Geçen hafta açıklanan ABD ulusal güvenlik stratejisi, Avrupa’da geniş tartışmalara yol açtı. AB’ye sömürge muamelesinin yapıldığı, aşırı sağcı, ırkçı ve faşist partilerin açıkça desteklendiği 33 sayfalık strateji belgesi transatlantik ilişkilerde derin bir kopuşun habercisi olarak yorumlanıyor.
Yücel Özdemir / Köln
ABD tarafından geçtiğimiz cuma günü açıklanan ulusal güvenlik stratejisi, Avrupa ülkelerinde yoğun tartışmalara yol açtı. Hafta sonundan bu yana “ABD’nin Avrupa’yı yüzüstü bıraktığı” belirtilerek “Kendi güvenliğimizin kendimiz sağlayalım” tarzında açıklamalar ve yorumlar yapılıyor. Aslında söylenenlerin çoğu Donald Trump ve ekibi tarafından daha önce de ifade edilmişti. 33 sayfalık ABD ulusal güvenlik stratejisinin özü, Çin’e karşı mücadelede Avrupa’nın ABD’nin planlarına dahil olması adeta tehditle dayatılıyor.
Belgeye göre, Çin’e karşı Asya-Pasifik’te ABD askeri varlığının daha da güçlendirilmesi, Japonya’dan Tayvan’a ve Filipinler’e uzanan “adalar zincirinde”, Washington’un silahlı kuvvetlerine erişim ve silahlanmanın önemli ölçüde artırılması planlanıyor. ABD ve müttefikleri açısında Çin ile çatışma adresi olarak da Tayvan işaretlenmiş durumda.
Ortadoğu’nun öneminin öncesine göre azalacağının tespit edildiği strateji belgesinde, Latin Amerika öncelikler arasında girmiş. Bir taraftan dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip Venezuela hedefe konulurken, diğer taraftan Çin’in kıta genelinde elde ettiği mevzilerden püskürtülmek istendiği anlaşılıyor. Latin Amerika’nın “dikensiz arka bahçeye” çevrilmesi öngörülüyor. Zaten uzun yıllar bu yönde stratejiler izlenmişti. Arjantin, Bolivya ve Şili’deki lityum kaynaklarının kontrolü de yine öncelikler arasında.
Trump’ın strateji belgesi, 2 Aralık 1823’te ABD Başkanı James Monroe tarafından ilan edilen ve “Monroe Doktrini” olarak bilinen tüm Latin Amerika’nın sömürge haline getirilmesi planına yaptığı bir “ek” olarak gösteriliyor.
Avrupa’dan tepkiler
Avrupa’da, Trump’ın ulusal güvenlik stratejisine karşı yapılan açıklamaların çoğunda, Avrupa’nın ABD’nin emperyalist çıkarlarına yedeklenmesine ve kıtanın yeniden dizayn edilmesine itirazlar dikkat çekiyor. Almanya’da koalisyon hükümetinin büyük ortağı Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partilerinin dış politika sözcülerinden Norbet Röttgen, strateji belgesini “İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana ABD ilk kez Avrupalıların yanında yer almıyor. Bu belge Avrupa için bir milat” olarak yorumladı. CDU Savunma Politikacısı Roderich Kiesewetter de “Trump yönetimindeki ABD artık klasik değerler ortağı değil, kendi ekonomik çıkarlarını acımasızca takip ediyor. Avrupa’nın şimdi sosyal, askeri ve ekonomik olarak daha güçlü hale gelmesi gerekiyor” dedi.
AB Konseyi Başkanı Antonio Costa da, ABD’nin Avrupa siyasetine artan müdahalesi konusunda uyarılarda bulunarak, “Kabul edemeyeceğimiz şey, Avrupa’nın siyasi yaşamına müdahale etmedir” açıklaması yaptı.
33 sayfalık belgenin Avrupa’yı ilgilendiren üç sayfalık bölümünde AB’nin dış politikası ele alınırken, AB ekonomisinin “düşüşte” olduğu, aşırı sağcıların ifade özgürlüğünü sansürlediği, sağ-ırkçı muhalefeti bastırdığı ifade ediliyor. Stratejide açıkça aşırı sağcı-ırkçı partilerden “vatansever Avrupa partileri” olarak söz edilirken, “Avrupa sadece kendi savunmasının sorumluluğunu üstlenmekle kalmamalı, aynı zamanda Avrupa pazarlarını ABD malları ve hizmetlerine sorunsuz şekilde açmalıdır” deniliyor. İstenenlerin olmaması durumunda “Avrupa bir gün güvenilir müttefik statüsünü kaybedebilir” denilerek açıktan tehdit de ediliyor.
