Written by 11:00 POLITIKA

Alman sermayesi için sorumluk

CDU/CSU ve SPD arasında anlaşmaya varılan koalisyon sözleşmesi içeride emekçilere, gençlere, kadınlara, göçmenlere yönelik pek çok saldırıyı öngörürken, Alman sermayesinin emperyalist çıkarları için dış politikanın militaristleştirilmesini kendisine asıl misyon olarak belirlemiş durumda. “Almanya için sorumluluk” başlığıyla yayınlanan sözleşme Almanya’da halka karşı sorumsuzluk, sermaye için sorumluluk taşıyor.

23 Şubat’ta yapılan erken genel seçimlerinden ardından CDU/CSU ve SPD arasında başlayan hükümet kurma görüşmeleri büyük ölçüde tamamlandı. 6 Mayıs’ta CDU Genel Başkanı Friedrich Merz’in Federal Parlamento’da başbakan seçilmesinin ardından yeni kabine ilan edilecek ve “yeni hükümet” göreve başlayacak. Hükümetin kendisi “yeni” olmakla birlikte izleyeceği politikalar “eski” hükümetin devamı niteliğinde. Bu nedenle iç politikadan dış politikaya, sosyal alanlardan göçmenlere kadar bütün alanlarda eskiye göre bir ilerlemenin olacağına dair en küçük bir ibare yok. Tersine pek çok alanda kazanılmış hakların kaldırılması, daha sert politikalar izleneceği mesajı veriliyor.

“Almanya için sorumluluk” başlığı altında yayınlanan 144 sayfalık raporun önsözünün girişinde, “Almanya tarihi zorluklarla karşı karşıya. Gelecek yıllarda izlenecek politikalar, gelecekte özgür, güvenli, adil ve refah içinde bir Almanya’da yaşamaya devam edip etmeyeceğimizi belirleyecek. Bu sorumluluğun bilincindeyiz ve eylemlerimizi ve politikalarımızı buna göre düzenliyoruz. Ülkemizin ve demokrasimizin gücünün bilincindeyiz. Almanya tek başına ve dünyadaki müttefiklerimiz ve dostlarımızla yakın işbirliği içinde her görevin üstesinden başarıyla gelebilir” deniliyor.

Dünya genelinde süren emperyalist rekabet ve buna bağlı olarak artan silahlanmaya bağlı olarak, yeni hükümetin daha fazla dış politika odaklı olacağını söylemek mümkün. Daha hükümet kurulmadan 18 Mart’ta Anayasa’da yapılan değişiklikle askeri harcamalarda üst sınırın kaldırılması da bunun işareti.

Emperyalist paylaşım mücadelesinde Almanya’nın “tarihi zorluklarla” karşı karşıya olduğu bir gerçek. Dünyanın giderek ABD ve Çin arasında süren hegemonya mücadelesine bağlı olarak kamplaşmaya başladığı koşullarda, ekonomik gücünü her iki ülke ve AB’ye yaptığı dış ticaretten alan Almanya için şartlar öncesine göre çok daha ağırlaşıyor. Trump’ın ilan ettiği gümrük vergilerinin de etkisiyle yeni pazar alanları arayışı da hız kazanacak.

Hükümetin önümüzdeki dönem izleyeceği dış politikanın anlatıldığı hükümet sözleşmesindeki bölümde bir taraftan barış ve özgürlüklerin korunmasından söz edilirken, diğer taraftan askeri gücün artırılması, dış politikadaki stratejik çıkarlara bağlı olarak özgürlüklere düşman otoriter rejimlerle birlikte çalışmaya devam edileceğinin mesajı veriliyor.

Bu kapsamda bugünkü “Federal Güvenlik Konseyi” (Bundessicherheitsrat) Başbakanlık bünyesinde “Ulusal Güvenlik Konseyi”ne (Nationalen Sicherheitsrat) dönüştürülecek. Böylece dış politikadaki güvenlikle ilgili konular bu kurulda toplanacak.

