Written by 13:00 Allgemein

Üç kitap bir tabu (2)

Hayatta Kalanlar-Dostluk ve Kardeşlik

Toplumsal bir travma bu yaşadığımız. Hepimiz bu tarihle yüzleşmek zorundayız. Belki de bu yüzden, toplumsal hafıza çalışsın, gerçekler neyse ortaya dökülsün diye, Kemal Yalçın da bir kitap yazmış. Oysa ailesinde hiç Ermeni yok. Denizli´de doğup büyümüş, Almanya´da Türkçe öğretmenliği yapıyor. Bu konu onu da sancılandırmış olmalı ki gidip Hollanda´da yaşayan bir Ermeni aileyle görüşmüş. Agop´un biyografisini yazmış. Kitabın adı, adı üstünde „Hayatta Kalanlar“.  „Gerçek bir hayat hikayesi“ diye de eklemişler ön kapağa. 2006´da Köln´de yayınlanan kitapta aileye ait fotoğraflar görmek de mümkün.

Torunlar´ın aksine 1915´te yaşananlara pek değinmese de, Ermeni isimleriyle, kendi köylerinde Ermeni olarak yaşayan bu ailenin çektikleri acılara tanık oluyorsunuz. Kimliğini açıkça söylemenin bedelinin ne olduğunu, nelerle karşılaşılabileceğini öğreniyorsunuz. Torunlar adlı kitapta aslında Ermeni olan nine ve dedelerin neden isimlerini söylemekten çekindiklerini ve Müslümanlaşmak zorunda kaldıklarını anlıyorsunuz.

Örneğin okuduğunuz bir olay tüylerinizi diken diken ediyor. Agop´un yaşlı babası Kirkor´un daha 1970´li yıllarda bile kendi köyünde yaşadığı düşmanca muamele kabul edilebilir gibi değil. Okurken utanıyorsunuz. Yaşlı bir insanın sırf Ermeni olmasından dolayı boynuna bir tencere asılıp pazar yerinde dolaştırılması utandırıyor insanlığınızı. Onunla alay edilmesi, ölümüne dövülerek yurtdışındaki oğullarından para istemeye zorlanması, ve polisin bu haksızlığa seyirci kalması utandırıyor insanlığınızı. Bu olay Almanya´da ta ortaçağda vebanın sorumlusu olarak görülen  Yahudiler´e yapılan düşmanca uygulamaları getiriyor aklınıza. „Ama Almanya´da taa ortaçağda yaşanmış bunlar!“ diye öfkeleniyorsunuz. Türkiye´de 1970´li yıllarda. Ya ikinci dünya savaşı?- Bütün dünyanın „Safkan-Alman-Irkının“ yüzü-suyu hürmetine yaşadığı acılar. „Faşizmin ne milliyeti ne yaşı var öyleyse.“ diye düşünüyorsunuz. Her ne kadar millet ya da ırk fikrinden çıksa da, şiddet şiddettir.

„Hayatta Kalanlar“´da son derece samimi bir anlatım göze çarpıyor. Anlatıcının diliyle röportaj yapılan kişilerin dili birbirine çok yakın. Yazar biyografisini yazdığı Agop´un fikirlerine ve duygularına sık sık yer veriyor. Onunla arasındaki dostluk pek çok kurguda öne çıkarılmış. Yine Agop´un çocukluk arkadaşlarıyla yapılan röportajlar da hem konuya yaklaşımdaki tarafsız tutumu destekliyor hem de değişik milletlerden bile olsa insanların dost ve kardeş kalabileceği fikrini geliştiriyor. Yani bu kitap herşeyden önce içeriksel yanıyla okunması gereken bir kitap. Çünkü barışa ve kardeşliğe hizmet ediyor.

