türkiye bir süre önce umutlarını yitirdi ve zorunluluktan “farklı alternatifleri” olduğunu söyleyip, “bütün yollar AB’ye çıkmaz” diyerek, bölgede AB’den daha bağımsız, ‘kendi hesabına politika’ yapma çabası içine girdi. AB’nin ciddi bir bölümünün yaşanan büyük krizden çıkamaması ve AB’yi dağılmanın kıyısına getirmesi de AKP Hükümetinin böyle bir çizgi izlemesine olanak sundu, hatta AB kendi sorunlarıyla boğuşmak zorunda kaldığı için Türkiye’yi böyle bir çizgi izlemeye istemeden zorladı bile denebilir.
Tabi Türkiye de elde ettiği bu “kısmi bağımsızlığı” kendi çıkarları için, “yeni Osmanlıcılık” hayalleriyle bütünleştirerek değerlendirmeye çalışıyor. Fakat bu süreç Türkiye’nin bağımsızlaştığı değil daha fazla ABD’ye yanaştığı (İsrail’le resmi olarak da barıştığı) bir süreç oldu. Böylece Türkiye’nin ‘kendi hesabına’ politikasının sınırları da görünmüştü.
SIFIR SORUNDAN ÇOK SORUNLU DÖNEME GEÇİŞ
Türkiye’nin, ‘komşularıyla sıfır sorun politikasının’ atılan birkaç adımın (İran’la doğal gaz anlaşması ve sivil alanda nükleer kullanımı için araştırmalarına destek verilmesi, Suriye ile dostluk ve bilumum ticaret anlaşmaları) ardından kısa sürede, ABD tarafından durdurulması, yukarıda sözü edilen ‘kendi hesabına’ politikasının sınırlarını göstermişti. Benzeri bir durum Kuzey Afrika-Arap ülkelerinde başlayan ayaklanmalarda da göründü. Özellikle ticari ilişkilerinin son yıllarda oldukça geliştiği Libya’ya karşı emperyalist müdahale döneminde Türkiye’nin içine düştüğü durum, ‘kendi hesabına politika’ yapma diye bir şeyin söz konusu bile olmadığını gösterdi.
Türkiye’ye biçilen rol açıktı; Erdoğan’ın, emperyalist politikaların taşeronluğunu beylik laflarla (Davos’daki “One minute” söylemi gibi) Arap halklarına taşıması öngörülüyordu. Bu aynı zamanda emperyalistlerin, “demokratik İslam modeli” adı altında artık ayakta kalmaya hacetleri olmayan diktatörlerini yenileriyle değiştirme planlarının da bir parçasıydı.
Libya’ya karşı yapılan emperyalist müdahalede sürecinde ABD’nin desteğiyle Fransa ve İngiltere tarafından seyirci pozisyonuna düşürülen Almanya, sürece sonradan dahil olmasının verdiği sıkıntıyla da, bölgedeki bütün ülkelerle ekonomik – politik ilişkilerini yenilemeye yöneldi. Alman hükümeti, değişik olanaklarının yanı sıra özellikle bir devlet kurumu olan Uluslararası İşbirliği Kurumu(*) GIZ’in bütün olanaklarını kullanarak diğer emperyalistlerin etkilerini azaltma ve kendi etki alanını genişletme çabasına girdi.
Burada önemli aktörlerden birinin de Türkiye olduğu ortadaydı. Suriye’ye yönelik emperyalist operasyonun planlama aşamasından uygulanmasına kadar olan süreçte bir yanda ABD diğer yanda Almanya, Türkiye’yi kendi politikalarına bağlamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Her ne kadar ilk bakışta batılı emperyalistlerin bölge politikaları aynıymış gibi görünse de, bunlar temelde büyük farklılıklar içeriyor. Diğer taraftan Orta Doğu’nun yeniden düzenlenmesinde etkin olan/olacak gücün, aynı zamanda dünyanın yeniden paylaşım sürecinde önemli kozlar elde edeceği de açıktır.
TÜRKİYE’YE BİÇİLEN ROL
Batılı emperyalistler tarafından Türkiye’ye bölgede biçilen rollerin arasında AKP Hükümeti’nin de büyük bir şevkle oynadığı rol “batı ile doğu arasında köprü olma” veya bir başka deyişle “İslam dünyasına köprü olma” rolüdür. Emperyalistler AKP Hükümetinin iplerini biraz gevşeterek, “yeni Osmanlıcılık” hayallerini sürdürmesine olanak sunarken(**) Türkiye’nin bölgede en sağlam bekçileri olarak kalmasını da sağlıyorlar.
