Written by 12:57 uncategorized

Sığınmacılar – ırkçı saldırılar denkleminde Almanya’da 90’lara dönüş mü?

148heidenau1

Saksonya eyaletinde bulunan Heidenau kasabasında 150 kişilik ırkçı grubun sığınmacılara yönelik “pogrom” girişimi, Almanya’da yeniden ırkçılık ve buna karşı mücadeleyi gündemin en ön sıralarına getirdi. Bunu aynı zamanda Pegida’ya karşı verilen mücadelenin devamı olarak ele almak gerekiyor.

Almanya başta olmak üzere ABD ve diğer Avrupalı emperyalist devletlerin dünyayı savaşlar, çatışmalar, açlık ve yoksulluk girdabına itmesinin yarattığı sığınmacı akını, Avrupa kapılarında büyük bir drama dönüşmüş bulunuyor. Akdeniz ve Ege sularına gömülme yetmiyormuş gibi bu kez de Avrupa’nın ortasından ölüm haberleri gelmeye başlandı. İnsan kaçakçılarının bir kamyonun arkasına koyduğu ve çoğu Suriyeli 71 sığınmacının havasızlıktan ölmesi dramın vahşetini bir kez daha ortaya koyuyor.

Zor ve tehlikeli yolları aşarak Almanya’ya ulaşmayı başaranlara karşı Neonazilerin son haftalarda değişik kasabalarda başlattığı linç girişimleri yeniden 1990’lı yıllarda sığınmacılara karşı yapılan toplu katliam girişimlerini anımsattı. Başta Yugoslavya’daki savaş olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden Almanya’ya gelen sığınmacılara karşı tam anlamıyla bir linç kampanyası başlatılmıştı. Önce dönemin hükümeti (CDU/CSU-FDP) ve ana muhalefet SPD, sonra da basın tarafından yürütülen sığınmacı karşıtı kampanya kısa süre sonra sonuç vermişti!

17-23 Eylül 1991’de Saksonya eyaleti sınırları içerisinde bulunan Hoyerswerda’de yüzlerce ırkçı. Tıpkı bugün Heidenau’da olduğu gibi, Mozambik ve Vietnam’dan getirilen sözleşmeli işçilerin kaldığı yurdun önünde gösteriler yapılmıştı. 11 katlı binada kalan 120 işçi günlerce korku dolu anlar yaşarken, güvenlik güçleri tam anlamıyla olayları seyretmekle kalmışlardı. Aynı Hoyeswerda’da ayrıca Afrika ve Asya ülkelerinden gelen 240 sığınmacının kaldığı yurda ırkçılar gruplar halinde saldırmıştı.

Benzer bir olay bir yıl sonra 22-26 Ağustos 1992’de Rostock-Lichtenhagen’de yaşandı. Vietnamlı sözleşmeli işçilerin kaldığı bir binanın ve sığınmacı kayıt dairesinin önünde çok sayıda ırkçı katliam amacıyla eylem yaparken, molotof kokteyllerle binaları kundaklamaya ve içindekileri katletmeye çalıştılar. O dönem büyük yankı yaratan bu kitlesel katliam girişimlerinden sonra, 29 Mayıs 1993’te Solingen’de Genç Ailesi’ne ait ev ırkçılar tarafından kundaklandı ve 5 kişi katledildi. Buraya gelene kadar elbette pek çok cinayet, kundaklama yaşanmıştı.

Hiç şüphe yok ki; Heidenau’da 150 kişilik ırkçı bir gurubun günlerce sığınmacıların kaldığı yurdun önünde gösteri yapıp, polisle çatışmasının, 1990’lı yıllarda yapılan saldırılardan geri kalan bir yanı bulunmuyor. Dahası, ülke genelinde sığınmacılara, yabancılara yönelik yapılan saldırıların sayısı da o dönemin düzeyine ulaşmış bulunuyor. Resmi rakamlara göre bu yılın ilk altı ayında sığınmacılara yönelik 174 saldırı gerçekleştirildi. Bu nedenle basında haklı olarak geçmişle bugün arasında paralellikler kuruluyor ve bu hassas duruma karşı bir şeyler yapılması isteniyor.

