Written by 14:20 uncategorized

‘Sol kazanırsa kaos olur!..’

Avrupa Birliği (AB) tarihinde ilk kez, üye bir ülkede yapılan genel seçimler bütün AB üyeleri tarafından bu kadar yakından takip edildi. Yakından takip edilmesi bir yana bu denli açıktan taraf olundu. Bu tür tutumlar daha çok referandum dönemlerinde yaşanıyordu. Hollanda, Fransa, Danimarka ve İrlanda gibi ülkelerde geçmişte birçok kez AB’nin şu veya bu sözleşmesiyle ilgili yapılan referandumlarda, sandık başına çağrılan halkın üzerinde baskı oluşturmak için her türlü yol ve yöntem deneniyordu. AB karşıtı bir ortam oluşmaması için bütün medya kurumları harekete geçiriliyordu.
Bu tutum son yıllarda giderek ulusal seçimlere de yansımaya başladı. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa’nın başkanlık seçimlerinde çok açıktan muhafazakar başkan adayı Nicolas Sarkozy’den yana tutum aldı. Hollande’nin seçilmesi durumunda AB’nin büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağını söyleyen Merkel, “Fransa’nın Sarkozy ile istikrarlı politikaya devam etmesini diliyorum” diyordu.
Fransa’daki başkanlık seçimleriyle uğraşan Merkel, aynı gün (6 Mayıs) Yunanistan’da yapılan erken genel seçimlerle “pek fazla” ilgilenememişti. Fransa’da Hollande başkanlık seçimlerini kazanırken Yunanistan’da sol partiler (Syriza, KKE) oylarını ciddi oranda artırmış Euro işbirlikçisi partiler Nea Democratia ve PASOK ise hezimete uğramışlardı.
ALTERNATİFİ OLMAYAN BİR POLİTİKA YOKTUR!
Yunanistan’da 6 Mayıs seçimlerinde ortaya çıkan sonuç AB’nin patronlarını değişik nedenlerle telaşlandırdı; son üç yılda sayısız gösteri, grev ve genel grev ve militan eylemle AB-IMF-AMB’nin, yani Troyka’nın diktelerine karşı mücadele eden Yunanistan emekçileri baskı ve tehditlere boyun eğmiyorlardı. Boyun eğmedikleri gibi diğer ülkelere (başta İspanya, İtalya, Portekiz ve İrlanda) “kötü örnek” oluyorlardı. Eylemler, seçimlerde tercih edilen partiler (partilerin verdikleri vaatleri yerine getirip getiremeyecekleri bir yana) bütün bunlar aynı zamanda “alternatifsiz” olduğu ileri sürülen ve “tartışılmadan uygulanması gereken politikalar” olarak dayatılanların alternatifsiz olmadığı, pekala tartışılabileceği, hatta reddedilebileceğini ortaya koyuyordu.
Yunanlı emekçilerin tutumu, Yunanistan’ı sürekli daha fazla borç batağına iten, “yardım” adı altında verdiği yüksek faizli kredilerle kârlarını karartan mali sermayenin politikalarına dur denebileceği gibi kaynaklarının kurutulabileceği anlamına da geliyordu.
‘EURO VE AB ÜZERİNE REFERANDUM’
17 Haziran seçimleri öncesi Yunanistan üzerindeki baskı giderek artırıldı. Mali sermaye, AB üyesi ülkelerin hükümetlerindeki ve medyadaki temsilcileri harekete geçirerek, açıktan Yunan halkını tehdit etmeye başladı. “Eğer Syrzia seçilirse Yunanistan önce Euro Birliği’nden, ardından belki de AB’den ayrılmak zorunda kalır. Syriza’nın iddia ettiği gibi borçlar silinmez, uluslararası sözleşmeler çerçevesinde daha yüksek faizle ödenmek zorunda kalır. Ayrıca Yunanistan’a kimse yardım etmez.”
Bazı felaket tellalları bir adım daha ileri giderek, “Radikal solcular hükümete gelirlerse bu AB’nin sonu olur” görüşünü savunmaya kadar vardılar. Tabi görüşlerini, AB’nin dağılmasının “neden ve kimi için felaket olacağı” sorusuna yanıt vermeden yapmaları kendi başına bir anlam ifade ediyor.
Merkel, “17 Haziran seçimleri Euro ve AB üzerine bir referandumdur. Yunanlı seçmenler bunu böyle algılamalı” derken Federal Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble, “Seçimleri kim kazanırsa kazansın Yunanlılar sorumluluklarını yerine getirmek, yani borçlarını ödemek zorundalar” diyerek dayatılan politikaların “alternatifsiz” olduğunu söylemeye çalıştı.
Mali sermayenin medyadaki en güçlü seslerinden biri olan Financial Times’in (FT) Almanya baskısı (FT Deutschland) seçimlerden önce yayınladığı nüshasında gazetenin manşetini ve başyazısını Yunanistan’a ayırmakla kalmadı; Yunanca yayınlanan başyazı da, Nea Dimokratia’nın neden seçilmesi gerektiğini şu sözlerle anlattılar: “Sadece uluslararası alanda kredi verenlerin koşullarını kabul eden partiler ülkenizi Euro’da kalmasını sağlayabilirler. Alexis Tsipras ve onun Syriza’sının demagojilerine kanmayın. Verdikleri vaatlere, sözleşmelerin, hiçbir sonuca yol açmadan feshedilebileceği sözlerine güvenmeyin.” (www.ftd.de) FTD bu konuda yalnız değildi. HB, FAZ, Die Welt, Bild vs. vb. gazetede benzeri içerikte yayın yapmaları şaşırtıcı olmadı.
“Alternatif basın” denildiğinde henüz geniş bir kesim tarafından adı anılan Die Tageszeitung-TAZ gazetesi bu gazeteleri aratmayacak bir yorum yayınladı. “Adaletsizlik mi yoksa Yoksulluk mu” (“Unrecht oder Armut”) başlıklı yorumda “bütün karın ağrılarına ve mide bulantılarına rağmen” Nea Dimokratia’nın seçilmesini öneriliyor. “Daha adil olacağı için değil, adaletsizliğin ve yoksulluğun sınırsızlaşmaması için” Nea Dimokratia’nın seçilmesi gerektiği söyleniyor.
İster TAZ, ister FTD veya diğerleri olsun bütün hepsinin ortak birleştiği nokta, “sol kazanırsa kaos olur” görüşüydü. Fakat asıl olan AB-IMF-AMB’nin, yani Troyka’nın diktelerine boyun eğmeyen, mücadele eden Yunanistan emekçilerinin diğer AB ülkelerindeki emekçilere örnek olmalarının önüne geçmeye çalışmalarıydı. Fakat bunda başarılı olamadılar; Emekçiler giderek bütün Avrupa’da uygulanan saldırı politikalarının “alternatifsiz” olmadığını ve alternatifin işçi ve emekçilerin ortak mücadelesinde olduğunu görüyorlar. Seçim sonuçları kesinleşmeden AB’nin önde gelen birçok politikacısı Yunanistan ile yapılan anlaşmaların gözden geçirilebileceğini ve şartlar üzerine yeni müzakereler yapılabileceğini açıklamaları bu politikacıların “insafa” geldiklerini değil direnen emekçi halk karşısında geri vitese taktıklarını gösteriyor.

Close