Written by 08:18 HABERLER

Seçim sonuçlarının gösterdikleri

 almanya secim

22 Eylül’de yapılan genel seçimler Alman siyasetindeki taşları adeta yerinden oynattı. Sonuçlar önümüzdeki dönem nasıl bir muhalefet yürütülmesi gerektiği yönündeki sorulara yanıtları da içerisinde taşıyor.

 

Genel seçimlerden sonra yapılan analizlerin çoğunda, Hıristiyan demokratların elde ettiği başarıda Başbakan Angela Merkel’in payının ağır bastığına dikkat çekiliyordu. Hem seçim öncesinde hem de seçim sırasında yapılan anketlerde gerçekten de Merkel’in sempati skalası partisinden ve rakiplerinden çok daha yüksekti. Peki, Merkel’i bu denli sempatik kılan, halk arasında sevilmesine, güven kazanmasına yol açan, olduğundan farklı algılanmasına ve sonuçta güçlenmesine yol açan nedir?

Bu soruya verilebilecek bir tek yanıt yok elbette. Ancak, Merkel’in başbakanlığı sırasında toplumun değişik kesimleri içerisinde gerilim ve kamplaşmaya yol açacak politikalardan uzak kalmayı tercih ettiği görülüyor. Gerilim yerine “rahat olmayı” öne çıkaran Merkel, seçim kampanyası boyunca da her şeye rağmen bu zor dönemde Almanya’nın rahat bir süreç geçirdiğine dikkat çekiyordu ve bunun üzerine ekonomik sorunlar nedeniyle tedirgin olanlara mevcut durumun devam edeceği sözünü veriyordu.

Bu açıdan baktığında kendisi, partisi ve çıkarlarını savunduğu sermaye sınıfı adına akıllı bir taktik izlediği görülüyor. Devasa sosyal sorunlara dikkat çekmek için yapılan eleştirilerin çoğunu Merkel, “Her şeye rağmen iyi durumdayız” diyerek halkın güvenini kazanmayı başardı. Elbette, Almanya ile diğer Avrupa ülkeleri arasında çalışma yaşamı ve refah açısından bir kıyaslama yapıldığında Almanya’nın “iyi durumda” olduğu açıktır. Merkel, seçim kampanyası boyunca, halka bugünkü durumun olduğu gibi devam edeceği, daha fazla bir kötüleşmenin olmayacağı sözünü vererek, güven vermiş durumda. Asıl gücünü de yarattığı bu güvenden alıyor diyebiliriz.

ARD tarafından bu konuda yapılan bir ankette göre, halkın yüzde 84’ü Merkel’in Almanya’yı dünyada hak ettiği gibi temsil ettiğini, yüzde 60’ı ise parti politikasından çok ülkenin çıkarlarına göre hareket ettiği için Merkel’e güven duyduğunu söylüyor. Dahası sadece CDU/CSU üyeleri değil aynı zaman da SPD (yüzde 75) ve Yeşiller (yüzde 69) üyeleri de böyle düşünüyor.

Bir diğer önemli nokta ise, Merkel Hükümetleri döneminde doğrudan emekçilerin tepkisini çekecek Ajanda 2010 gibi kapsamlı ve sembolleşmiş paketlerin açılmamasıdır. Bütçe açığını kapatmak adına yapılan kısıtlamaların önemli bir bölümü sessiz sedasız ve dolaylı olarak yapıldığı için somut bir kısıtlama ve konu üzerinden Merkel’e tepkinin oluşmasının önüne geçilmiştir.

Bununla kalınmamış, örneğin SPD-Yeşiller koalisyonu tarafından hayata geçirilen üç ayda bir 10 Euro’luk muayene parası kaldırılmıştır.

Bu nedenle vatandaşın gözünde geride kalan süre içerisinde Merkel yıpranan değil, güven kazanan bir lider haline gelmiştir ve bunun sonucu da sandığa yansımıştır. Hatta, Merkel’in izlemiş olduğu bu politikalardan ötürü partinin sola kaydığı, Hıristiyan demokrattan çok sosyal demokrat bir kimliğe büründüğü eleştirileri gündeme gelmiştir. Bu açıdan SPD’nin çöküşü ile CDU/CSU’nun yükselişi arasında bir paralellikten söz edilebilir.

Ne var ki, sermayenin talepleri, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik-sosyal koşullar bu durumun daha fazla böyle gitmeyeceğini gösteriyor. Kendisini ve partisini yıpratmayacak şekilde “uyumlu” bir politika yapan CDU’nun bunu ilelebet sürdüremeyeceği açıktır.