Bunu yapanlarının başında elbette Der Spiegel dergisi gerekiyor. Tartışmaların yoğun olduğu hafta içinde dergi, neredeyse bir ilke imza atarak, iki farklı kapakla piyasaya çıktı. Bir kapakta Osnabrück yakınlarındaki Hesepe’de üniversite öğrencilerinin sığınmacı çocuklar için yaptığı şenlikten bir fotoğraf var. Fotoğrafın üzerinde de “Aydınlık Almanya. Nasıl yaşayacağımız bize bağlı. Bir Manifesto” yazıyor. İkinci kapakta ise Baden-Württemberg eyaletindeki Weissach’ta kundaklanan, alevler içindeki bir sığınmacı yurdu var. Üzerine de ırkçıların kullandığı eski Almanca yazı karakteriyle “Karanlık Almanya. Nasıl yaşayacağımız bize bağlı. Bir Manifesto” yazılmış.

İçeride uzun uzadıya sığınmacılara saldırı olayları ve yapılan yardımlara yer verilmiş. Bu bakımdan hakikaten de “Aydınlık” ve “Karanlık” Almanya’nın tablosu ortaya konulmuş. Orada bir “Manifesto” yok, ancak genel olarak Almanya’daki tablo ortaya konuşmuş.

Bugün iki tarafı da göstermeye özen gösteren, bu nedenle “Nasıl yaşayacağımız bize bağlı” diyen Der Spiegel, 1990’yı yıllarda ise düşmanlığı açık bir şekilde körüklüyordu. Örneğin 1992’de yayınlanan 15. sayıya manşet olarak “ASYL-Politikacıların Başarısızlığı” başlıklı kapak yazısında “İstesek de istemesek de geliyorlar” diyerek sığınmacılara karşı kışkırtıcı bir yazı yayınlamıştı.

Sadece Der Spiegel değil, o dönem burjuva medyasının önemli bir bölümü sığınmacılara karşı kışkırtıcı yayınlar yapmıştı. Hep birlikte “Gemi doldu” içerikli başlıklar atmış ve ırkçı saldırıların önünü açmıştı. 1990”lı yıllar ile günümüz arasında bir mukayese yapıldığında, siyasetçiler ve basın eskisi gibi kaba şekilde sığınmacı düşmanlığı yapmamaya özen gösteriyorlar. Çünkü, ülkelerinden kaçmak zorunda kalanların dramı bu tarzdan bir yayını kaldıracak durumda değil. Bir önemli nokta ise ülkenin her tarafından göçmenlerle yapılan dayanışmanın kapsamı olması. Elbette, 1990’yı yıllarda da Almanya’nın her tarafından ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı etkinlikler, gösterileri yapılıyordu. Ancak bunlar genellikle, her hangi bir saldırı olduktan sonra gerçekleşen tarzdaki eylemlerdi. Bugün ise yaygın şekilde dayanışta etkinliklerinin yapılması büyük bir önem taşıyor. Bugün gerçekten “Almanya’nın aydınlık” halk arasında sığınmacılara uzanan yardım elidir. Devlete rağmen, halkın kendi imkanlarını seferber ederek harekete geçmesi, aynı zamanda bu yılın başında PEGIDA hareketine karşı yükselen antifaşist mücadelenin devamı olarak okumak gerekiyor.

Bu nedenle, bugünlerde olup bitenler kimi yönleriyle 1990’yı yılların başındaki olaylara benzese de aradan geçen süre pek çok tecrübeyi biriktirmiş ve sığınma başvurusunda bulunan insanların kendi keyiflerinden ülkelerini terk etmediği artık daha anlaşılır hale gelmiştir. Bu nedenle mültecilerin ülkelerini terk etmek zorunda bırakanlar sorgulanırken; diğer taraftan yardım ve dayanışma ağını büyüterek, birlikte yaşamın imkanları büyütülebilir. Günümüz Almanya’sında bunun imkanları her zamankinden çok daha fazladır.

 

Yücel Özdemir

Close