Written by 14:28 HABERLER

Sermaye daha fazla özgürlük istiyor

dr-rugemer1

Köln Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Werner Rügemer, ABD-AB Serbest Ticaret ve Yatırım Anlaşması’nın (TTIP) içeriği ve buna karşı yürütülen mücadele hakkında gazetemizin sorularını yanıtladı.

 

Uzunca bir süredir, değişik kurumlar ve sendikalar tarafından düzenlenen toplantılara katılarak TTİP’nin zararları hakkında bilgilendirmeler yapıyorsunuz. Bu anlaşmaya neden karşısınız?

Bu sözde serbest ticareti öngören ABD ile AB arasındaki anlaşma, pek çok hayal kırıklığını içinde barındırıyor. Çünkü bu anlaşma klasik serbest ticaret konuları, yani gümrüklerin kapatılması, açılması gibi konuları içermiyor. Zaten ABD ile Avrupa arasında yıllardan beri pek çok alanda gümrükler kaldırılmış durumda. Çok az bir bölüm için halen gümrük uygulaması var. Şu anda asıl olarak yatırımlar ve yatırımcılar için kolaylıklar getirilmesi söz konusu.

Anlaşmayla devletler ve hükümetler tarafından şirketlere getirilen engellemeler, sınırlamalar kaldırılıyor. Bugüne kadar değişik alanlardaki özgürlüklerden yararlanan şirketler daha fazlasını istiyorlar. Nitekim serbest ticaret anlaşmasının esas konularından birisi Özel Hakem Kurulları. Eğer anlaşma onaylanıp yürürlüğe girerse, şu anda var olan ulusal hukukun yanı sıra bu ‚Özel Hakem Kurulları‘ devreye girecek. Bu kurullara ise sadece yatırımcılar ve devletler dava açabilecekler. İşçilerin, sendikaların, yerel yönetimlerin, belediyelerin dava açması söz konusu olmayacak. Ayrıca devletler de yatırımcılar hakkında dava açamayacaklar.

Yani, eğer bu anlaşma yürürlüğe girerse, esas itibariyle bir çok hak sadece yatırımcılarda olacak. Bu konuda bilinen metinlerin tümüne baktım. Hiçbir şekilde anlaşmaya katılan tarafların, demokratik prensipleri dikkate alacağı belirtilmiyor. Keza insan haklarını da. Ayrıca içinde hiçbir şekilde, ücretli emekçiler için temel önemde olan, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerine bağlı kalınacağı sözü de yer almıyor.

 

TTIP ile birlikte grev hakkının yasaklanması, toplu sözleşmelerin kaldırılması gibi koşulların olacağı ileri sürülüyor? Halbuki bunlar ILO Sözleşmesi’nin en önemli kararları arasında yer alıyor…

ILO Sözleşmesi’nde grev hakkının olması gerektiği belirtiliyor. Yine bu çekirdek kararlar içerisinde eşit işe eşit ücret yer alıyor. Bunların yanı sıra çalışanlar için çok önemli olan birçok madde var: Örneğin işten çıkarmaya karşı koruma yasası, ücretli tatil, annelik koruması, asgari ücretle çalışma… bunları uzatmak mümkün. Ancak şu anda görüşmeleri sürdüren partnerlerden biri olan ABD’nin bu normları yerine getirip getirmediğine baktığımızda, ABD bu normları yerine getirmeyen ülkeler sıralamasında en üstte yer alıyor. Bu sözünü ettiğimiz çalışma yasalarını en alt seviyede kabul eden ülkelerin başında ABD geliyor: ILO’nun yaklaşık 220 normundan 15’ini hiç kabul etmemiş. Yani böyle bir partnerle daha çok işimiz olacak demektir.

 

TTIP ile birlikte ABD’deki çalışma koşullarının olduğu gibi Avrupa’ya taşınacağı ifade ediliyor. Bu doğru mu?

Şu anda bunların olduğu gibi Avrupa Birliği’ne ya da Almanya’ya taşınması konusunda net bir şeyler söylemek zor. Tam böyle söylenemez. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, ABD kendi normlarının olduğu gibi tanınmasını istiyor. ABD’nin, 60-70 yıldır tanımadığı bu çalışma yasalarını, şimdi sırf serbest ticaret anlaşması var diye tanıması için hiç bir neden yok. Diğer taraftan ABD’deki bu yasalardan çok sayıda Avrupalı tekel de yararlanıyor. Otomobil devleri Daimler, BMW, VW, ABD’de daha fazla üretim yapıyorlar. ABD’deki bu düşük çalışma standartlarından onlar da kâr sağlıyorlar. Ve sonuçta onlar da, ABD’deki bu hak gasplarının suç ortakları durumundadırlar. Çünkü onlar da bunu kullanıyorlar. Bu nedenle şimdi bu düşük ücret koşullarının İspanya, Almanya vb. Avrupa’da nerede üretim yapıyorlarsa, orada geçerli olmasını isteyerek, avantajlarını sürdürmek istiyorlar.

