Written by 15:45 POLITIKA

AB’nin „Çin sorunu“ ve Macron’un hamlesi

YÜCEL ÖZDEMİR

İçeride halkın protestolarıyla iyice bunalan, Başbakan Elizabeth Borne ile arasında gerilimin olduğu basına yansıyan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, üç günlük Çin ziyaretini dikkatleri dış politikaya çevirmek için bir fırsat olarak kullandı. Çin dönüşünde uçakta verdiği söyleşide sarf ettiği sözler Fransa sınırlarını aşarak Avrupa çapında tartışmalara yol açtı.

Macron, ABD dergisi “Politico” ve Fransız gazetesi “Les Echos”a verdiği röportajda “Avrupa’nın ABD’nin peşine takılarak Tayvan’da Çin ile çatışmaya girmesinin büyük bir tehlike oluşturacağını” açık olarak ifade ettikten sonra, “Avrupa Çin politikasında ABD’ye bağımlı hale gelmemeli, ayrı tutum takınmalı ve üçüncü bir güç olmalı” çağrısında bulunmuştu.

Bu sözlerinin adresi doğal olarak Brüksel ve Berlin.

Macron’la birlikte aynı günlerde Pekin’i ziyaret eden ve Devlet Başkanı Şi Jinpig ile birlikte görüşen AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ziyaretten önce, Macron’un aksine sert sözler sarf etmişti. Ziyaretten sonra ise von der Leyen dikkat çekici bir açıklamada bulunmadı. Üstelik kırmızı halı yerine sıradan bir törenle karşılandığı halde…

Macron ve von der Leyen’den bir hafta sonra, yani dün, Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Bearbock ve AB Dışişleri Yüksek Komiseri Josef Borrell da Çin’e gittiler. Her iki siyasetçinin ziyareti cumartesi bitiyor. Avrupalı siyasetçilerin bu ziyaretleri adeta Rusya’nın Ukrayna saldırısından önceki trafiği anımsatıyor. Baerbock ve Borrell, Rusya ve Çin’e karşı “şahinler”in başını çekiyor…

Çin Lideri Şi’nin Macron ve Fransız sermayesi için kapıları sonuna kadar açmasının arkasında elbette AB’nin blok halinde Çin’e karşı aynı safta yer almasını engelleme yatıyor. Rusya da benzer bir siyaset izlemiş, ancak savaşı başlatan taraf olması nedeniyle AB, blok halinde ABD’nin politikalarına yedeklenmiş, halka da başka seçeneğin kalmadığı propaganda edilmişti.

Çin’in Tayvan’da saldıran taraf olması halinde benzer bir tablo ortaya çıkabilir. Bu durumda Macron’un çağrılarının Avrupa’da çok fazla destek göremeyeceği bugünden söylenebilir. Ancak bu yaklaşımın asıl nedeni Fransız tekellerinin Çin’deki çıkarları olduğu açık. Ziyaret sırasında 20 ayrı ticari anlaşma imzalandı.

Macron aynı içerikteki bir konuşmayı hafta içinde Den Haag’da katıldığı bir toplantıda da yaptı. Henüz çok fazla destekçisi yok. AB Komisyonundan başlayarak birçok kurum ve ülke Çin’e karşı sert politikadan yana. Daha önce enerjide Rusya’dan bağımsızlaşmayı hedefleyen Almanya bir süredir ekonomide Çin’den bağımsızlaşmayı tartışıyor. Bunun başını, Ukrayna savaşından önce Rusya’ya karşı “şahinleri” oynayan Yeşiller ve liberal FDP çekiyor.

Alman basınında, Avrupa’nın Çin ve ABD’ye karşı “otonom bir güç” olmasını savunan Macron’un bu çıkışını hiçbir ülkeye danışmadan yaptığına dikkat çekildi. Örneğin, Süddeutsche Zeitung’da “Neden söz ediyor bu adam!” (Was redet er da!) başlığı altında Hubert Wetzel şunları yazdı: “Macron (…) bunu hiçbir Avrupa hükümetine danışmadı. Bu Avrupa ile transatlantik ittifak arasındaki ilişkilere bir saldırıdır. Macron, Gaullist naftalinlerin en aptalca ve tozlu argümanını kullandı: Avrupalıların sözde ebedi Amerikan ortaklığından kendilerini kurtarmaları gerektiği. Bu röportajıyla Avrupa’nın ABD ile ilişkisine bir kama sokmakla kalmamış Avrupa’da bir yarık açmıştır. Sadece birkaç cümleyle ancak bu kadar zarar verilebilirdi.” (10.04.2023)

Macron daha önce “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” ifade etmiş ve Avrupa ordusunun kurulması çağrısında bulunmuştu. Ancak, zaman söylediklerinin tersi yönde ilerlerdi. NATO, Ukrayna savaşıyla yeniden dirildi ve üye sayısını arttırdı. AB ordusunda ise bir ilerleme yok. Çünkü, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı bütün hesapları altüst etti.

Bugün Avrupa/AB’nin toptan Çin’e karşı ortak bir tutum alması gerçekçi bir yaklaşım değil. Özellikle “Rus fobisiyle” ABD’nin kanatları altına sığınan Doğu Avrupa ülkelerinin Çin konusunda Paris, Brüksel ve Berlin’i dinlemeyecekleri ortada. Dış politikada görece daha temkinli davranan Almanya, resmi olarak Macron’un açıklamasını değerlendirmedi. Çünkü, özellikle Yeşiller, FDP ve ana muhalefet CDU/CSU, dış politikayı ABD eksenine oturtmak için yoğun bir gayret içerisinde ve sözde temkinli SPD’de direnç kalmamış gibi. Bu nedenle, Ukrayna savaşında kısa zamanda müzakere aşamasına geçilmemesi durumunda, Tayvan konusunda birçok AB ülkesinin Çin’e karşı ABD saflarında olacağı ortada.

Bunu yaparken her ülke kendi çıkarlarına göre hareket ediyor ve etmeye de devam edecek. Dolayısıyla çelişkiler derinleştikçe, çatışmalar yoğunlaştıkça AB’de Çin politikası konusunda ortak hareket kabiliyeti giderek zayıflıyor. Hele içeride epey sıkışan Macron’un söylediklerinin Avrupa siyasetine yön vermesi mümkün görünmüyor. Almanya’nın ağırlığını koyması durumunda ise dengeler değişebilir. Ancak bunun için AB’deki bölünmeyi de göze alması gerekiyor. Gelinen aşamada, AB’yi bir arada tutuma isteği, Alman dış politikasında bir prangaya dönüşmüş durumda. Kendi çıkarlarına göre hareket ettiğinde AB’nin, AB’yi bir arada tutmaya çalıştığında kendisinin çıkarlarını tehlikeye düşürüyor.

Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık meselesi…

Close