AB’nin geleceği üzerine Avrupa’da hem sermaye hem de sol cephede birliğin geleceği konusunda değişik tartışmalar sürdürülüyor. Madrid’de bir araya gelen “AB için B Planı” inisiyatifi AB’nin tabandan yeniden örgütlenmesi gerektiğini savunuyor.
AB’nin geleceği üzerine Avrupa’da hem sermaye hem de sol cephede önemli tartışmaların yapıldığı bir dönemden geçiyoruz. İngiltere Başbakanı David Cameron’un, ülkesinin AB’de kalıp kalmayacağına dair referandum tarihini 23 Haziran olarak açıklamasıyla birlikte bu tartışmalar daha da yoğunlaştı.
Öyle görünüyor ki referanduma kadar ve çıkacak sonuca bağlı olarak da ardından AB’nin geleceğiyle ilgili daha çok tartışma yapılacak.
Çünkü AB’nin sihri bozuldu, cin şişeden çıktı…
TEKELLER UZLAŞMADAN YANA
Avrupa tekellerinin ezici bir bölümü AB’yi dağıtmadan yola devam etme niyetinde. Şimdilik tartışmaların, çıkar farklılıklarının uzlaşmayla sonuçlandırılmasının daha yararlı olacağı görüşü ağırlıkta. Ancak, kapitalizmin doğasında var olan rekabet, birbirini alt etme, pazar alanlarını ele geçirme planları sürdükçe çatışma ve çatırdama kaçınılmaz görünüyor.
Bu nedenle AB’nin geleceğinin ne olacağı farklı kesimler tarafından değişik boyutlarıyla ele alınıyor, tartışılıyor. Örneğin geçen hafta Brüksel’deki AB Zirvesi’nde İngiltere’yle sıkı pazarlıkların yapıldığı saatlerde, Avrupa solunun önemli simaları Madrid’te “B Planı: Kısıtlama politikalarına karşı demokratik bir Avrupa” sloganıyla düzenlenen kongrede bir araya geldi. Alman gazetelerin geçtiği haberlere göre, kongreye 2 bin kişi katıldı.
İlk olarak, 12 Eylül 2015’de Paris’te AB’nin baskıcı politikalarına karşı ilan edilen “Avrupa için B Planı” girişimine kıta genelinde tanınmış siyasetçiler, aydınlar, bilim insanları ve küreselleşme karşıtı hareketler destek veriyor.
Hemen belirtmek gerekiyor ki; “Avrupa için B Planı” çağrısı, kendi içinde kısa bir süre önce Yunanistan eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis tarafından Berlin’de açıklanan “Avrupa için Demokrasi Manifestosu”ndan daha tutarlı ve ileri. İlk önce “B Planı” içinde yer alan Varoufakis, bariz görüş ayrılığından ötürü hareketten ayrılmış, bu yüzden Avrupa yanlısı DiEM25’i kurmuştu.
YUNANİSTAN’A BAK AB’Yİ GÖR!
AB tarafından Yunanistan’a yapılan baskılardan derslerin öne çıkarıldığı “Avrupa için B Planı”nda “Euro, Avrupalı küçük elit bir grubun elinde politik ve ekonomik belirleyiciliği/dominatlığı kurmanın aracı haline dönüşmüş. Bu oligarşi Alman Hükümeti’nin arkasına saklanmış, Merkel’in bütün kirli işleri yapmasına seviniyor ve diğer hükümetleri işlemez hale getirmiş durumda” (Junge Welt, 20.02.2016).
Asıl hedef de şöyle özetleniyor: “Biz, bu ‚Avrupa’yı aşmaya kararlıyız. Bu, bizim halklarımız ve ülkelerimizin tabandan yeniden birleştirilmesinin temel ilkesidir.”
En önemlisi de lafta da olsa kapitalizmle AB’nin dayattığı politikalar arasında yakın bir bağ kuruluyor. Örneğin, 19 Şubat’ta Madrid’de yapılan toplantıda konuşan İspanya Sol Parti Avrupa Parlamentosu Milletvekili Marina Albiol şöyle diyor: “AB, kapitalizmin çocuğudur. Piyasalar ve finans elitler tarafından planlandı” diyor. (Neues Deutschland, 21.02.2016)
Aynı haberde toplantıda en çok “Egemenlik” kavramının öne çıktığına dikkat çekiliyor. Özellikle de Yunanistan’dan katılanlar bunu dillendiriyor. Çünkü, geçen yıl, AB’nin de içinde olduğu Troyka’nın referandum kararına rağmen SYRIZA Hükümeti’nde diz çöktürüldüğü, halkın oylarına saygı gösterilmediğinin altını çiziyorlar.
Toplantıya katılan SYRIZA’nın eski milletvekili ve ekonomist Costas Lapavitsas, Euro Bölgesi’nde kalmanın ülkenin yönetiminin Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı Mario Draghi’ye teslim etmek anlamına geldiğine dikkat çekiyor.
Bugün, “Avrupa solu”nun geniş kesimini oluşturan, aslında sol sosyal demokrat bir çizginin ötesine geçmeyen bu akımların AB üzerinde yürütmüş oldukları tartışmalarda elbette tam bir görüş birliği yok. AB içinde kalıp mücadele etmeyi savunanlardan tutun (İspanya), AB’den ve Euro’dan çıkmayı savunanlara kadar (Yunanistan) farklı görüşler var.
Asıl önemli olan ise pratik mücadele ve daha önce hiç gündeme getirilmeyen AB’nin asıl karakteriyle ilgili zaman zaman söylenmeye başlananlardır. Bütün bunlar AB’nin içine girmiş olduğu süreçte solun da yeni şeyler söylemesi gerektiğini zorunlu hale getirmiş durumda.
Bu kesimler açısından daha önce ezberlenmiş bazı şablonların AB gerçeğine uymadığı, AB’nin aslında ileri sürüldüğü gibi “ülkelerin çıkarsız ve demokratik birliği” olmadığı gerçeği artık yalın olarak görülüyor. Bu nedenle de genel olarak emekçi kesimler, özel olarak sol AB konusunda izlenecek politikaların daha belirgin hale getirilmesine ihtiyaç duyuyor. “Avrupa’da AB’nin geleceğine dair başlayan tartışmaları bu açıdan yakından izlemek, aynı zamanda AB ile tam üyelik müzakereleri sürdüren Türkiye kökenli ilerici kesimler, işçi ve emekçiler açısından da büyük bir önem taşıyor. (YH)