Avrupa’yı tam teslim alma hesabı
Trump ve ekibinin yayımladığı “ulusal güvenlik strateji” asıl olarak dünya çapında ABD emperyalizminin çıkarlarının her şeyin üzerinde koyduğu, bu nedenle “önce Amerika” sloganına uygun şekilde rakipleri ve müttefikleri yeniden tasnif ettiği anlaşılıyor. Rakip emperyalist devletlere karşı, ABD’nin dünya üzerindeki ekonomik ve siyasi egemenliğinin sürmesi için daha sert bir dönemin başlayacağı anlaşılıyor.
Belgede “müttefik” Avrupa’ya adeta bir sömürge muamelesi yapılıyor. Avrupa’nın ABD ile göz hizasında, eşit haklara sahip bir müttefik olmadığı fikri görülüyor. Bu nedenle de Avrupa’nın ABD’nin çıkarlarını merkeze alması gerektiğinden söz ediliyor. Mevcut yönetimler, asıl olarak kendi emperyalist çıkarları için hamleler yaptığı için, bu Trump ve ekibinin çoğu zaman hoşuna gitmiyor ve bunu ifade etmekten de çekinmiyor. Bu nedenle Avrupa’nın önemli ülkelerinin iç siyasetini Trump’a uyumla hale getirmek, stratejik hedeflerden biri olarak belirlenmiş durumda. Burada Trump ile aynı dünya görüşüne sahip partilere yatırımın yapıldığı çok net olarak görülüyor ve Avrupa hükümetlerini en fazla rahatsız eden yaklaşımlardan biri de bu.
Trump’ın istediği olacak mı?
Trump ve Yardımcısı JD Vance’in, daha önce Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya’da aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi lehine açıklamalar yaptıkları, seçimlerden bu partinin güçlü çıkması için çalıştıkları biliniyor. Zira İtalya’nın faşist Başbakanı Giorgia Meloni ile de ilişkiler gayet uyumlu şekilde ilerliyor. Denilebilir ki; Trump’ın ve başında olduğu ABD’nin çıkarı, Avrupalı emperyalist devletlerin kendi çıkarlarına göre hareket etmesi değil, her alanda ABD’ye yedeklenmesi, adeta bir ABD sömürgesi ya da eyaleti gibi hareket etmesinden geçiyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB ve antikomünizm üzerinden gerçekleştirilen bu siyasete geri dönülmesi hayal ediliyor.
Ancak, dünyanın içinden geçtiği emperyalist paylaşım süreci ve emperyalist devletler arasındaki güç ilişkileri, bunun mümkün olmadığını gösteriyor. Avrupalı emperyalist devletler bundan sonra Trump ve yönetimine daha fazla itiraz edecek ve transatlantik ilişkiler gerilim aşamasına girecek gibi görünüyor.
Ukrayna savaşı öncesinde değişik düzeylerde gerilim hattı üzerinden süren ilişkiler, savaş ve Rusya tehdidiyle yeniden dizayn edilebilmişti. Ancak, ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde Avrupa’ya biçilen rol, bunun ömrünün çok uzun olmayacağının işareti. Avrupalı emperyalist devletler, Rusya ve Çin tehdidiyle ABD’nin yedeği ve sömürgesi mi, yoksa ayrı bir güç merkezi mi olacaklarına karar verme konusunda adeta bir yol ayrımında. Transatlantik ilişkilerde yeni muhasebeler yapılacak.
Türkiye tek bir yerde geçiyor
ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinde Türkiye’den ise sadece bir kez açık olarak söz ediliyor. Belgenin 28. sayfasında “Suriye potansiyel bir sorun olmaya devam ediyor, ancak ABD, Arap ülkeleri, İsrail ve Türkiye’nin desteğiyle durum istikrar kazanabilir ve Suriye, bölgede ayrılmaz ve olumlu bir aktör olarak hak ettiği yeri yeniden alabilir” deniliyor.
Aynı belgede Türkiye’den NATO’nun genişlemesinin sınırlandırılması, Avrupa’nın savunma yükünü daha fazla üstlenmesi, Rusya ile Avrupa arasında “stratejik istikrar” kurulması konularında dolaylı olarak söz ediliyor.