 

FDP’NİN ÇÖKÜŞÜ

Seçim sonuçlarına bakıldığında parlamentoda temsil edilen Hıristiyan Demokratlar dışındaki partilerin tümünün oy kaybı ve krizle karşı karşıya olduğu görülecektir. Bu açıdan seçim sonuçları aynı zamanda bu partilerin yeniden “dizayn edilmesini” dayatmış durumda. Sermayenin en pervasız temsilcisi FDP’nin çöküşü bir taraftan temsil ettiği politikalara anlamlı yanıt olurken, diğer taraftan bu partinin Hıristiyan Demokratlar’ın desteğiyle ayakta kaldığını göstermiştir. 1949’dan bu sana sürekli büyük partilerin koltuk değneği olan FDP, geçen seçimlerde yüksek bir oy almış ve bundan aldığı güçle yer yer “büyük abi” durumundaki Hıristiyan Demokratlara itirazlarda bulunmuştur. Hıristiyan Demokratlar’ın FDP’nin ikinci oy kampanyasına karşı çıkarak destek vermemesi, dolayısıyla barajın altında kalmasına göz yumması bir cezalandırma olarak da görülebilir. Dolayısıyla Merkel’in FDP’siz bir parlamento hesabının arkasında çok daha derin çıkar hesaplarının olduğu söylenebilir. Yeniden dizayn çerçevesinde FDP Genel Başkanı Philip Rösler görevini bıraktığını açıkladı.

ARD’nin araştırmasına göre, daha önce FDP’ye oy veren seçmenlerin yüzde 90’ı bu partinin verdiği vaatleri yerine getirmediğini düşünerek bir kez daha oy vermez iken, seçmenlerin yüzde 82’si de bu partinin sadece belli bir seçmen grubunun çıkarlarını düşündüğünü, başka seçmen gruplarını düşünmediğini ifade ederek oy vermedi.

 

SPD’NİN KRİZİ SÜRÜYOR

Anamuhalefet partisi SPD ise oylarını yüzde 2.7 artırmakla birlikte Ajanda 2010’u uygulamakla girdiği krizi halen atlatabilmiş değil. Ve öyle kolay kolay atlatacak da görünmüyor. Benzer bir politikayı 1982’deki erken seçimlerden önce Helmut Schmidt de hayata geçirmişti. O dönem partinin içine girdiği krizin aşılması, 16 yıl sürmüş, ancak 1998’de yeniden iktidar olabilmişti. SPD’nin önümüzdeki dört yıl için CDU ile koalisyon ortaklığı kurması, -ki bu büyük bir olasılık- içine düştüğü krizi çok daha derinleşecek gibi görünüyor.

 

YEŞİLLER ve SOL PARTİ’NİN ALÇAK UÇUŞU

Benzer bir durum Yeşiller Partisi için de geçerli. Özellikle Fukishima’daki patlamadan sonra oyu bir hayli yükselen Yeşiller Partisi, genel seçimlerde muhalefete olduğu halde oy kaybetti. En çok kazananların oy verdiği parti haline gelen Yeşiller Partisi, çoktan beri alternatif bir parti özelliği taşımıyor. Bu nedenle eski kadroların değiştirilerek yeni kuşağın işbaşına getirilmesi gerektiği yönünde başlayan “nesil değişikliği” de bu partiyi kurtaramayacak gibi görünüyor. Ancak bu değişiklik yönetim ile seçmen kitlesi arasındaki ilişkiyi daha uyumlu hale getirecek, dolayısıyla olduğu gibi görünen parti haline gelecektir. FDP ile aynı tabana hitap eden bu nedenle son yıllarda bu parti ile kıyasıya bir rekabet içerisinde olan Yeşiller’i önümüzdeki dönemde çok daha zor bir dönem bekliyor.

Seçimlerin bir diğer kaybedeni Sol Parti oldu. Son haftalarda anketlerde yüzde 9-10 arasında görünmesine rağmen yüzde 8.6 oy alan Sol Parti yönetiminin buna sevinmesi dikkat çekti. Keza seçim akşamı Gysi’nin “Üçüncü büyük güç olduk” demesi de pratikte fazla bir şey ifade etmiyor. Açıktır ki, geride bıraktığımız dönemde Sol Parti’nin güçlü ve elle tutulur etkin bir muhalefet yaptığı söylenemez. Diğerlerinin daha geriye düşmesi nedeniyle öne çıkan Sol Parti’nin bu yönüyle bir değişim yaşamadığı, işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarına daha güçlü yanıt veremediği ölçüde önümüzdeki süreçte oylardaki erimenin süreceği açıktır.

