Written by 06:00 AVRUPA

Avrupa’da faşistler nasıl normalleştirildi?

Yücel ÖZDEMİR

Hollanda’da seçimlerin yapılıp sandıkların açıldığı, faşist Geert Willders’in birinci çıktığı çarşamba gününün öğle saatlerinde, Berlin’de de dikkate değer bir toplantı vardı.
Almanya’nın sosyal demokrat Başbakanı Olaf Scholz, faşistliği defalarca tescillenmiş, bu nedenle Alman basınında “faşist Mussolini’nin takipçisi” diye tanımlanan İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’yi başbakanlık binası önünde kırmızı halıyla karşıladı.
Eylül 2022’de yapılan genel seçimlerde partisi Frattelli d’Italia (FdL) seçimlerden birinci çıktığı için diğer sağ-milliyetçi partilerle koalisyon yaparak başbakanlık olduğuna oturan Meloni’nin seçimlerdeki en büyük vaadi göçmen ve İslam düşmanlığıydı.
Partisinin sembolü, Mussolini’nin partisinin sembolü gibi “alev” olan Meloni’nin pek çok konuşmasında Mussolini’ye övgüler düzdüğü de sır değil.
Dış politikada AB, NATO ekseninden ayrılmayan Meloni, bir yıl gibi kısa bir sürede Almanya’dan başlayarak bütün Avrupa ülkelerinde “normal bir siyasetçi” olarak kabul görmeye başladı. Bu nedenle kırmızı halıyla karşılandığı gibi, „birlikte kolay çalışılabilir bir siyasetçi“ olarak da tanımlanıyor. AB, NATO koridorlarında da faşistliğinden ötürü bir negatif yaklaşımın olmadığı söylenebilir.

ALMAN-İTALYAN EYLEM PLANI
Meloni, geçen çarşamba günü yanına aldığı yedi bakanıyla birlikte Almanya’da önemli bir ziyarette bulundu.
Her iki Başbakan’ın başkanlığında 7 yıl aradan sonra düzenlenen ortak bakanlar kurulu toplantısında, bir süredir buzdolabında tutulan stratejik iş birliği yeniden masaya yatırılarak canlandırıldı ve pek çok konuda “eylem planı” kararlaştırıldı.
Almanya’da antifaşist geleneğin parçası olan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Yeşiller ve Hür Demokrat Partinin (FDP) koalisyon hükümetinde bulunduğu bir dönemde Meloni ve ortaklarıyla ilişkiler alabildiğince derinleştiriliyor.
Toplantıda, iki ülke arasında ekonomi, teknoloji, yatırım, güvenlik ve savunma alanlarında iş birliğinin derinleştirilmesinde mutabık kalındı. Ayrıca Afrika’daki doğal gaz ve hidrojeni nakletmek üzere İtalya’dan Almanya’ya bir boru hattı çekilmesi kararlaştırıldı.
Elbette, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşan mültecilerin sayısının azaltılması da ajandanın önemli konularından birisiydi.

TEHLİKELİ NORMALLEŞME VE GÜÇLENEN FAŞİZM
Denilebilir ki; Almanya’dan başlayarak birçok ülkenin Meloni ile çıkarlar üzerine kurduğu “iyi ilişkiler”, faşistlerin normalleştirilmesinin en belirgin örneklerinden birisi. Benzer bir yaklaşımın, önümüzdeki dönemde Fransa, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerinde işbaşına gelme olasılığı bulunan aşırı sağcı, faşist partiler için de geçerli olması kuvvetle muhtemel.
Halbuki bugün faşistlerle ilişkileri normalleştirenler, bundan birkaç yıl öncesine kadar iş birliğini, ortak çalışmayı bir “tabu” olarak görüyordu. Örneğin 2000’li yılların başında Avusturya’da aşırı sağcı, İslam düşmanı Jörg Haider’in başını çektiği Özgülük Partisi (FPÖ), muhafazakâr Halk Partisi (ÖVP) ile koalisyon hükümeti kurduğunda, AB’den başlayarak pek çok kesimden protesto açıklamaları yapılmıştı. AB ülkeleri, Avusturya ile ilişkilerini geçici de olsa dondurmuştu.
Aradan geçen 20 yıllık süre içinde Avrupa’nın pek çok ülkesinde Haider ve FPÖ’yü örnek alarak siyasi güç toplamayı başaran aşırı sağcı parti ve hareketler, aşamalı olarak yerelden merkeze kadar devlet yönetiminde söz sahibi olmaya da başladılar. Parlamentolara girdikçe, devlet içinde yerleştikçe sözde antifaşist, ilerici partiler ve liderler tarafından normal olarak karşılanmaya başladılar. Bu nedenle Hollanda’daki seçimlerin ardından yaratılan hava da sermaye partileri ve basını cephesinde, tıpkı Meloni’de olduğu gibi, bir süre sonra dağılacak ve “normalleşecek”.
Son 20 yıl içinde Avrupa’da olanlara bakıldığında “normalleşmenin” faşist partilere yaradığı net olarak görülüyor. Bu süreçte, seçim kampanyaları sırasında söylediklerinin önemli bir bölümünü yerine getirmeseler de güç toplamaya devam etmeyi başardılar.
Almanya için Alternatif (AfD) partisinin Almanya’da yükseliş içinde olması da bunun başka bir örneği.
Yükselen sağırı sağ partilerin özünde kapitalist sisteme karşı olmadıkları da bu süreçte görüldü. Tersine sisteme tepki duyan geniş kesimleri demagojik tarzda başka bir yerden sisteme bağlamanın araçları haline geldiler. Emekçi sınıflara, göçmenlere, mültecilere karşı düşmanlık yaparak sosyal sorunların üzerini örtüyorlar. Hal böyle olunca egemen sınıflar istedikleri gibi emekçileri etnik kimliklere göre bölüp parçalayarak ülkeleri yönetmeye devam ediyorlar.
Mevcut sağ-sol düzen partilerinden ırkçı-faşist parti ve hareketleri zayıflatmayı beklemek artık bir hayal. Onlar faşistlerle birlikte uyum içinde çalışmanın yol ve yöntemlerini arıyorlar. Faşistler ise işbaşına geldiklerinde, zamanla onlarla birlikte çalışmayı bir yana bırakarak, kendi iktidarlarını adım adım pekiştirmenin yollarına başvuracaklar. Tarih, işbaşına gelen sağ-faşist partilerin kendileri gibi düşünmeyen, hareket etmeyenlere hayat tanımadığının örnekleriyle dolu.
Bu nedenle sosyal sorunlarla antifaşist mücadeleyi birleştiren yeni, güçlü bir toplumsal muhalefet hareketine ihtiyaç var. Bu hareket ortaya çıkmadığı sürece faşistler güç toplamaya devam edecek.

 

Close