Written by 12:01 HABERLER

Önce korkuya ‘Hayır’ dedik

ELİF GÖRGÜ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkenin tek karar vericisi haline getirilmesi için başlatılan anayasa referandumu süreciyle birlikte, birkaç yıl önce gösterime giren bir film birdenbire yeniden hatırlandı: NO/Hayır.

Yönetmen Pablo Larrain’in filmi, başka bir zamanda (1988), başka bir ülkenin (Şili), başka tek adamına (Pinochet) bir dönem daha verilecek başkanlık yetkisinin oylanacağı, herkesin de ‘evet’ çıkacağından emin olduğu referandum sürecinde yürütülen ‘hayır’ kampanyasını anlatıyordu.

O dönem Latin Amerika’nın en kanlı diktatörlüklerinden birini yaşayan Şili’de, sağ ve sol eğilimler içeren ama diktatörlüğe karşı olmakta birleşen siyasi partiler, ‘Hayır’ için genç reklamcılarla birlikte kolları sıvamış, bir ay boyunca devlet televizyonunda kendilerine ayrılan 15 dakikalık propaganda imkanı için, tüm baskı ve tehdide rağmen, gece gündüz çalışmıştı.

Hedef korkuya değil, korku dönemi biterse halkın nasıl da mutlu ve özgür olacağına odaklanmaktı. O kampanyanın başında ise, filmde tanınmış oyuncu Gael Garcia Bernal’in canlandırdığı, Eugenio Garcia vardı.

Garcia’yı arayıp bulduk ve 1988’in ‘Hayır’ kampanyasına dair konuştuk. Garcia, referandum öncesi ülkede sendikaların liderlik ettiği bir halk hareketliliği olmasının önemine dikkat çekti. Açık yaraları acıtan değil, yaralar kapanırsa hissedilecek duyguya odaklanan çağrıların önemini vurguladı. Türkiye referandumu için de mütevazı bir öneride bulundu: “Türkiyelileri bir araya getirecek duygu bulunmalı. ‘Hayır’ Erdoğan’a değil, onun yarattığı bölünme ve çatışma sistemine yönelik olmalı..”

SEÇİM SÜRECİ BÜYÜK BİR HALK HAREKETİ YARATTI’

Şili’de referandum öncesi politik ve sosyal atmosfer nasıldı?

Halk oylamasından hemen önce, büyük bir sosyal çalkalanma atmosferi vardı. Kitlesel yürüyüşler oluyordu, geceleri “cacerolazos” –tencereli, tavalı protestolar- eylemleri, kentin belli bölgelerinde sokaklarda lastik yakma eylemleri vardı ve diktatörlüğün sona erdirilmesi için uluslararası bir baskı mevcuttu. Rejime muhalefet açısından İşçilerin Merkezi Birliği (CUT) sendikası çok aktif bir rol oynadı. Siyasi partiler yeniden örgütlenmeye başlamış ve hedefi, bizzat diktatörün kendisinin getirdiği Anayasa programının sunulduğu halk oylamasında Pinochet’i yenilgiye uğratmak olan yeni partiler kurulmuştu.

Pinochet, halk oylamasını (referandumu) kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu ve demokratik ritüelleri garanti altına alacak şekilde seçimler için kayıt olma sürecini başlattı. Buradan, halkı seçmen olarak kayıt olmaya teşvik eden; seçimin hükümet tarafından maniple edileceğini, bunun Pinochet’in imajını temizleme operasyonu olduğunu düşünenlerin şüpheciliklerini bir kenara bırakmalarını sağlayan büyük bir halk hareketi çıktı. Bu oylamayı kazanmak için aşılan ilk barikat oldu.

O dönemde siz ne yapıyordunuz? Diktatörlük döneminden nasıl etkilenmiştiniz? Ruh haliniz nasıldı ve kampanyaya başlamaya nasıl karar verdiniz?

O dönemde başarılı bir reklam ajansının ortağı ve yaratıcı direktörüydüm. Ailem her zaman soldan yanaydı. Kız kardeşlerimden biri Devrimci Sol Hareket üyesiydi, yeraltına çekildikten sonra çocuklarıyla birlikte ülkeyi terketmek zorunda kalmıştı.

Pinochet hükümete darbe yaptığında babam ve abim işlerini kaybettiler. Ben felsefe okuyordum ve benim neslimin sosyal bilimler ve sanat okuyan birçok üniversite öğrencisi gibi ben de reklam bölümüne geçtim. Rejimin her zaman karşısındaydım fakat siyasete katılımım yoktu. Kampanyaya katıldım çünkü mesleğimi diktatörlüğün devrilmesi için kullanmanın görevim olduğunu hissettim.

Şili’nin, bunun istisna olduğu bir kıtada bulunmasına rağmen, uzun yıllar süren bir demokrasi geleneği vardı ve Şilililer olarak demokrasimizden çok gururlanırdık. Bu diktatörlük, sona ermesi gereken bir sapmaydı.