 

EMEKÇİLER İÇİN DEĞİŞEN BİR ŞEY OLMAYACAK

Seçimlerin ortaya çıkardığı tablonun, emekçiler açısından olumlu sonuçlar içermediği açıktır. Başbakan Merkel ve partisi elde ettiği başarıya dayanarak, daha sert ve pervasız politikalara girişecek, muhtemel koalisyon ortağına da bunları dayatacak görülüyor. Belirtmek gerekiyor ki, seçimler Merkel için hem başarı hem de zorluğu beraberinde getirmiştir. Her ne kadar sandıktan başarıyla çıkmış olsa da, yeni dönemde daha zor bir hükümet dönemi ile yüzyüze kalmıştır. Bu nedenle bir uzlaşmanın sağlanmaması durumunda erken seçimler de olası gelişmeler arasında yer alıyor.

Emekçiler açısından çözüm bekleyen sorunların adresi tabii ki sandıktan çıkan koalisyon hesaplarında değil, hayatın içindedir. Ve sermaye adına politika yapanlarla ilgili yanılsamadan kurtulmadan, emekçilerin sorunlarına çözüm bulmaları mümkün olmayacaktır.

 

YÜCEL ÖZDEMİR

 

AfD en çok FDP ve Sol Parti’den oy aldı

 

Euro karşıtı ve milliyetçi bir programla seçimlere katılan Almanya İçin Alternatif (AfD) tam 2 milyon oy aldı. Imfratest Dimap tarafından hazırlanan analize göre bu parti en çok oyu barajın altında kalan FDP’den aldı. Verilere göre AfD, FDP’den 430 bin oy alırken, Sol Parti’den 340 bin, CDU’dan 290, SPD’den 180 bin ve Yeşiller’den de 90 bin oy aldı. AfD daha önce seçime gitmeyenlerden ise 210 bin oy aldı.

İlk seçimlerde büyük bir çıkış yapan AfD’nin yeni hedefi, 2014’te yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri. Partinin başkanı Prof. Bernd Lucke, bundan sonra da aynı başarıyı elde edeceklerine inandığını söyledi. Partinin kurucuları arasında çok sayıda akademisyen ve işveren bulunuyor. (YH)

 

Küçük partiler ne kadar oy aldı?

 

61 milyon 903 seçmenin 43 milyon 702 binin geçerli oy kullandığı seçimlere, parlamentoda grubu bulunan partilerin yanı sıra toplam 30 değişik parti ve örgüt katıldı. Bu partilerin bazılarının almış olduğu oy sayıları da Yüksek Seçim Kurulu tarafından açıklandı.

Geçen yıl eyalet seçimlerinde büyük başarılara imza atan Korsanlar Partisi, genel seçimlerde fazla bir varlık göstermedi. Ülke genelinde 958 bin oy aldı. Irkçı partilerden NPD 560 bin, 91 bin, Pro Deutschland 74 bin, Die Rechte 2 bin 288 oy aldı.

Hür Seçmenler ise ülke genelinde 422 bin oy aldı.

AKP’ye yakınlığıyla bilinen kesimler tarafından kurulan Yenilik ve Adalet İttifakı (BIG) ise Almanya genelinde 17 bin 965 oy aldı.

Almanya Marksist-Leninist Parti (MLPD) 25 bin 336, Troçkistlerin kurduğu PSG 4 bin 840 oy aldı. Almanya Komünist Partisi (DKP) ise seçimlere katılmayarak Sol Parti’ye destek vermişti. (YH)

 

Kim hangi partiyi seçti

 

Infratest Dimap tarafından yapılan analizde dikkat çeken bir diğer nokta ise seçimler sırasında hangi meslek grubundan insanların hangi partiye oy verdiği oldu. Buna göre işçilerin yüzde 35’i CDU’ya, yüzde 27’si SPD’ye, yüzde 13’ü Sol Parti’ye, yüzde 4’ü Yeşillere ve yüzde 3’ü FDP’ye oyunu verdi.

Görüldüğü gibi, birinci parti durumundaki CDU, geçmişte “işçi partisi” olan SPD’den daha çok işçilerin oyunu almış.

Yine aynı analize göre işsizlerin yüzde 24’ü CDU’ya, yüzde 26’sı SPD’ye, yüzde 23’ü Sol Parti’ye, yüzde 8’i Yeşiller’e ve yüzde 4’ü FDP’ye oyunu verdi.

FDP ve Yeşiller’in en çok oy aldığı meslek grubunun “girişimciler” olması dikkat çekiyor. Aynı araştırmaya göre emeklilerin yüzde 49’u CDU’ya, yüzde 28’i SPD’ye, yüzde 8’i Sol Parti’ye oy veriyor.

Sol Parti’nin işçiler, işsizler ve emeklilerden aldığı oy Yeşiller ve FDP’nin bu gruplardan aldığı oyun çok üzerinde. (YH)

Close