Written by 14:00 POLITIKA

Tarihten ders almak mı, AfD’yi normalleştirmek mi?

Alman sermayesi, medyası ve siyasetinin bir bölümünün AfD’yi normalleştirmeye çalışmasının bir çok nedeni bulunuyor. Bunların başında elbette AfD’nin ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak rejim için bir tehdit oluşmamasından kaynaklanıyor. Ekonomik programı oldukça neoliberal olan bu partinin en önemli vaatleri arasında zenginlerden alınan vergilerin düşürülmesi, yoksullara verilen yardımların kesilmesi olduğu biliniyor. Aslında aynı ekonomi politikasını bugünü Hristiyan Demokratlar ve neoliberal FDP de izliyor. Her iki partinin seçim programlarında bunlar var. CDU/CSU-SPD koalisyon hükümetinin de karar altında aldığı ilk icraatlardan birisi Vatandaşlık Parası’nın (Bürgergeld) değiştirilmesi oldu. İkinci büyük saldırı ise emekliliğe yönelikti. CDU/CSU’nun emeklilere verilen maaşların düşürülmesi yönünde yaptığı baskı şimdilik ertelenmiş görünüyor. Ancak her an yeniden gündeme getirilebilir.

Bunlar elbette CDU/CSU’nun kendiliğinden uydurduğu politikalar değil, Alman burjuvazisinin dayattığı politikalar olarak görmek gerekiyor. SPD’nin ortağı olduğu bir koalisyonda her sosyal hak gaspını sorunsuz hayata geçiremeyeceğinin farkında olan en saldırgan, neoliberal kesimler bu nedenle gerektiğinde SPD’siz hükümet seçenekleri arayışında. Bunda önümüzdeki yıl yapılacak eyalet seçimleri, anketlerdeki durum, normal koşullarda 2029’da yapılması gereken seçimlerde sandıktan nasıl bir tablonun çıkacağı vb. olasılıklar da yer alıyor.

ANKETLERDE GELECEKTE HÜKÜMET SENARYOLARI FAZLA YER ALMIYOR

Zira anketler, bir genel seçimden sonra, “Brandmauer” stratejisinin sürmesi durumunda burjuvazinin hayalindeki koalisyonun kurulma olasılığının zayıf olduğunu gösteriyor. “Bu pazar seçim olsa” üzerinden yapılan son anketlere göre, AfD’nin oy oranı yüzde 25-27 ile CDU/CSU ile başa baş gidiyor. Bir sonraki genel seçimlerden AfD’nin birinci çıkması durumunda, AfD öncülüğünde bir hükümet kurma ya da kurmama tartışmasını beraberinde getiriyor. Açıktır ki, Almanya henüz AfD’li bir başbakana hazır değil. Bu nedenle AfD’nin küçük ortağı olduğu bir koalisyon seçeneği ise daha tercih edilebilir durum olarak görülüyor.

Aksi takdirde hükümet kurma seçenekleri de çok fazla görünmüyor. Bugünkü anketlerden hareket edildiğinde mevcut koalisyon (CDU/CDU-SPD) salt çoğunluğu kaybetmiş durumda. Geriye bir tek Yeşiller’in de ortağı olduğu dörtlü koalisyon kalıyor. Ki bu, AfD’yi normalleştirmeye çalışan burjuvazinin çok tercih edebileceği bir durum değil.

WEIMAR CUMHURİYETİ’NDEN HİTLER FAŞİZMİNE GİDEN YOL

Bu durum doğal olarak Hitler faşizminin dönemin muhafazakarlarının desteğiyle işbaşını akıllara getiriyor. Ancak, Hristiyan demokratların desteği sadece bir sonuçtu. Başlangıç ve gelişme aşamalarında ise ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve politik koşullarda nelerin yaşandığı var. 1918/19 Kasım Devrimi sonrasında devrim yerine sosyal reformizm yolundan giden, Weimar Cumhuriyeti’nin kurulmasına öncülük eden Sosyal Demokrat Parti (SPD), toplumsal sorunları çözmeye yanaşmadı. Almanya Komünist Partisi (KPD) yerine “Zentrum/Merkez”, sağ-liberal Alman Halk Partisi (DVP) ve Sol Liberallerle koalisyon ortaklıklar kurdu. Devrimle iktidarı alan SPD’nin Weimer Cumhuriyeti’ndeki hükümet ortaklığı sanıldığı kadar uzun değil. 1923-28 yılları arasında muhafazakar Zentrum, liberal Alman Demokratlar Partisi (DDP), DVP, Bavyera Halk Partisi (BVP) ve Alman Milliyetçi Halk Partisi (DNVP) ve bazı yeni kurulan küçük partiler arasında pek çok koalisyon kuruldu. Bu sonuncusu, DNVP, aynı zamanda Hitler’in partisi NSDAP’yi 30 Ocak 1933’te iktidara taşıyan oldu. 6 Kasım 1932’de yapılan seçimlerden NSDAP birinci parti çıktığı halde, Cumhurbaşkanı von Hindernburg, 3 Aralık 1932’de Reich Savunma Kurt Schleicher’i başbakan olarak atadı. Mecliste güven oyu almadan kabinesini ve hükümet programını radyodan ilan eden Schleicher, sosyal güvenliği desteklediğini açıkladı, yeni vergiler ve daha fazla kesinti yapmayacağına söz verdi ve istihdam yaratıcı önlemler alacağını taahhüt etti. Halkın fedakarlık yapması gerektiğini sözledi. Hitler’in partisinden Gregor Strasser’nin başını çektiği gruptan sosyal demokratlara kadar geniş yelpazeden destek alacağını ileri sürdü. Böylece güven oyu alabileceğini planlıyordu. Ancak bu dönemin koşulları açısından pek gerçekçi bir yaklaşım değildi. Olmadı da.