EN BÜYÜK ZORLUK KORKUYU YENMEKTİ’

Tabii ki bugün o dönemin ‘Hayır’ kampanyasının başarılı olduğunu biliyoruz, ancak o anda, yakın dönemdeki acıların bu kadar taze olduğu bir dönemde ‘mutluluk’ üzerine kurulu bir kampanya örgütlemek büyük risk değil miydi? Bunu biraz filmde de izleme şansımız oldu ama yine de kampanyanın yaşadığı zorlukları ve kilit kararları bir de siz anlatır mısınız?

Kampanyanın en büyük zorluğu ülkeye yerleştirilen korkuyu yenilgiye uğratabilmekti.

Muhaliflerin, seçim sürecinin yeni bir baskı, kayıplar, işkence ve ölüm dalgası ortaya çıkaracağından korkusu… Pinochet taraftarlarından; diktatörlük yıllarında gerçekleştirdikleri tüm şiddetin geri geleceğinden duyulan korku… Muhalifler zaten rejimin tüm korkunçluğunu hatırlıyorlardı, bunları onlar için tekrarlamaya gerek yoktu.

Bizim grubun hedefi kararsızlardı: Değişimden korkan yaşlılar ve seçim döneminin güvenilirliğinden kuşku duyan gençler.

Diğer yandan, en önemlisi seçimi kazanmak değildi, kazanılacak zaferin tanınacağı, demokratik bir hükümetin kurulabileceği ve bu hükümetin sürebileceği duygusunun hakim kılınacağı atmosferi yaratabilmekti.

Kampanyanın vaadi, diktatörlükte karakterize olan bütün o baskı, şiddet, hakimiyet, düşünsel aptallık ve bayağılığın sona erebileceği, böylece mutluluk atmosferinin ülkeye hakim olabileceğiydi.

Kitleler arasında korku hakimdi fakat, sonuçların birbirinden çok uzak olmamasına bakarsak, sadece elitlerin ya da aşırıcı sağcıların değil yoksulların, emekçilerin de önemli bir kısmı Pinochet iktidarına ikna olmuş olmalı. Bu kesimlerle nasıl iletişim kurdunuz ve ikna ettiniz?

Pinochet’in üst sınıflardan olduğu gibi alt sınıflardan da taraftarları arasında bu düzeni isteyenler vardı. Pinochet baskındı ve bu insanlar güvende hissediyordu. Eğer bizim kampanyamız rejimin şiddetini göstermeye odaklanmış olsaydı, insanların aynı şiddetle cezalandırılabileceğini ima etmiş de olacaktı ve bu düzenin taraftarlarını korkutuyordu. Şili’de bir deyiş vardır: “Tanınan şeytan, tanışılmak üzere olan şeytandan yeğdir.”

Bu mantık karşısında ‘Hayır’ı destekleyenler olarak sağduyu göstermeli, ölçülü olmalı ve yürekten konuşmalıydık, çoktan kaybetmiş bir ruhla değil.

Halka seslenmek için kullanılabilecek çok sayıda farklı kitle iletişim aracı ve sosyal medyanın varlığını düşünürsek, otoriter bir yönetime karşı bugün yürütülecek ‘hayır’ kampanyası nasıl olurdu?

Bugün sosyal medyanın varlığı nedeniyle kitle iletişimini kontrol etmek imkansız. Herkes kendi arkadaş ağını etkileme imkanına sahip ve bu kişinin vermek istediği mesajın kontrol edilmeden yayılmasına izin veriyor. Bugün en zoru, bu dağınıklıkta bir tutarlılık yakalayarak hedef birliğini gösterebilmek, ahlaki üstünlüğü gösterebilmek olurdu; sadece diktatörü eleştirmenin başarısız olacağını artık hepimiz biliyoruz.


BÜTÜN TÜRKİYELİLERİ BİR ARAYA GETİRECEK DUYGUYU BULMALISINIZ’

Türkiye’de bugünkü siyasi sürece bakarak (burada özellikle OHAL dönemindeki hak ihlalleri; kurum kapatma, işten atma, tutuklama kararları konusundaki istatistikleri aktarıyorum) anayasa referandumuna ‘Hayır’ kampanyası için önerileriniz olur muydu?

Türkiye’deki durumu, üzerine yorum yapabilecek kadar iyi bilmiyorum, ama bugünün politikalarının ikilemlerinin genellikle etik ikilemler olduğunu söyleyebilirim. Anladığım kadarıyla Erdoğan da, yükselen muhalefetin ahlakıyla çatışarak kendi iktidarına anlam kazandırıyor. Diktatörlerin besin kaynağı genellikle -gerçek ya da hayali ancak her zaman bilerek abartılmış olan- düşman korkusudur. Bu korkuyu yenmenin yolu tehdit etmek değil, kolları indirmek ve Türkiyelileri bir araya getirecek duyguyu bulmak olabilir. Yenilecek düşman; bölünmüş, çatışma halindeki, kardeşin kardeşle kavga ettiği Türkiye’dir.

Benim fikrime göre verilecek ‘Hayır’ Erdoğan’a değil, onun yarattığı bölünme ve çatışma sistemine yönelik olmalı.

Close