Written by 20:35 KÜLTÜR

Söyleyecek hiçbir şeyin olmasa bile dinle(n)meye değersin

HÜSEYİN KANTAŞ

Öyle zamanlar oluyor ki, biriken ve çözülmesi gereken sorunların, çözümlenirken bile canınızı daha çok sıktığı dönemlerden geçiyorsunuz.. Ve böyle zor günlerin, zor zamanların içinden geçerken kendinizi üzgün hissediyorsunuz.

Son zamanlarda böyleyim, daha yalnız, daha hüzünlüyüm, ya da şöyle söyleyeyim, kendimle daha fazla beraberim.

Böyle zamanlarda ne yapacağını bilemezsin bazen. Kimileri oturup sohbet etmek ister bira masasında, kimisi ise dostlarıyla kahve içererek teselli bulmaya çalışır!.. Yüreği kırılmaya alışanlar ise yolculuğa çıkar…

Düşüneceğim her şeyi düşündüm ve söyleyeceklerimi söyledim. Söylediklerimi anlamalarını bekledim, anla(ma)dılar. Bir gün anlayacaklar, söyle(me)diklerimden!

Böyle zamanlarda, acı, tatlı, hüzünlü duygularım biribirine karışır, çekip gitmek isterim. “Yola çık, yol açık” sloganıyla bir yerlere gitmek herşeyin yoluna gireceğini hissettiriyor bana, bazen öyle olmasada, herşey yoluna girmesede, her şey yoluna girecek bir gün, mutlaka!..

Köln Hauptbahanhof’da trenden indiğimde hangi yöne gideceğime bile karar vermeden yürümeye başladım. Belki de şehrin en işlek, en kalabalık caddesiydi yürüdüğüm, onu bile bilmiyorum…

Bütün hafta çalıştım, yıllardır bu böyle. Küçük şehirlerdekilerin de sorunları oluyor elbette, ama büyük şehirlerde yaşayanların sorunu daha çok.

Bir günlüğüne de olsa sorunlardan kaçıp nefes almak istedim bugün…

Çok çalışmak insanı ruhsal sıkıntıya sokabilirmiş. Bir süre sonra beyin sürekli kendiliğinden bir şeylerle uğraşmaya programlanıyor sanki. İş oralara kadar geldikten sonra az çalışmak istesen de olmuyor. Evet, çalışmasan olmuyor, boş zamanlarında ise insan kendini tamamen yalnız hissetmeye başlıyor…

Bugün yalnızım, bugün de işe gitseydim sanki daha fazla odaklanamam ve çalışamam gibi hissettim yürüdüğüm yol boyunca. Ve yavaş yavaş tükendiğimi…

Yürüdüğüm caddedeki dükkanlar ikiye ayrılmış ve iki ayrı gruba hizmet ediyormuş gibi adeta. Aynı cadde üzerinde yer almaları dışında hiçbir ortak noktaları yok gibi. Cadde üzerindeki kalabalığın da öyle. Onların ortak noktası da sadece aynı cadde üzerinde ilerlemeleri. Yoksa alacakları eşyalardan, girecekleri mağazaya kadar herkesin dükkanı belli. Başka yere bakmıyorlar bile, benim gibi…

İnsanlar da kendi aralarında ikiye ayrılmışlar!.

Yürüyerek geçtiğim, şehrin ve nehrin iki yakasını bir araya getiren, çelikten yapılmış Hohenzollern köprüsünün adını bir Almandan öğrendim. Hatta adını söylemekle kalmadı tarihini de anlattı ama ben fazla anlayamadım, adam bildiğin perfekt almanca konuşuyor!.

Adını Alman İmparatorluğunu yöneten Hohenzollern’den aldığını söylediği köprünün köşelerindeki imparator heykellerini bile gösterdi. Köprü araç trafiğine kapalı, sadece trenler ve yaya yolu var. On binlerce kilit asmışlar köprünün parmaklıklarına. Pas tutmuş kilitler, paslanmış yürekler gibi!.. Belli ki kilitledikten sonra anahtarlar nehre atılmış…

Müziğin hafızanızda neyi canlandırdığını, size neyi hissettirdiğini anladığınızda müziği daha iyi duymaya, daha fazla sakinleşmeye başlarsınız, çalışırken, dinlenirken, yürüyüş yaparken, bu hiç fark etmez…

Uzaktan duyduğum müziğe doğru bu yüzden ilerledim, sadece ben değildim, başkaları da vardı benim gibi, köprünün ayağında, Ren’in kenarında…

Görmesem inanmazdım… İleri yaşlardaki bir Alman sokak müzisyenini geçtikten sonra durup tekrar müzisyenin yanına döndü ve dakikalarca dinledi, benim gibi. Handpan’la çalınan müziğin beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünemezdim. Neredeyse, nehir boyunca ilerleyen kalabalığa, “durun olduğunuz yerde durun lütfen ve dinleyin, sizin de duygularınıza değecek bu ruhu okşayan müzik” diyecektim…

Güneşin sıcaklığı, yağmurun yumuşak sesi, doğanın verdiği uyum, en güzel müziktir. Tıpkı güneş gibi içimi ısıtıyor, yağmur gibi benliğimi ferahlatıyordu dinlediğim müzik.

Kim, ne düşünürse düşünsün, ne söylerse söylesin, hatta hayat nasıl gelirse gelsin, insanın nefes alması, görmesi, işitmesi, sevmesi kadar müziğe de ihtiyacı var. İnsan olmanın  nasıl bir ayrıcalık olduğunu bilerek, stresten uzak sakin ve huzurlu bir şekilde yağmurun sesini dinliyor gibiydim..

