Written by 12:58 Allgemein

Steinbrück alternatif olabilir mi?

 SPD başbakan adayını belirledi: Peer Steinbrück. Adaylık yarışında ismi geçen Frank Walter Steinmeier ve Siegmar Gabriel’in “zoraki gönüllülük”le adaylıktan vazgeçtiklerini açıklamalarının ardından, eski başbakanlardan Helmut Schmidt’in mentörlüğünü yaptığı Steinbrück’ün yolu açılmış oldu. Ancak anketler Steinbrück açısından pek de iç açıcı değil. Zira seçmenlerin üçte ikisinin Steinbrück’ün başbakan seçilme şansının bulunmadığına inandığını gösteriyor.

 

Nedenler

Ortaya çıkan bu sonuç hiç de haksız değil. Nedenleri ise bir yanda partisinin izlediği politikada yatarken, diğer yanda Steinbrück’ün kendisiyle de bağlantılı. Son federal meclis seçimlerinin kaybedilmesinin ardından SPD ana muhalefet partisi olacağını iddia etmişti. Ancak son yıllarda ana muhalefet partisi olmaktan oldukça uzak bir görüntü sergiledi. Hükümeti önüne katıp kovalamak yerine, “hükümetin küçük ortağı” görüntüsü verdi. Örneğin Avrupa İstikrar Mekanizması adındaki kurtarma paketine onay verdi. Bir başka örnekte, Alman ordusunun Afganistan’da kalmasından yana olan ve NPD’nin kapatılmasına karşı çıkan tanınan birini Cumhurbaşkanı adayı yaptı. Kısacası birçok konuda hükümet ortakları Hıristiyan Birlik Partileri ve Liberallerle aynı çizgide durdu. Öte yandan toplumsal muhalefete karşı kibirlilik sergilemekten geri durmadı. Bunun son örneği ise, son ‚işgal‘ ve ‚adil paylaşım‘ eylemleri karşısında takındığı tutum oldu. SPD, gelişen bu hareketler karşısında Ajanda 2010 politikasını savunmaya devam etti.

 

Steinbrück faktörü

Bunun yanı sıra kötü anket sonuçlarının dayandırılabileceği diğer etken ise, Steinbrück’ün kendisi. Federal Meclis seçimlerinin startı çoktan verildi. Steinbrück’ün siyasi profili ise hala kesin çizgileriyle ortaya çıkmış değil. Daha doğrusu özü itibarıyla Başbakan Merkel’den farklı bir profile sahip olmadığı görülüyor. Steinbrück’ün siyasi geçmişi bunu açıkça ortaya koyuyor. Steinbrück, ajanda politikasının başlıca mimarlarından biriydi. son yayınlanan Yoksulluk Raporu’nun da gösterdiği gibi, toplumsal dengesizlikleri derinleştirdiği görülmesine rağmen, Steinbrück Ajanda 2010 adındaki reformların en sadık savunucularından biri olmaya devam ediyor. Bu gayretleri de elbette şaşırtıcı değil. Çünkü 2005 yılında kurulan CDU/CSU-SPD koalisyon hükümetinin sözleşmesinde “kuralsızlaştırma” kavramının geçmesini sağlayan Steinbrück’ün kendisiydi. Schröder, Steinbrück ve Steinmeier’den oluşan üçlü, bizi piyasaların kuralsızlaştırılması yoluyla Almanya’nın yatırım alanı olarak korunabileceğine, böylece yeni istihdam olanakları yaratılacağına inandırmaya çalışmıştı. Ama yaratılan kayda değer tek şey, devasa ölçülere ulaşmış ve bugün 8 milyon insanın karın tokluğuna çalıştırılarak açlığa mahkum edildiği düşük ücretli iş sektörü oldu.

