YÜCEL ÖZDEMİR
“Rejim Değişikliği”, bugüne kadar daha çok ABD ve Avrupa devletleri tarafından kendileriyle uyumlu olmayan ülkelere dayatılan bir stratejiydi. Dışarıdan verilen ekonomik, siyasi ve askeri destekle içerideki hükümet karşıtları ayaklandırılır, bu sayede istenmeyen partiler, liderler iktidardan devrilir, yerine iş birlikçi bir rejim kurulurdu. Ukrayna’daki “Turuncu devrim”, Gürcistan’daki “Gül devrimi” bunlardan ilk akla gelenler. Bu türden “rejim değiştirme” lerde bugüne kadar ABD ile Avrupa çoğunlukla birlikte hareket ediyordu. Şimdi ise mevcut ABD yönetimi, tam aynısı olmasa da benzer “değişimler”i tek başına Avrupa’da yapmak istiyor.
Geçen hafta yayımlanan 33 sayfalık ABD ulusal güvenlik stratejisinde açık bir şekilde İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da iktidarı elinde bulunduran muhafazakar, sosyal demokrat ve liberal partilerin, aşırı sağcılar eliyle devrilerek ABD’deki Trump yönetimiyle uyumlu hükümetler kurulması isteniyor.
Yerleşik düzen partilerinin, izledikleri göç politikasıyla “Batı kimliğini bozdukları”, dolayısıyla bunun aşırı sağ (belgede vatansever deniyor) eliyle yeniden tesis edilmesi konusunda destek verileceği belirtiliyor.
Strateji belgesinde “Dünyadan ve dünya için ne istiyoruz?” başlığı altında sıralanan beş maddede, “Müttefiklerimizi, Avrupa’nın özgürlüğünü ve güvenliğini korumak ve aynı zamanda Avrupa medeniyetinin özgüvenini ve Batı kimliğini yeniden tesis etmek konusunda desteklemek istiyoruz” deniliyor. “Batı kimliği ”nden kast edilen, Hristiyan, muhafazakar, beyaz ve erkek egemenliği. Avrupa’da göçmen sayısının artmasının bu “kimliği” bozduğu iddia ediliyor. Avrupa’daki ırkçıların da sık sık dile getirdiği bu söylem, strateji belgesiyle ABD’nin dış politika önceliklerinden birisi haline gelmiş bulunuyor. Bu talebin asıl amacının “ABD’nin ulusal çıkarlarının gereği” olduğu da belirtiliyor. Bu nedenle Trump ve ekibi, Avrupa’daki göçmen düşmanlığını körüklerken, Avrupa’nın değil, ABD’nin geleceğini düşünüyor.
Hafta başından bu yana Avrupa basınında yoğun tartışılan güvenlik stratejisinin bu bölümü, asıl olarak üç sayfada sıralanıyor. Irkçı partilerin destekleneceğinin belirtildiği bölümde aynen şöyle deniliyor: “Amerikan diplomasisi, gerçek demokrasi, ifade özgürlüğü ve Avrupa uluslarının karakterini ve tarihini açıkça takdir etmeye devam etmelidir. Amerika, Avrupa’daki siyasi müttefiklerini bu ruhun yeniden canlandırılmasına teşvik ediyor ve vatansever Avrupa partilerinin artan etkisi gerçekten büyük bir iyimserlik yaratıyor.”
“Vatansever Avrupa partilerinden” kasıt elbette aşırı sağcı, ırkçı ve faşist partiler. Bu yılın başında Münih’e gelen ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, açık bir şekilde yukarıdaki paragrafta yer alanları kürsüden Avrupalı yöneticilerin yüzüne söylemiş, sonra da aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin eş başkanı Alice Weidel ile bir görüşme yapmıştı.
Aradan geçen bir yıllık süre içinde AfD ile ABD yönetimi arasındaki ilişkiler epey gelişti ve AfD ABD’den gelen rüzgarı da arkasına alarak erken seçimlerde yüzde 20.8 ile ikinci parti oldu. Şu sıralar yapılan kamuoyu yoklamalarında AfD birinci görünüyor. Hükümet partileri salt çoğunluğu kaybetmiş durumda. Gelişmeler bugünkü gibi devam ederse, erken ya da normal seçimlerde AfD ’nin sandıktan birinci çıkma, Trump’ın hayalinin gerçekleşme olasılığı oldukça yüksek. Ve bu da Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya için yeni bir “milat” olacak.
AfD ile Trump’ın Cumhuriyetçileri arasındaki ilişkiler de gelişmeye devam ediyor. “Die Tageszeitung”dan Gareth Joswig’in haberine göre, şu sıralar en az 10 AfD federal ve eyalet milletvekili ya ABD’de ya da yolculuğa hazırlanıyor. Federal Meclis Grup Başkan Yardımcısı ve Baden-Württemberg eyaleti başbakan adayı Markus Frohnmeier, New York Genç Cumhuriyetçiler Kulübünden “Fantezi Ödülü” almış. Ödülün verilmesinin nedeni “Almanya’da yeni sivil bir düzenin kurulmasını desteklemek” olarak açıklanmış. (Taz, 09.12.2025)
ABD’nin niyeti bu kadar açık olduğu halde Avrupa’da aşırı sağı geriletme konusunda bir mesafe alınmış değil. Tersine aşırı sağın güç kazandığı ekonomik-sosyal zemin her geçen gün biraz daha güç kazanıyor. Bu tablo karşısında, tıpkı Almanya Başbakanı Merz’in söylediği gibi, kendilerinin Trump ile “uyumlu müttefikler” oldukları mesajını veriyorlar.
Aşırı sağın yükselişi konusunda benzer bir durum Fransa, Avusturya, İtalya için de geçerli. Bu ülkelerdeki ırkçı partilerin yükselişi Trump ve ekibinde “iyimserlik” havası yaratmış. Bunun bir yanı elbette ideolojik, politik olarak aynı gerici kaynaktan beslenmeleri. Diğer yanı ise ABD’den farklı kendi çıkarları temelinde hareket etme niyetinde olan, bunun için kimi adımlar atan Avrupalı emperyalist devletlerin, özellikle Çin ve Rusya konusunda Trump’ın politikalarına yedeklenmeleri beklentisi.
Mevcut Avrupa yönetimleri, ABD’nin çıkarlarından çok kendi emperyalist hedeflerini gündeme getirerek dünyadaki paylaşımdan pay almak istediklerini ifade etmekle kalmıyorlar, kendi aralarında ittifaklar kurarak, gerektiğinde ABD’ye engeller de çıkarabiliyorlar.
“Önce Amerika” diyen Trump ve yönetimi bunu istemediği için en yakın müttefiki Avrupa ülkelerinde “rejim değişikliği” ile uyumlu bir ortaklık yaratmanın derdinde. Önümüzdeki yıl ve yıllarda transatlantik ilişkilerde pek çok gelişmenin olabileceği bugünden söylenebilir.