Hiç kaldırımda çiçek açar mı demeyin, açıyormuş. Asla açıklayamayacağım farklı duygulardı ve dalga dalga yayılan çiçeklerin kokusu gibi geliyordu müziğinin sesi, yumuşacık. Sanki tüm ruhunu ve varlığını müziğe adamıştı müzisyen. Dibine oturduğu ağacın dalları müziğe eşlik edercesine sallanmasa, rüzgarın estiğini bile anlayamazdım. Böyle bir müziği dinlemeye ihtiyacım varmış. Hipnotize olmuş gibi olduğum yerde kalakalmıştım, hareket edemiyordum…

Essen’de 30 yıldır her gün aynı cadde üzerinde müzik yapan bir sokak müzisyeninden bahsetmişlerdi. Ne yazık ki onu göremedim ama anlatılanlar güzel şeyler hissettirmiş, gözümde eski anılarımı canlandırmıştı. Uzun yıllar önce bir gecede saz çalmayı öğrendiğimi ve bunu duyanların şaşırdığını…

Çok az kişi saz çalarken görmüştü beni.

Sonra saz çalmaktan uzaklaştım, oysa o benim bir gizli yeteneğimmiş. Saz çalmak beni mutlu ettiği halde, kırgınlığım daha ağır geldi, bir kırgınlıktan sonra vazgeçtim. Ama şimdi, bütün kırgınlıklarımı geride bırakmamın zamanının geldiğini hissettim.

Gördüğüm bu güzel ve sonsuz huzur veren sokak müzisyeni tekrar saz çalmaya başlamak için içimdeki sazın perdelerini sanki yeniden bir çeşit akort etti. Saz çalmak benim için hiçbir zaman ne kadar güzel çalabildiğimle ya da bir ayrıcalık elde etmekle ilgili değildi, sadece duygularımı yani acımı, üzüntümü, sevincimi, mutluluğumu müzik aracılığıyla yansıtmaktı. Tıpkı şairlerin şiirlerini yazması gibi…

Şiirleriyle insanda sonsuzluk hissi yaratan şairler, enstrümanlarıyla dinleyenlerine sonsuz huzur veren müzisyenler, dünyadaki sorunlarla mücadele ederken en büyük destekçilerimiz… Bana bunları hatırlattı sokak müzisyeni…

Seslendirdiği müzikler sanki sadece kendisinin çalabilmesi ve sadece bizim dinlememiz için özel olarak bestelenmişti…

Hayat çok kısa ve sıkıntılarla dolu. Bu kısacık hayat bazen insana, ihtiyacı olan her şeye sahipmiş hissi veriyor. Ama aynı zamanda  eksikliğini hissettiğiniz şeyleri de ortaya koyabiliyor. Mesela bir müzik enstrümanı çalamamanın eksikliğini…

Aç gözlü zenginlerin, bir puzzle tablosu gibi yüzyıllardır yağmaladıkları dünyada, sömürüsüz bir düzen kurulabilmesinin sırrını keşfetmiş gibiydim. Müzik olmadan yeni bir dünya kurulamazdı…

Müziği dinledikçe, dünyada barışın, huzurun, neşenin ve sevginin olması gerektiğini, bunun için doğanın bizi desteklediğini, doğadaki her canlının bir mucize olduğunu daha da güçlü biçimde hissediyordum.

Müziği para ya da yiyecek karşılığında yapmadığını, söyleyecek sözünün ve bir isyanının olduğunu hissettiriyordu müzisyen. Tıpkı bir aşık, bir ozan gibi müziğin toplumdan bağımsız olmadığını, kültürleri birleştirdiğini, bir değerinin olduğunu ve önemsenmesi gerektiğini gösteriyordu..

Çaresizlik değil, hayat felsefesi olarak algılanabilecek bir duruştu onunkisi. Yıllanmış, yıpranmış, renkleri solmuş elbisesi ve boynuna sardığı eskimiş fularıyla…

Elbette onu dilenci gibi gören insanlar da vardı, onları hiç umursamadan, çaldığı eserin muazzamlığıyla, müzik şirketine, gazino sahnesine, kısacası sanatı paraya dönüştüren patronlara gerek kalmadan müziğin her mekanda, her ortamda insanlarla buluşabileceğinin mükemmel bir örneğiydi. İnsanın paradan öte bir düşü olmalı diye haykırıyordu adeta..

Sokaklar, meydanlar hepsi birer sahne ve hepsi sizin; yaşadığımız dünyada zulüm var, yeni bir dünya kurmak zor ama imkansız değil, sanat yolu gösterir bu yoldan ilerleyip ilerlememek tercih meselesi, siz de üzerinize düşeni yapın, zulme başkaldırın” der gibiydi müzisyen… 

Belli ki ne bir gelir elde etme, ne görünür olma, ne de takdir edilme gibi bir derdi vardı. Sadece dinleyenlerin ruhlarını müziklerle besledi. Dinleyenler de öyle, her seferinde alkışlayarak müzisyenin emeğini taçlandırdılar…

Şimdi onarılmaya daha da değer gördügüm kırılan, parçalanan kalbimi ve ruhumu toparlıyorum, düşüncelerimi de daha net söyleyeceğimi hissettim ve söyleyecek hiçbir şeyim olmasa bile, dinlenilmeye değer olduğumu!.

Kötümser olduğunuzda yola çıkın, bir sürprizle karşılaşabilirsiniz. İşte o sürpriz, sizin duygularınızı değiştirecek ve dünyaya bambaşka açılardan bakmanızı sağlayacaktır…

Close