Ön ve arka kapağında yapraklar var. Kurumuş dökülmüş yığınla yaprağın arasında hala yeşile çalan bir kaç yaprak ve pembe pembe açan güller. Umut. Hayatta kalabilme ve “belki değişir.” diye umut etme. Kitapta Agop´un gerek Türkler´le gerekse Kürtler´le gurbette yaşadığı yakın dostlukları okudukça kapak resmine daha çok hak veriyorsunuz. “Araya ısrarla düşmanlık sokulmasa elbette ki insanlar kardeşçe yaşayacak!” diye umut ediyorsunuz. Kemal Yalçın lafı hiç uzatmadan, taraf tutmadan sade bir dille bu fikrin altını çiziyor.

 

Kitap: Ağrının Derinliği-Hesaplaşma

Derken, Ece Temelkuran´ın “Ağrı´nın Derinliği” adını verdiği kitabı… “1.-9. Basım: Mayıs-Haziran 2008 / 10. Basım: Temmuz 2008” diye yayın tarihi düşülen, Everest yayınları tarafından basılan bir kitap. Üç ay içinde 10 baskı yapmış anlaşılan. Bu kitapta da aynı tabu ele alınıyor.

“Torunlar” ve “Hayatta Kalanlar”la kıyaslandığında, sade olmayan bir kitap bu.  Daha kitabın kapağına bakar bakmaz bir derinliğe yuvarlandığınızı farkediyorsunuz.  Bir dağ gazete sayfalarıyla kaplanmış. Görünmüyor. Türkler için Ağrı, Ermeniler için Ararat.

İnceleme-araştırma metni olan bu kitap daha çok gözlem ağırlıklı diyebiliriz. Ece Temelkuran bu çalışmayı yaparken Amerika, Fransa ve Ermenistan´a gidiyor. Değişik meslek gruplarından ve organizasyonlardan Ermeniler´le görüşüyor. Kendi izlenimleri, röportaj yaptığı  kişilerle okuyucu arasına giriyor sürekli. Yani anlatıcının yorumları baskın bir biçimde hissediliyor. Ece Temelkuran Türk bir gazeteci kimliğiyle görüştüğü Ermeniler´in kendisine karşı tutumlarını ısrarla öne çıkarıyor. Bu önyargıya karşılık kırgınlığını, kendi hislerini ve düşüncelerini ele veriyor. Hatta bir yerde kendini, Ermeni olduğunu düşündüğü genç bir kadınla özdeşleştirerek içinden geçenleri tümüyle duygusal bir boyutta okuyucuyla paylaşıyor. Bunları okurken, kitapta inceleme-araştırma kaygısından çok bir hesaplaşma kaygısı olduğunu farkediyorsunuz. Bu hesaplaşma zaman zaman bireysel zaman zaman toplumsal bir karakter kazanıyor.

Ece Temelkuran son derece etkili ve başarılı olan anlatım tekniğiyle sadece kendini değil okuyucuyu da Ağrı´nın derinliğine yuvarlıyor. „Ermeni ya da Türk farketmez, önemli olan insan olmak!“ düşüncesi öne çıkıyor. Kitapta her ne kadar tarihsel gerçeklik fazla ele alınmamış, sadece etrafında dolaşılmış bile olsa, anlatıma hakim olan iç hesaplaşma okunmaya değer. Bu sorunsala karşı bakışaçısını pekiştirmek isteyen insanların okumaktan zevk alabilecekleri bir kitap.

Bugüne kadar yalan yanlış bilgilerle yayınlanan,  Türkleştirme politikasına hizmet eden, sözde tarih kitapları bir yana; bence bugünden sonra bu konuda samimi bir niyetle kaleme alınan her her kitap okunmaya değer. Hatta söylenen her söz, yazılan her tümce, çekilen her film, çizilen her resim toplumsal travmanın tedavisine hizmet edecektir. Günaha girmiş olsak da, belki elimiz, dilimiz yansa da bu tabunun üstüne gitmeye değer.  Cızzzz…

 

Songül Kaya-Karadağ

Close