Written by 12:21 uncategorized

Reformasyon ve aydınlanma: Avrupa’nın dinle hesaplaşması

fransiz devrimi

Katolik kilisesinin Avrupa’daki siyasi iktidarlar ve toplumsal hayat üzerinde kurduğu baskı ve teokratik düzenin çürümüşlüğü o derece belirginleşmişti ki, bu durum din adamları arasında da giderek artan tartışma ve tepkileri de beraberinde getirdi. Öyle ki kilise, işi, para karşılığı günah affetmeye ve cennetten toprak satmaya (“Endülyans”) kadar vardırmıştı.

 

DİNDE REFORM HAREKETİ VE LUTHER

Bir yandan, ekonomik bakımdan toplumun bir yenilenme dönemine girerek kapitalizmin yeşermeye başladığı; bir yandan Papa ve krallar arasındaki iktidar mücadelesinin giderek sertleştiği bu koşullarda, Almanya’nın doğusunda genç bir din adamının başlattığı hareket, Avrupa tarihi açısından derin izler bırakacak gelişmelerin önünü açtı.

Martin Luther’in (1483-1546), Endülyans (para karşılığı günah affetme ve cennetten toprak satma) konusunda sert bir eleştiri içeren 95 maddelik manifesto yazarak bunu 1517 yılında Wittenberg’de kilise duvarına asması, ‚Reformasyon‘ hareketinin ilk kıvılcımı oldu.

Luther’in Katolik hiyerarşine yönelik eleştiri ve sorgulaması, sadece Almanya’da değil, Papalıkla sorunu olan bütün Avrupa coğrafyasında büyük yankı ve etki yarattı. Eleştirileri nedeniyle gıyabında engizisyon mahkemesinde yargılanıp afaroz edilen Luther’e Saksonya Dükü sahip çıktı ve Papa’nın sürgün talebine rağmen ona sahip çıktı.

Papalık, Luther şahsında patlak veren eleştirilerin önünü almak için epey uğraştıysa da bunda başarılı olmadığı gibi, Luther 1520 yılında doğrudan Papa ile hesaplaştığı bir bildiri yayınladı ve “Hıristiyan Kişinin Özgürlüğü Üzerine” adlı bir kitap yayınladı.

Bu tarihlerde, başta Luther’in yetiştiği Winterberg kenti olmak üzere Almanya’nın çeşitli yerlerinde Katolik kilisesinin katı ve anlamsız yasakları, Luther’in görüşlerine sempati duyan din adamaları tarafından fiilen delinmeye başlar: İncil Almanca’ya çevrilir, papazlar evlenmeye, ‘Endülyans’ satışları düşmeye başlar…

 

KÖYLÜ AYAKLANMALARI

1524 yılında ise Almanya’ya Köylü ayaklanmaları damgasını vurur. Üzerlerindeki baskıya ve ekonomik sömürüye isyan eden köylü kitlelerine, reform yanlısı din adamları da destek verirler. Ayaklanan köylülerin başında eski bir ilahiyatçı olan “köylü sosyalizminin” temsilcilerinden Thomas Münzer vardır. Büyük çatışmalar yaşanır ve 50 binden fazla köylünün öldürülmesinin ardından isyan güçlükle bastırılır. (Köylüler sadece kiliseye değil prens ve derebeyliklerin zulmü ve sömürüsüne de isyan ettikleri için Luther ve onun gibi düşünen din adamları, köylü kitlelerini sonuna kadar desteklemezler.)

Ama ne var ki, baskıların sembolü haline gelen Katolik kilisesine yönelik tepkiler ve özgürlük arayışları durmak bilmez. Luther’in başını çektiği reformcu din adamları “Protestan” olarak anılmaya ve ilk kez Nürnberg’te olmak üzere ayrı bir mezhep olarak tanınmaya başlamışlardır. Papa gibi ruhani bir başkanlık olmasına itiraz etmekte; dini inançları kişisel düzeyde yaşamayı öne çıkarmakta; dünyevi konuları düzenleyen kural ve uygulamaları reddetmektedirler.

Hıristiyanlığı, yenilenen siyasi, toplumsal şartlara uygun hale getirmek üzere başlayan ve ‘Reformasyon’ olarak anılan hareket, kısa sürede Almanya sınırlarını aşar, Avusturya, İsviçre, Fransa, Holanda, Finlandiya ve İngiltere gibi birçok ülkede yaygınlık kazanmaya başlar. Protestan kiliseleri kurulmakta, Katolik kilisesiyle olan farklar belirginleşmeye ve Papa’ya karşı tepkiler daha da artmaya başlar. Öyle ki, Luther’in son kitabının adı: “Roma’da Şeytan Tarafından Kurulmuş Papa’lığa Karşı” olur.

Siyasi ve toplumsal bakımdan Protestanlık mezhebinin resmen tanınması ise 1555 yılında Almanya’nın Ausburg kentinde, Papa ile Avrupalı krallar arasındaki iktidar paylaşımını düzenleyen ‚Ausburg Anlaşması‘ ile olur. Bu anlaşma, Papa’ya karşı süren savaşların sona erdirilmesi karşılığında, Katolik otoritesinin sınırlanmasını, Avrupa’daki krallara istediği mezhebi seçme özgürlüğünün tanınmasını; isteyen kişilerin de tercih ettikleri mezhebin hakim olduğu bölgelere yerleşme hakkını getirir.

