Written by 12:22 HABERLER

Almanya’daki yasa Türkiye’deki işçiyi korur mu?

Serdar DERVENTLİ / Köln

Almanya’da yeni yıl ile birlikte bir dizi yasa değişikliği ve yeni yasalar yürürlüğe girdi. Bunlardan biri de “Tedarik Zincirleri Özen Yükümlülüğü Yasası” (“LkSG”)* oldu. Yasanın yürürlüğe girmesini aralarında sendikaların da bulunduğu birçok örgüt “Doğru yönde atılmış fakat çok yetersiz bir adım” olarak değerlendiriyorlar. Bazı inisiyatifler, söz konusu yasanın AB düzeyinde hazırlanan benzeri bir yasanın altını oymak için alelacele hazırlanıp yürürlüğe konulduğunu söylüyorlar.

YASA İŞ CİNAYETLERİYLE GÜNDEME GELDİ
Alman kamuoyunda kısaca, “tedarik zinciri yasası” olarak anılan yasaya neden olan iki olay oldu.
Bunlardan ilki, 11 Eylül 2012’de Karaçi’deki (Pakistan) bir tekstil fabrikasında çıkan yangın. 259 işçinin öldüğü yangınla ilgili hukuk mücadelesi Alman mahkemelerine kadar yansımıştı. İkinci olay ise ilkinden yaklaşık yedi ay sonra Bangladeş’te yaşandı. 24 Nisan 2013 sabahı Bangladeş’in başkenti Dakka’nın bir banliyösünde sekiz katlı Rana Plaza fabrika kompleksi çökmüş ve binden fazla işçiye mezar olmuştu. Binada değişik mağazaların ve bir bankanın yanı sıra bulunan çok sayıda tekstil atölyesinde 5 binden fazla işçi çalışıyordu. Binanın çökmesiyle 1134 kişi hayatını kaybetmiş ve 2 binden fazla işçi de yaralanmıştı. Kazadan bir gün önce bile binada derin çatlaklar tespit edilmiş olmasına rağmen işçiler zorla binaya sokulmuş ve çalışmak zorunda bırakılmıştı. Atölyelerde Primark, Benetton, Mango, C&A gibi Avrupalı moda şirketlerinin yanı sıra KiK veya Adler gibi Alman şirketleri ya da onların tedarikçileri için ağırlıklı olarak ihracat için giysi üretiliyordu.

SORUMLULUK MÜŞTERİYE YIKILMAK İSTENDİ
Bu iş cinayetleri tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da geniş bir tepkiye neden oldu. Pakistan’ın Karaçi kentindeki üretimin çoğunlukla sadece Alman KiK için yapıldığı ortaya çıktı. Bangladeş’teki üretimin de Almanya’da da yaygın bir satış ağına sahip olan şirketlerin yanı sıra yine KiK ve Adler gibi Alman şirketlere yönelik yapılması ciddi tartışmalara neden oldu.
Tartışmalar “9 avroya kot pantolon satın alınırsa böyle olur”dan başlayıp, “Alman şirketlerinin bir suçu yok” ve “Sipariş veren şirket sorumluluk taşımalı” demeye kadar vardı. Almanya’daki tartışmalarda sorumluluk önce müşterilere yıkılmaya çalışıldı. Buna göre müşteriler ucuz giysi istemese, giysileri için biraz daha fazla ödemeyi göze alsa tekstil üretimi de iş gücünün ucuz olduğu ülkelere kaydırılmaz ve Almanya’da gerçekleşirdi! Tabii o zaman 9 avroya kot pantolon almak da mümkün olmazdı. Bir kot pantolon için asgari 50-70 avro arası bir fiyat ödenirdi.
Fakat Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde “Ucuz kot almakta ısrar eden kesim” kim diye bakıldığında bunların da düşük ücretli işlerde çalışan işçi ve emekçiler olduğu görülüyor. Almanya, Avrupa’nın en büyük düşük ücretli iş sektörüne sahip olmakla övünüyor. Geride bıraktığımız ekim ayında Almanya’da yasal asgari saat ücreti 12 avroya çıktı, yedi milyona yakın emekçi bu ücretle geçinmek zorunda. Kazaların yaşandığı dönem Almanya’da yasal asgari ücret bile yoktu ve çalışan nüfusun yüzde 22’sinin (8 milyon dolayında) saat ücreti 8.5 avronun altındaydı!
Her ne kadar sorun önceleri kamuoyunda düşük kaliteli tekstil ürünlerine indirgense de, bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Pakistan veya Bangladeş’te sadece düşük kaliteli olan ve piyasaya da düşük fiyatla sürülen ürünler üretilmiyor. Yukarıda adı geçen ve geçmeyen giyim mağazaları (ve markaları) iş cinayetlerinin yaşandığı fabrikalarda olduğu gibi dünyanın onlarca ülkesinde yüksek kaliteli ürünler de üretiyorlar. Aradaki tek fark kâr marjında oluyor, fabrikalardaki çalışma koşulları ise aynı.
Düşük ücretlerin hakim olduğu, iş güvenliğinin asgari koşullarının dahi sağlanmadığı, sosyal güvenlik sisteminin “Adı var ama kendi yok” olduğu birçok iş kolunda uluslararası şirket ve tekeller için üretim yapılıyor.

