Zamanın her olay için aynı hızda akmadığını söyler Einstein’in İzafiyet Kuramı.
Bunu biz siyasete uygularsak, zamanın her parti, her siyasi olay, hatta siyasi “figür” olan kişiler için de aynı hızda akmadığını söyleyebiliriz.
Bugünlerde AKP Hükümeti ve Erdoğan için de “Zaman çok hızlı akıyor” dersek yanlış bir şey söylememiş oluruz. Bu yüzden, zamanın “normal” aktığı dönemlerde, AKP iktidarı için bir yıla, iki yıla, beş yıla sığmayacak gelişmeler, birkaç gün içinde oluyor.
Böyle “hızlı akan zamanlarda”, klasik açıklamalar kimsenin inanmadığı “dileklere” dönüşürken günübirlik “anketler” bile gerçeği bir ucundan da olsa yakalamada başarılı olamıyor.
Onun için de olup bitenler sanki bir “talihsizlik”, bir “komplo”, daha ötesi bir “alın yazısı” gibi görünüyor.
Oysa bunlar, artık bir sürecin olgunlaştığı, başka bir safhaya evrimleştiği, yeni süreçlerin ve yeni olguların hükmedeceği bir dönemin gelip dayandığının işaretidir.
AKP ve onun “kadim lideri” için de böyle, “zamanın hızlı aktığı” günlere girdiğimiz görülüyor. Onun için, “Yok canım böyle bir şey hayatta olmaz” diyenler oluyor: Her lafı sineye çeken Arınç, “liderine” isyan bayrağını açıyor! Tam da “Biz çıkar grubu değiliz, kardeşiz. Biz dava adamıyız, bizde öyle çekişme, çatıma olamaz” diye olup bitenlerin üstü kapatılmak istenirken, daha Erdoğan, Arınç kardeşiyle bir araya gelip kucaklaştırılamamışken, bu sefer de “baba bir ana ayrı kardeş” isyan bayrağını açıyor!
Herkesin “cemaat” dediği ama kendilerinin artık “hizmet” dedikleri “Gülen Cemaati”nin AKP Hükümetinin “dershaneleri kaldırma girişimi” üstüne isyanını izliyoruz iki gündür.
Zaman gazetesi önceki gün “Eğitime büyük darbe” diye başlattığı Erdoğan ve Hükümetine isyanını dün, Milli Eğitim Bakanlığının verdiği “büyük yalan”, “kara propaganda” yanıtını da “çürüten belgeler” öne sürerek, “Böyle bir yasa darbe dönemlerinde bile uygulanmadı” diye sürdürdü. Erdoğan Hükümetinin bu uygulamasını 12 Eylül’ün cunta liderleri ve 28 Şubatçılarla kıyaslayıp AKP Hükümetini cuntacılardan bile daha “darbeci” olarak suçladı.
AKP Hükümeti ile koalisyon ortağı cemaat arasındaki bu görülmemiş sertlikteki tartışmanın odağında “dershaneler” var!
MEB, iki yıldan beri dershanelerin kapatılacağını iddia ediyordu ve şimdi anlaşılıyor ki, “dershanelerin” ve “etüt merkezlerinin” kapatılıp, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi için bir yasa taslağı hazırlamış. Cemaatin isyanı da bu yasa taslağına!
Her iki taraf da “Nasıl bir eğitim sistemi?”, “Daha iyi bir eğitim için dershaneler gerekli mi değil mi?” üstünden tartışır görünüyorlar.
Hükümet, “Dershaneler bir sömürü alanı ve eğitimin gelişmesine de bir faydası yok” derken cemaat ise; “Dershanelerin eğitime büyük katkı yaptığını, dershaneleri kapatmanın eğitim özgürlüğüne ve özgür piyasa anlayışına darbe olduğunu” iddia ediyor.
Yani eğer inanırsanız; ne AKP Hükümeti ne de cemaatin kendi politik, ideolojik, ekonomik amaçları yok, vatan millet için kavga ediyorlar!
Elbette bu yalan!
Çünkü her şeyden önce Türkiye’nin eğitim sorunu dershane sorununa indirgenemeyecek kadar büyük bir sorun olduğu gibi dershanelerin de ne eğitim özgürlüğü ne de daha iyi bir eğitim adına savunulacak bir yanı yok.
Biraz daha yakından ve ülkedeki gelişmeler ışığında bakıldığında zaten kavga da ne sadece rant, ne de “eğitimin nasıl olacağı” ile ilgili!
Dershaneler Gülen Cemaati için; yıllık 600-700 milyon TL’lik (Sektörün 2 milyar 700 milyonluk bir cirosu olduğu bunun en az yüzde 20’sinin cemaatin elinde olduğu bertiliyor) bir rant alanıyken aynı zamanda yüz binlerce liseli, üniversiteli gencin kontrol edilip, içlerinden bir bölümünün de cemaate kazanıldığı ekonomik, siyasi, ideolojik bir “sektör”dür. Bu yüzden dershaneler cemaat için hayatidir ve dershaneleri kaldırmak demek cemaatin hayat damarlarını kesmek, onun hayatiyetine saldırmak demektir.
AKP Hükümetinin bu girişimle, bir zamandan beri, bazen açık bazen üstü kapalı, bazen orada burada sıkıştırıp çatıştığı cemaatin, bu sefer hayatiyetine kasteden bir darbe vurmak istediği anlaşılmaktadır.
Olan, bir iktidar kavgasıdır ve kavganın zamanlaması ise “zamanın ruhu”yla değil ama çözüm zamanı gelmiş çelişkilerin artık küçük tavizlerle ertelenemeyeceği, üstü örtülerek görmezden gelinemeyeceği kadar büyümüş olmasıyla açıklanabilirdir.
Herhalde Zaman gazetesinin reklam departmanının adamları; eğer kendilerine gol atmak olmasa, bu kavgayı “Zamanı gelmiş bir kavga!” olarak sloganlaştırıp bilboardları süslemeyi ne kadar isterlerdi.
Çünkü bu slogan bugüne kadarki bütün “zaman” sözcüğü üstünde yaptıkları laf oyunlarından çok daha fazla gerçeği ifade ederdi.
İhsan Çaralan