Almanya ve Türkiye arasında imzalanan ‘Stratejik Diyalog Mekanizması’nı da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Nitekim Almanya, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağıdır. İki ülke arasında ticaret hacmi(***) 2012 yılında toplam 32 milyar Euro’ya çıktığı gibi Almanya 1980’den bu yana yaptığı 8,9 milyar Dolar hacmindeki yatırımlarıyla, ülkenin en büyük yabancı yatırımcısı konumundadır. İrili ufaklı yaklaşık 5 bin civarında Alman şirketinin Türkiye’de üretim yapması da, ülkenin Almanya’ya bağımlılığı hakkındaki soru işaretlerini ortadan kaldırıyor.
İmzalanan ‘Stratejik Diyalog Mekanizması’na bakıldığında (Anlaşmanın tam metni için “www.mfa.gov.tr” sitesine bkz.) Almanya’nın önümüzdeki dönem özellikle ekonomik ağırlığını kullanarak Ankara’nın dış politikasının da şekillenmesinde belirleyici rol oynamaya soyunduğu görülüyor. Bu süreçte AB üyeliği için yeni fasılların açılması gibi konularda gündeme gelecektir.
Diğer yanda Almanya’nın bu ‘hamlesinin’ üzerinden bir hafta bile geçmeden ABD, bu hamleyi boşa çıkarmak için karşı hamle yaptı; ABD yönetimi, Erdoğan’ın Obama ile görüşmeleri çerçevesinde, Türkiye’yi, AB ile ABD arasında imzalanması beklenen serbest bölge ticaret anlaşmasının kapsamına alabileceğini açıkladı.
Obama ile Erdoğan arasında yapılan görüşmenin gündeminin, Davutoğlu ile Westerwelle ile yapılan görüşmenin gündemiyle aynı içeriğe sahip olması, batılı emperyalistlerin kendi aralarındaki bütün çelişkilere karşın Türkiye ve Orta Doğu üzerinde planlarını hayata geçirmek için yeni bir hamle yapma hazırlığı içinde olduklarını gösteriyor.
İster Almanya ister ABD ile olsun, Türkiye’nin emperyalistlerle girdiği her türlü “stratejik diyalog”, Türkiye ve bölge halklarının aleyhine bir “diyalog” olacaktır. Türkiye ve bölge halklarının çıkarı için ise Türkiye’nin öncelikle kendi iç sorununu, Kürt meselesini, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkı kapsamında demokratik ve barışçıl bir tarzda çözmesi ve bunun üzerinden komşularıyla gerçek anlamda “sıfır sorun politikası” yürütmesiyle gerçekleşecektir. Tabi bunun gerçekleşmesi, AKP’ye umut bağlayarak değil tam aksine AKP’nin emperyalistlerle sürdürdüğü işbirlikçi politikalara bir bütün olarak karşı çıkarak olacaktır.
(*) Daha önce 1 Ocak 2011 itibariyle Alman Teknik İşbirliği Kurumu (GTZ), (Alman Kalkınma Servisi (DED) ve Uluslararası Yaygın Eğitim ve Kalkınma Ltd. Şti. (InWEnt) adları altında Almanya’nın dış politikasının önemli dayanakları GTZ’nin yasal çatısı altında Uluslararası İşbirliği Kurumu (GIZ) olarak birleşti.
(**)“Today Zaman” gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, 26 Mart 2013 tarihli İngilizce yazısında; “Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransa ve İngiltere tarafından dizayn edilmiş olan suni jeo-politik gömlek artık bölgeye dar geliyor. Dünyanın siyasal ve stratejik haritasını değiştiren Soğuk Savaş’ın bitmesinin üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçtikten sonra, benzer şeylerin Ortadoğu’da da gerçekleşeceği bir sürecin eşiğinde, hatta tam ortasında bulunuyoruz” diyor ve Suriye ve Irak’ın önümüzdeki dönem parçalanacağı ve Türkiye’nin bu parçalanan kesimler arasında olacak Kürt kesimleriyle birleşebileceğini yazıyor. Yazının Türkçesi 5 Nisan 2013’de Zaman gazetesinde “Yeni Ortadoğu’ya doğru” başlığı altında yayınlandı. Bkz. www.zaman.com.tr/
(***)Türkiye 2012 yılında Almanya’dan 20,068 milyar Euro hacminde ithalat yaparken, karşılığında 11,976 milyar Euro ihracat yaptı. Böylece Almanya’ya karşı 8,092 milyar Euro ticaret açığı verildi.