Bunun üzerinde von Hindenburg daha önce DNVP adına başbakanlık yapan Franz von Papen’ı Schleicher’in istifa etmesi, Hitler’in başbakanlık koltuğuna oturması için arabuluculuk yapmakla görevlendirdi. Bu girişimlerin sonucunda Schleicher 28 Ocak 1933’te istifa etti. Artık Hitler’in, NSDAP, DNVP ve bazı küçük partilerin oylarıyla, burjuvazinin tam desteğiyle başbakan olmasının zamanı gelmişti. Ve von Hintenburg, 30 Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atadı. 1 Şubat 1933’te ise meclisi fesh etti. Böylece Hitler başbakanlık koltuğuna otururken, aynı zamanda başbakanlık yetkileriyle seçim kampanyasını da başlatmış oldu. Von Hindenburg ve diğerlerine “Hitler’i kontrol edebiliriz” diyerek ikna eden ve Hitler’in başbakan olmasında kilit rol oynayan von Papen de bu ara Hitler’ın yardımcısı olmuştu. Kurulan ilk Hitler kabinesinde Hitler de dahil NSDAP’den 3, DNVP’den 2 ve 6 bağımsız siyasetçi yer almıştı. Hitler, başbakan olmak için bakanların çoğunun partisinden olmamasını da kabul etmişti. Ancak bağımsızların çoğu bir süre sonra NSDAP’ye geçti.

Sermayenin tam desteğini alan, “siyasi istikrar” sözü veren, komünistlere karşı mücadelede taviz vermeyeceğini vaat eden Adolf Hitler, bunların çoğunu kısa zamanda yerine getirdi. Ancak zamanla sadece komünistler ve sosyal demokratlar değil, ona destek vererek hükümete taşıyanlar da yok olup gitti. Bir kısmı tamamen Hitler’in partisine katıldı, bir kısmı da kenara çekilmeyi tercih etti. Von Hindenburg’un Hitler’i başbakan ilan etmesinde sessiz kalmayan KPD, genel grev çağrısında bulundu. Buna karşı 4 Şubat’ta Hitler olağanüstü hal ilan etti. Böylece muhaliflerin mitingleri ve basılı yayınları yasaklanabildi. Prusya’da, geçici içişleri bakanı Hermann Göring, SA, SS ve Stahlhelm’den 50.000 “yardımcı polis”i işe aldı ve onlara “devlet düşmanlarına” karşı silahla mücadele etmeleri için açıkça çağrıda bulundu. Başbakanlığın ilk günlerinden itibaren kendisini hissettiren faşist terör 28 Şubat 1933’deki Reichtag yangınından sonra katlanarak devam etti. 5 Mart’ta yapılan erken seçimin arifesinde denk getirilen yangın, faşistler tarafından adeta “Allah’ın lütfü” gibi kullanıldı.

Bu olağanüstü hal koşullarında ve Başbakan Hitler’e tek başına iktidar yolu açan 5 Mart 1933 seçimlerinde NSDAP, yüzde 43,9 oyla meclisteki 566 sandalyenin 288’ini alarak salt çoğunluğu elde etmiş ve öylece faşist diktatörlüğe giden yolda taşlar döşenmişti. Aynı NSDAP, 6 Kasım 1932’deki seçimlerde yüzde 33,1 ile birinci olurken, 196 sandalye kazanmıştı. Faşizme giden yola asıl kırılmanın bu seçimler olduğu söylenebilir. Zira 584 sandalyeli mecliste SPD 120, KPD 100 milletvekili kazandığı halde ortaklığa yanaşıp, üçüncü bir partiyi denkleme dahil edemediği için, toplamda 247 sandalyeye sahip NSDAP-DNVP koalisyonunda başbakanlık Hitler’e geçmişti.

Bugün sokaklarda Hitler’in nasıl iktidara geldiğine yapılan göndermeler, aynı zamanda ırkçıların iktidara geldiklerinde muhaliflere yaşam hakkı tanımayacağı, gücünü daha da artıracağına dair endişeleri içeriyor. Geçmişle bugün arasında bir kıyaslama yaptığımızda, sermayenin iktidarını tehdit eden devrimci mücadele ve komünist örgütlenme olmadığı için, burjuvazinin bir bölümü rahat görünüyor. Bu nedenle gerektiğinde AfD’ye karşı açıktan çağrılar da yapılıyor.

Ama tarihsel deneyimler, aşırı sağ meşrulaştıkça, gücünü arttırıyor ve başta en çok oy aldığı işçiler olmak üzere halkın ekonomik ve demokratik haklarını olabildiğince daraltma yoluna gidiyor. AfD’li hükümetlerin yapacağı ilk icraatlardan birisinin bu olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Kendisinin güç toplamaya devam etmesi için, karşıdaki antifaşist cephenin zayıflatılması gerekiyor. Zayıfladığı ölçüde programındaki siyasi hedeflere ulaşmak için her türlü yola başvuracaktır. Bu nedenle Almanya topraklarında tarihin tekerrür etmemesi için bugünden güçlü antifaşist cepheler, birlikler, ittifaklar kurarak hem AfD gibi ırkçı örgütlere hem de onu büyüten ana akım sermaye politikalarına karşı duyarlılığı ve tepkiyi güçlendirmek gerekiyor.

Close