YÜCEL ÖZDEMİR
Almanya 5 Şubat’tan beri baş döndürücü siyasi gelişmelere sahne oluyor.
Ülkenin en küçük eyaletlerinden biri olan Thüringen’de eyalet hükümeti başbakanlığı için yerel mecliste yapılan oylamadan sonra yaşananlar ülke genelinde “siyasi krize” yol açmış görünüyor. Beş yıl eyaleti yöneten “sol koalisyon” (Sol Parti, SPD ve Yeşiller) hükümetini düşürmek için muhafazakar Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi ve liberal Hür Demokrat Partinin (FDP), aşırı sağcı hatta eyalet başkanı açıktan faşist olan Almanya için Alternatif (AfD) partisiyle birlikte hareket etmesinin yarattığı sarsıntının etkilerinin derin olacağı az çok görülebiliyordu.
Neonazilerin oylarıyla eyalet başbakanlığı koltuğuna oturan FDP’li Thomas Kemmerich’in, seçilmesinin üzerinden 24 saat geçmeden istifa etmek zorunda kalması ülkede güçlü bir antifaşist dinamiğin olduğunu bir kez daha gösterdi. Sadece sokakta değil basında, siyasette ve sivil toplumda Neonazilerle iş birliğinin hesabı soruldu. Her fırsatta Hitler’in de seçimle iş başına geldiği ve insanlık tarihinin en büyük suçlarına imza atıldığı hatırlatıldı.
Hitler’in partisi NSDAP’nin daha iktidarı almadan, ilk kez 1929’da Thüringen’de SPD-KPD hükümetini düşürmek için muhafazakar partilerle ortaklık kurması ve faşist Wilhelm Frick’in içişleri bakanı olması da ayrıca geçmişle günümüz arasında bağlantıların kurulmasını güçlendirdi.
Sadece bu durum bile muhafazakar ve liberal partilerin geçmişten ders çıkarmadığını yeterince gösteriyor.
Bu arada Başbakan Angela Merkel’in varis ilan ederek CDU’nun başına getirdiği Annegret Kramp-Karrenbauer, Thüringen’de olanların hesabını veremediği için istifa etmek zorunda kaldı. Zor süreçleri idare ederek doğruyu hayata geçirme kapasitesine sahip olmadığını da göstermiş oldu.
90 sandalyeli eyalet parlamentosunda oluşan dağılım, zorunlu olarak ya Sol Parti ya da AfD’yle doğrudan ya da dolaylı iş birliğini gerektiriyor. Çünkü her iki partinin elde etmiş olduğu sandalye sayısı salt çoğunluk olan 46’dan beş fazla. Hem Başbakan Angela Merkel hem Kramp-Karrenbauer, her fırsatta Sol Parti ve AfD’yi eşitleyerek, ikisiyle de koalisyon kurmayacaklarını söylüyorlar. Çözüm olarak merkez partilerinin güç toplamasını gösteriyorlar. Bunun dışında bir yaklaşımları yok.
Sol Partiyi Neonazilerin, faşistlerin partisiyle eşitleyerek bir politika belirlemek, geçmişte olduğu gibi bugün de asıl olarak faşistlerin işine yarayacaktır. Tarih, solun hep faşizme karşı mücadele ettiğini ve büyük bedeller ödediğine tanıktır. Bu nedenle eşitleme, tarihi çarpıtmaktan başka bir şey değildir.
Üstelik bugün Neonazilerle eşitlenen Sol Partinin, düzeni değiştirme, işçi sınıfı iktidarını kurma diye bir derdi olmadığı, sol sosyal demokrat bir çizgide olduğu bilinmesine rağmen…
Bugünkü Sol Partiyi 1920’lerin Almanya Komünist Partisinin (KDP), Demokratik Almanya Cumhuriyetideki Sosyalist Birlik Partisi’nin (SED) yerine koymak düpedüz demagojiden başka bir şey değildir.
Özetle Almanya’da da İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkeyi koalisyonlarla ya da tek başına yöneten sermayenin büyük partileri (CDU ve SPD) son on beş yıldır izledikleri neoliberal politikalar sayesinde çözülme sürecine girmiş durumda. Çözülme bugüne kadar daha çok Sosyal Demokrat Parti (SPD) boyutuyla tartışıldı. Bunun bir de CDU ayağı olduğu bilinmesine rağmen, bu, konuşulmuyordu. Thüringen’de olanlar Pandora’nın Kutusu’nu açtı.
İki büyük sermaye partisinin güç kaybettiği ülkede, eyaletlere göre farklılık arz etmekle birlikte asıl olarak AfD, Yeşiller ve Sol Parti’nin yükselişi dikkat çekiyor. Bu eğilimin 2021’deki genel seçimlerde de sandığa yansıması bekleniyor.
Gelinen aşamada yerleşik düzen partilerinin salt çoğunluğu kaybettiği durumlarda, nasıl bir adımın atılacağı konusundaki belirsizlik Almanya’nın kapısını çalmış bulunuyor. SPD ve Yeşiller, Sol Partiyle eyaletler düzeyinde yaptığı ortaklıkla bu konuda eliniz rahatlatmış görünüyor.
Peki ya CDU ve FDP?
Muhafazakar ve milliyetçi seçmen kitlesine sahip CDU’da AfD ile koalisyon ortaklığını savunanların sayısı hiç de az değil. Bu kesimler, Merkel’in CDU’yu sosyal demokratlaştırdığını ileri sürerek, AfD’ye giden seçmenlerin geri getirilmesi için daha sağcı politikaların izlenmesini savunuyorlar. Tıpkı Avusturya’da muhafazakar Halk Partinin yaptığı gibi… Şimdi bu çizgiyi temsil eden Friedrich Merz’i başbakan adaylığına hazırlıyorlar. Bu nedenle CDU bir yol ayrımında.
Ancak, sağcılaşmanın aşırı sağcı partileri geriletmediği yine Avusturya’da görüldü. Bu tam anlamıyla aşırı sağa teslim olmaktan başka bir şey değildir. Yapılması gereken her alanda aşırı sağla mücadelenin başlatılmasıdır. Tarih ırkçılığın güç toplamasına neden olan sosyal, ekonomik ve politik sorunlar çözülmedikçe ırkçıların geriletilemeyeceğini gösterdi. Bu nedenle hayatın her alanında faşist demagojiyle mücadele günümüz Almanya’sında en acil görevler arasında yer alıyor.
Sokakta yükselen “Bir daha asla!” çağrısı bu konuda yeterli tecrübenin olduğunu gösteriyor.