 

TTIP imzalandığında dünya ticaretinin yüzde 46’sı bu bölgede toplanacak. Daha önce de imzalanan serbest ticaret anlaşmaları var. Ama siz hem yazılarınızda hem de konuşmalarınızda bu anlaşmanın diğer anlaşmalardan farklı olduğunu söylüyorsunuz. Neden?

ABD, bundan 20 yıl önce 1994’de Kanada ve Meksika ile imzaladığı anlaşmayla serbest ticaret konusunda ilk adımı atmıştı. Bu çok taraflı ticaret anlaşmaları aslında, bir panik reaksiyonu sonucu batı ekonomilerini güçlendirmek amacıyla başlatılmıştı. Bununla birlikte elbette normlar da belirlendi. ABD ile AB arasında bu nedenli büyük güçlü bir ekonomi bloğunu oluşması, diğer ülkelerle de ticari ilişkiler sürdürmesi öngörülüyordu. Ancak burada diğerlerinin kendilerini bu anlaşmaya uydurmaları isteniyor. Bu nedenle, AB ile ABD arasındaki anlaşmanın yanı sıra Japonya, Kolombiya ve Asya ülkeleriyle yapılan anlaşmaların hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi isteniyor. Bu doğrudan kısıtlama politikalarıyla bağlantılı.

Asıl amacı devlet bütçesinin borçlandırılması yoluyla bankaların taleplerine yanıt vermeden başka bir şey değildir. Burada ABD ile AB arasında bir farka da dikkat çekmemiz gerekiyor. ABD’de üretim sürekli azalıyor, yurtdışına kaydırılıyor. Almanya bu konuda halen bir istisna. Ancak başta ABD’de olmak üzere bir çok ülkede eğilim, daha az üretim yönünde. ABD üretimin çoğunu Avrupa, Asya ve Çin’e kaydırıyor. Bu demektir ki, ABD ile AB arasındaki birliktelik, bu serbest ticaret anlaşmasıyla yukarıya çıkmaya çalışan, yüksek büyüme oranları olan Çin ve BRICS ülkeleri, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi bir çok ülkenin ekonomisi için olumsuz bir durum. Bu nedenle onlar da önlemler alıyorlar. Yeni yatırım fonları kuruyorlar, birbirleriyle işbirliği için finans olanakları yaratıyorlar. Haklı olarak Batı ile rekabet içerisindeler ve kendilerini korumaya çalışıyorlar.

 

TTIP’e karşı nasıl bir kampanya yürütüyorsunuz?

AB ülkelerinden TTIP’e karşı çıkan 200 kadar örgütün katılımıyla kurulan iyi bir ağımız var. Bu birlik, Avrupa çapında bir yurttaş inisiyatifi oluşturarak 1 milyon imza topladı. Bugüne kadar çok sayıda merkezi olmayan, yerel eylemler yapıldı.

Almanya’da yapmış olduğumuz çalışmalarla sendikalar içinde, iki yıl öncesine göre TTIP’e daha fazla eleştirel bakılmasını sağladık. Biz elbette büyük medyayı kullanamadığımız için henüz azınlık bir kesime ulaşmış durumdayız. Ancak aktif ve her şeyin farkında olan bir azınlık söz konusu. Almanya’da partiler, tüketici birlikleri, çevre örgütleri ve sendikaların da aralarında olduğu pek çok örgütle yakın ilişkilerimiz var.

Bütün bunların sonunda en azından anlaşmanın imzalanmasını yavaşlattık. Avrupa Komisyonu, tepkileri yatıştırmaya çalıştı. Bir oturum organize edildi. Kuşkulu bir durum söz konusu. Federal Hükümet ve Federal Ekonomi Bakanı Gabriel tarafından bazı noktalara eleştiriler getirildi. Örneğin “Bu kötü Özel Hakim Kurulları”nı biz de istemiyoruz dediler. Yine “Biz ILO’nun çekirdek taleplerinin korunmasını istiyoruz” dediler. Bu türden yumuşatmalar oldu. Ama bunların ciddi olmadığını biz biliyoruz. Bütün bunlara rağmen konu gündemde. Serbest Ticaret Anlaşması’nın ne olduğu konusunda halk arasında, sendikalarda, çok sayıda örgütte bilinç artıyor. Anlaşmayı görüşen komisyon tarafından bugüne kadar bu anlaşmanın nasıl yürürlüğe konulacağı konusunda da bir açıklama yapılabilmiş değil. Bir çok ihtimalden söz ediliyor. Sadece Avrupa Parlamentosu’nun onaylamasının yeterli olabileceği söyleniyor. Ya da ulusal parlamentoların tümünün veya yarısının onaylaması ihtimali de var. Ancak kesin olarak nasıl yürürlüğe konulacağı hakkında henüz resmi bir açıklama yapılabilmiş değil. Bununla görüyoruz ki, anlaşmayı yürürlüğe sokma konusunda çok rahat değiller, çünkü eleştirilerin daha da sertleşeceğini biliyorlar.

Close