Dünyevi otoritenin, ruhani otoritenin temsilcisi Roma’ya karşı kazandığı bu zafer, Avrupa’da yeni bir döneme kapı açarken, Almanya’da Luther’in başlattığı ve Protestanlık olarak adlandırılan yeni mezhep, Fransa’da ‘Kalvinizm’, İngiletere’de ise ‘Angelikanizm’ olarak boy gösterecektir.

Katolik kilisesi sadece prestij ve otoritesini değil, bu ülkelerdeki malı mülkünü de kaybetmiş, reformcu mezheplere ait kiliseler ve prensler, Katolik kilisesinin mal varlığına el koymuşlardır. Ayrıca kilise, eğitim-öğretim faaliyetlerinden de uzaklaştırılmaya başlanmıştır.

 

KANLI HESAPLAŞMA: ’30 YIL SAVAŞLARI‘

Ancak Katolik Kilisesi ve onun Roma’daki merkezi, yenilgiyi kolay kabullenmemiş, iktidarını korumak için baskıyı daha da arttırmaya, Protestan hareketini kanla bastırmaya çalışır. Katolik kilisesinin reform ve özgürlük karşıtı bu direnci, 1600’lü yılların başında bütün Avrupa’yı kasıp kavuran mezhep çatışmalarını ve   “30 yıl savaşları” adıyla anılan kanlı   hesaplaşma dönemini beraberinde getirmiştir.

1618-1648 yılları arasında cereyan eden ve Danimarka’dan Fransa’ya bütün Avrupa’da on binlerce insanın ölümüne neden olan savaş, ‘Westfalya Anlaşması’ ile sona ermiş; ve sadece Papa ve Katolik Kilisesi’nin nihai yenilgisini ilan etmekle kalmayıp, günümüz Avrupası’nın siyasi coğrafyasının da temellerini atmıştır.

 

SANAT, BİLİM VE FELSEFENİN ÖZGÜRLÜK İSYANI

Papalık şahsında, dinin siyasi iktidardan uzaklaştırılma süreci, elbette sadece kilise içi bir hesaplaşma ve yeni bir mezhebin doğması ile sınırlı değildi.

Kilisenin egemenliğine ve köylüler üzerindeki sömürüye dayanan feodalizme karşı, düşünce ve bilim dünyasında da büyük bir kaynama, arayış ve sıçrama dönemi yaşandı. ‚Aydınlama Çağı‘ olarak da adlandırılan 1600’lü 1700’lü yıllar, bir yandan da Avrupa’nın ekonomik altyapısında ‘sanayi devrimi’ denen dönüşüme tanıklık etti.

Descartes, Leibniz, Kant, Diderot, Montesquieu, Voltaiere vb. düşünürler, Dante, Shaekespare gibi edebiyatçılar; Leonardo da Vinci, Michelangeli gibi sanatçılar; Kopernik, Giordano Bruno, Galileo, Newton gibi bilim insanları, günümüz dünyasına kadar etki yaratacak felsefi ve bilimsel açılımlarıyla bu döneme damgasını vururlar.

Bilim ve felsefede yaşanan baş döndürücü gelişmenin merkezinde, özgürlük ve insan aklı vardır. Kilise bir yandan krallar, lordlar, düklerle siyasi iktidar mücadelesi verirken, düşünsel alanda ise bilim insanı, sanatçı ve aydınlarla kıyasıya bir savaş içindedir.

Kilisenin inanç temeline dayanan ve gerçekleri hiçe sayan dogmaları ve yasakları; ölümü ve büyük cezaları göze alan bu aydınlar ordusunun eleştiri oklarına hedef olur.

Örneğin, Rönasans döneminin büyük ressamlarından Michelangeli (1475-1564), ünlü ‚Kıyamet Günü‘ tablosunu müstehcen bulan ve düzeltmesini isteyen Papa IV. Paulus’a, “Söyleyin Papa’ya, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Ama önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin…” diye posta koyabilecektir.

Ünlü gökbilimci Galileo (1564-1642), “dünya yuvarlaktır ve güneşin etrafında dönmektedir” dediği için ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış; bir başka gökbilimci ve filozof Giordano Bruno (1548-1600), evrenin sonsuz olduğu ve dünyadan başka gezegenlerin bulunduğunu söylediği için engizisyon tarafından yakılarak öldürülmüştür…

Yani, bugünlerde IŞİD gibi İslamcı terör gruplarının kafa keserek, insanları yakarak sergilediği vahşet sahneleri, Katolik egemenliği döneminde de, “din düşmanlarına karşı doğal ve haklı cezalar” olarak sıradan vakalar arasındaydı!

Yani Avrupa, ‘Avrupa’ haline geldiyse, bu, karanlıkla boğuşarak, bedeller ödeyerek ve kör inanca karşı bilim ve gerçekliği, yasaklara karşı özgürlüğü savuna savuna mümkün oldu.

Kilisenin egemenliği ile akıl, gerçek ve özgürlük arasında yaklaşık 400 yıl süren ve ekonomik altyapısını kapitalizmin gelişimi; düşünsel-sanatsal çerçevesini de Reform-Rönasans-Aydınlanma hareketlerinin çizdiği bu büyük çatışma döneminin siyasal anlamdaki finali ise, 1789 Fransız Devrimi’yle olmuştur.

Tonguç Karahan

Close