PEKİ YA TÜRKİYE?
Türkiye’de 7 bin 500’e yakın Alman ya da Alman sermayeli şirket faaliyet gösteriyor. Bunların önemli bir bölümü metal, elektro ve kimya iş kollarında tedarikçi şirket olarak aktifler. Bu fabrikalarda ve bunlara üretim yapan daha küçük işletmelerde de iş güvenliği, yeterli ücret, sosyal güvence ve örgütlenme özgürlüğü gibi uluslararası kriterlere uyulmuyor. İzmir’de Volkswagen, Audi, Babybjorn gibi uluslararası markalara ürün üreten “SF Trade” şirketinde örgütlenmeye çalışan Deriteks Sendikasına üye olan işçilerin başına gelenler bunlara sadece bir örnektir.
Değişik basın organlarında çıkan haberlerde Almanya’da yürürlüğe giren bu yasayla, “Şirketlere insan hakları ve çevre ihlallerine sebebiyet vermeme yükümlülüğü” getirildiği izlenimi yaratılması gerçeği tam yansıtmıyor. Her şey bir yana Almanya’da yürürlükte olan ve uluslararası standartlara uyumlu olan çalışma yasalarına karşın Amazon gibi uluslararası bir tekelde sendikal örgütlenme yıllardır değişik yöntemlerle engelleniyor, sendika üyesi işçilere çok ciddi mobbing yapılıyor ve işten atılıyorlar.
“Kelin ilacı olsa kendi başına sürer” misali yıllardır Amazon’da örgütlenmeye çalışan (Ve yer yer başarılı da olan) Birleşik Hizmet Sendikası Ver.di, yasaya haklı olarak temkinli yaklaşıyor; “Uygulanmaya başlamasıyla eksikleri daha net ortaya çıkacak” diyor.

İŞÇİLER ALEYHİNE ENGELLER
Yasanın işçiler lehine uygulanmasında birçok engel var. Her ne kadar yasa metninde Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası Çalışma Örgütünün (İLO) değişik karar ve sözleşme metinlerine vurgu yapılıp, uygulanması talep ediliyor görünse de şirketlere açık kapılar bırakılıyor.
Örneğin bina güvenliği üzerine uluslararası tanınmış (TÜV vb.) bir kurum tarafından sertifika verilmişse binanın yıkılması veya yanması halinde Almanya’daki mahkeme yolları kapalı tutuluyor. Hukukun işletilmediği, rüşvetle neredeyse her türlü sertifikanın satın alınabildiği Türkiye gibi birçok ülkede bunun ne anlama geldiği zaten biliniyordu; Almanya’daki yasa da, özünde, bunda pek fazla bir değişikliğe neden olmayacak.
Benzer bir durum çalışma koşulları, örgütlenme hakkı için de geçerli. Yasada çocuk işçi çalıştırılmaması, iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uyulması, sendikal haklara saygı ve hukuka aykırı bir şekilde taşınmaz mallara el konulmaması, tedarikçi firmaların, etnik köken, cinsiyet, siyasi görüş ve cinsel yönelim gibi nedenlerden ötürü ayrımcılık yapmama yasağına uymaları yer alıyor. Tüm bunlar da biraz önce yukarıda belirtildiği gibi, BM ve İLO sözleşmelerine atıfta bulunularak yasa metnine alınmışlar. Söz konusu ülke ILO’nun örgütlenme, çalışma koşulları vb. sözleşmelerini imzalamışsa uygulaması da bu ülkeye kalıyor.

BAŞKA ENGELLER DE VAR
“Tedarik zinciri yasası”nın işe yaramasının önünde başka engeller de mevcut. Örneğin, yasa ilk etapta Almanya’da 3 binden fazla işçi çalıştıran şirketler için geçerli olacak. Bu sayı 2024 yılında 1000’e çekilecek. Yani Türkiye ile ticareti örgütleyecek paravan bir şirket kurulduğunda bütün sorumluluklardan bertaraf edilmiş olacak. Almanya’da mahkemeye başvurma hakkı da yukarıda belirtildiği kapsamda sınırlı olacak.
Ayrıca söz konusu yasa sadece ticareti Almanya ile asıl yapan şirketi kapsayacak. Tedarikçi şirket için üretim yapan şirketler yasadan etkilenmeyecekler. Veya tedarikçi şirkette geçici çalışan işçiler altı aylık bir istihdam ardından yasa kapsamına girebilecekler. Bu ise işçi kadrosunun altı ayda bir “yenilenmesini” de beraberinde getirebilir.

ALMANYA YASAYI NEDEN ÇIKARDI?
Yazının başında belirtildiği gibi yasanın hazırlanmasında asıl olarak Pakistan ve Bangladeş’te yaşanan iş cinayetleri ve buna karşı Almanya’daki kamuoyunun tepkisi oldu. Buna rağmen “iyi bir yasa” hazırlanması yıllardır sürüyor. Almanya’da “tedarik zinciri yasası”nın şimdi yürürlüğe girmesi ise AB Komisyonu tarafından hazırlanan benzeri bir yasayla ilgili.
Almanya’nın “Avrupalı şirketlerin rekabet gücünü düşürmesine neden olabilir” diye birçok maddesine şerh koyduğu ve “ayrıntılı uygulaması üye ülkelere bırakılsın” ibaresinin eklenmesini sağladığı AB yasa taslağı, birçok uluslararası insan hakları, çevre örgütlerinin yanı sıra sendikalar tarafından “Bu haliyle bile Almanya’nın 1 Ocak 2023’ten itibaren yürürlüğe koyduğu yasadan daha ileri yasa” olarak yorumlanıyor.
Söz konusu örgütler, Almanya’nın AB yasasını boşa çıkarmak için kendi yasasını önceden yürürlüğe koyduğunu belirtiyorlar. Üye bir ülkede uygulanan bir yasanın AB tarafından çıkarılacak bir yasa içinde örnek teşkil ettiğini belirten örgütler, “Alman hükümeti bu hamlesiyle AB yasasının içeriğini daha etkin belirlemeye çalışıyor” diyorlar.

 

Close