Steinbrück bugün kendisini hiçbir pisliğe bulaşmamış birisi olarak göstermeye çalışıyor. Örneğin Düsseldorf’taki bir Mali Denetleme Kurumunu görevlendirerek, vekillik maaşı dışında 2009-2012 yılları arasında kazandığı tüm gelirleri denetlemesini ve açıklamasını istedi. Bu yolla, milletvekillerinin yan gelirlerinin şeffaflaştırılması için yaptığı çıkışa bir temel hazırlamaya da çalışıyor. Buna göre her vekil, kazandığı yan gelirleri son kuruşuna kadar açıklamak zorunda olacak. Ancak büyük hışımla attığı bu adımla kendi kuyusuna da düşmüş oldu. Zira birçok medya kuruluşunun bildirdiğine göre Steinbrück büyük tekellerde, avukatlık şirketlerinde, sigorta şirketlerinde ve bankalarda konuşmacı olarak bir milyon Avro’dan fazla gelir elde etti. Ayrıca bu kesimler için lobi faaliyeti sürdürenlerle sıkı ilişkilerinin olduğu ortaya çıktı. SPD başbakan adayının bu suçlamalara verdiği kaba yanıtta, “sermayenin kölesi olmadığını” söylüyordu. Ona göre bu tür kurumlar kendisinden konuşma yapmasını istiyorsa bu onun suçu olamazdı. Ancak katıldığı bir radyo programında “şeffaf vekil” düşüncesine katılmadığını ve “şeffaflığın ancak diktatörlüklerde mümkün olabileceğini” söyleyince, ayaklarına dolanan çelişki yumağı iyice çözülmez oldu. Bir siyasetçi “çok düşük” bulduğu vekil maaşının yanı sıra biraz da ek gelir elde etmek için tekel ve finans kurumlarının yöneticilerine konuşmacı olarak akılbabalığı yapıyor, hemen ardından bu kesimlere yeni mali yükler getireceğini söylüyorsa, elbette inandırıcı bulunmaz. Kaldı ki; Steinbrück’ün somut olarak dile getirdiği tek şey, söz konusu bu yüklerin getirilmesidir. Bunun dışında başbakan olunca somut olarak ne yapmak istediğini bilen yok.

 

SPD başbakan adayıyla hata mı yaptı?

Güncel kamuoyu yoklamalarında SPD’nin oy oranının düşük çıkması ve Steinbrück’ün siyasi programına dair fazla renk vermemesi nedeniyle SPD’nin başbakan adayını belirlerken bir kez daha hata mı yaptığı sorusu gündeme geliyor. Çünkü 2009 seçimlerine de Ajanda 2010 politikasını savunan Steinmeier’i başbakan adayı yaparak girmiş ve hezimete uğramıştı. Hata mı yapıldığı sorusunu yanıtlayacak olan elbette SPD’nin kendisidir. Ama şimdi yine seçilen yola bakıldığında, SPD’nin hedef kitlesini değiştirdiği görülüyor. Bugün sosyal demokratların hedef kitlesi çalışan kesimler ve sokaktaki vatandaş değil artık. Tersine, yüzlerini bankalardan, tekellerden ve büyük sigorta kuruluşlarından yana çevirmiş durumdalar. Bu yüzden de kendisini farklı bir seçenek olarak değil, daha iyi bir CDU seçeneği olarak pazarlıyor. Steinbrück’ün temsil ettiği de işte tam bu. SPD içindeki, emeklilik yaşının tekrar 65’e düşürülmesini isteyen işçi kanadına karşı çıkıyor. Ayrıca başbakan seçilmesi durumunda daha rahat hareket edebileceği, sınırları geniş çizilmiş bir özgür manevra alanı istediğini söylüyor. Böylece kendi parti programının ayak bağı olmasını en baştan engellemek, ekonominin çıkarları doğrultusunda hareket etmek için bir alan istiyor. Bu gerçekler ışığında SPD’nin başbakan adayını belirlerken hata yaptığı söylenemez. Tersine büyük sermayeye mesaj göndermiş, “Bakın, Hıristiyan Birlik Partileriyle olduğu gibi bizimle de işbirliği yapabilirsiniz. Biz de gerekirse yeniden onlarla birlikte bir büyük koalisyon hükümeti kurmaya hazırız” demiştir.

 

Onur Kodaş

Close