UKRAYNA VE RUSYA SİLAHLANMAYA GEREKÇE

Askeri harcamaların artırılması, Almanya’nın Rusya tehdidiyle karşı karşıya olduğu üzerinden sürdürülen propagandaya bağlı olarak Ukrayna’ta tam destek veriliyor. Dış politika bölümünde yazılanlar Ukrayna politikasının sertleşerek süreceği yönünde. Müstakbel Başbakan Merz’in daha başbakanlık koltuğuna oturmadan seyir füzesi Taurusları Ukrayna’ya vereceklerini söylemesi de bunun işareti. Olaf Schol, uzun süre içerideki ve dışarıdaki bütün baskıya rağmen Taurusları Ukrayna’ya vermeye yanaşmamıştı. Komuta merkezi Almanya’da bulunan Taurusların 500 km mesafesi var ve bütün engelleri aşarak verilen koordinatları vuruyor. Bu da Almanya’nın Rusya ile doğrudan savaşa girme gerekçesi anlamına geliyor. Scholz, bu nedenle sürekli talebi reddetmişti. ABD ile Rusya arasında Ukrayna üzerinden dışlanan Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin sürecin tarafı olmak için yoğun bir çaba harcadığı biliniyor. Ayrıca, Ukrayna savaşının bitmesi durumunda dahi, Rusya’nın Avrupa için bir tehdit olmaya devam edeceği ileri sürülüyor.

Bu gerekçeyle “savuna” adı altında yapılan savaş hazırlıkları kapsamında asker sayısının artırılması için zorunlu askerlik de seçenekler arasında. Hükümet sözleşmesinde konuyla ilgili bölümde şunlar yazılıyor: “Başlangıçta gönüllülük esasına dayanan yeni ve cazip bir askerlik hizmeti oluşturuyoruz. Çekicilik, anlam ve gelişme yeteneğine katkı kriterleri, bu hizmetin yeni organizasyonu için yol gösterici ilkelerdir. Zorlu hizmet yoluyla takdir edilme, nitelik fırsatları ile birleştiğinde askerlik hizmetini yerine getirme isteğini kalıcı olarak arttıracaktır. Kendimizi İsveç askerlik hizmeti modeline göre yönlendiriyoruz. Bu yıl, askerlik hizmetinin kayıt altına alınması ve izlenmesi için gerekli koşulları oluşturacağız.”

İsveç, 2010 yılında askerliği tamamen gönüllü hale getirmişti. Ancak 2017’de Rusya’nın saldırıda bulunabileceği gerekçesiyle nedeniyle zorunlu askerlik uygulamasına geçildi. 18 yaşına giren tüm İsveç vatandaşları, kadın-erkek ayrımı yapılmadan askerlik hizmeti için değerlendiriliyor. Zorunlu olmakla birlikte ihtiyaç duyulan sayıda ve uygun görülenler hizmete alınıyor.

Bu da önümüzdeki dönemde dış ve askeri politikanın ihtiyacına göre kadın-erkek ayrımı yapılmadan askere zorunlu alınların olacağı anlamına geliyor.

Gelişmeler, emperyalist paylaşımın sertleşmesine bağlı olarak ekonomik ve askeri cephede yaşananlar, göreve başlayacak yeni hükümetin içeride ve dışarıda daha saldırgan, gerici bir hat izleyeceğini gösteriyor. Bu aynı zamanda, barış ve sosyal haklar talebiyle toplumsal muhalefetin de güçlenebilmesinin olanaklarını artırıyor. (YH)


İSRAİL VE ERDOĞAN REJİMİNE TAM DESTEK

Hükümet protokolünün 127. sayfasında, Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisi kapsamında İngiltere ile ilişkilerin derinleştirileceği ifade edilirken, Türkiye’den de “önemli stratejik ortak” olarak söz edilerek, “Türkiye, NATO içerisinde önemli bir stratejik ortak, AB’nin komşusu ve Orta Doğu’da etkili bir oyuncu olup, güvenlik politikasından göçe kadar uzanan jeopolitik zorlukların üstesinden birlikte gelmek istediğimiz bir ülkedir. Demokratik, hukukun üstünlüğü ve insan hakları durumunun köklü bir şekilde iyileştirilmesi bizim için kilit bir unsurdur” deniliyor. Başka bir yerde ise Türkiye’de son haftalarda olanlardan “üzüntü duyulduğu” belirtiliyor.

Yani Merz döneminde de, Türkiye ve Erdoğan’a “stratejik ortak” gözüyle bakılmaya devam edilecek. Bu nedenle karşılıklı çıkarlara bağlı olarak ilişkiler derinleştirilecek. Erdoğan da bu yönde bir adım atmak istediği mesajını vermişti.

Aynı sözleşmede İsrail’in güvenliğinin Almanya’nın değişmez dış politika önceliklerinden biri olarak kalmaya devam edeceği de beliriliyor. Pratikte bir karşılığı olmasa da, Filistin sorunu için iki devletli çözüm talep ediliyor.

Close