Written by 16:49 Allgemein

Avrupa’dan 6 Mayıs izlenimleri…

Bu yıl 6 Mayıs’ta Denizlerin ayakucunda değildim. Her sefer Ankara Karşıyaka’da onlarla birlikte olurken, bu sefer Avrupa’yı dolaştım. Yine onlarla beraber tabii ki.

Bir hafta önce Londra’da Day-Mer’in toplantı salonunda 500 kişiyle birlikteydi Denizler. Ertuğrul Kürkçü’yle ben de katılmıştım. İkimizin konuşmaları alkışlandı gibi göründü, ama hayır, asıl alkışı alanlar Denizler’di. Coşkuyla anıldılar. 68’ciliğe, günümüz devrimci mücadelesine bağlanmamış geçmişin üzerinde tepinilerek rantçılığının yapılmasına yani.. “İyi çocuklar” olarak lanse edilip “bir şey yapmamışlardı ki.. yazık oldu asıldılar” edebiyatına.. Devrim ve devrimciliklerin yok sayılarak düzen içine sığdırılma girişimlerine.. Milliyetçilik ve darbecilikle suçlanmalarına karşı dimdik ayaktaydılar. Özlemleriyle.. Yönelimleriyle.. Mücadele pratikleri ve olanca mücadeleci kişilikleriyle.. ‚Filistin halkı için ölümüne mücadele edenlerin milliyetçiliği mi olur‘ demekteydiler. Deniz, “nasıl adamlar ve kadınlarsınız, sehpada söylediğim ‘yaşasın Türk ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi’ sözünden haberdar değil misiniz?” diyordu, duymasını bilene! Yine Deniz, “şu Hukuk’tan, DÖB’ten eski arkadaşım Gürkan’la bir türlü darbe beklenticiliğinden vazgeçmediği için aramız bozulup kopuştuğumuzu duymamış mıydınız?” diye dalga geçmekteydi laf cambazı kara çalıcılarla… Sorular ve yanıtlarla açıldı dünle bugün bağlantısı. Sona doğru tek bir itiraz kaldı. Atatürkçü Düşünce Derneği’ne üye bir kadın, Denizlerin Kemalistliği iddiasıyla, son sözünde Deniz’in “Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi” diye haykırıp ardından yürüyenlere kılavuz “ipi”ni işaret etmesine katılmamaktaydı. Olabilirdi.

Konu, 6 Mayıs günü, Hamburg’da, DİDF’in desteğiyle, Alevi Kültür Merkezi ve Haak-Bir tarafından hınca hınç dolu bir salonda düzenlenen anmada da tartışma konusu oldu. Sorular ve yanıtlarla açıldı. Denizler henüz Denizler olmadan, mücadeleye katıldıkları erken gençliklerinde, TİP’in parlamentarizminden, yani “yağmurdan kurtulup doluya yakalandıkları”, yani M. Belli ve H. Kıvılcımlı ağabeylerimizin “devrimci geleneğe” sahip olduğu iddiasında bulundukları ordu övgücülüğü ve “kurtarıcılığı” beklenticiliğinden etkilenmiş.., evet, “tam bağımsızlık” davasını, tarihteki “ya İstiklal ya Ölüm” demiş olan M. Kemal’le abartılı biçimde çakıştıran ağabeylerimizin peşinden yürümüşlerdi. Çizgi onların değildi. Zaten henüz Denizler de Denizler olmamış, kendi yollarından yürümeye başlamamışlardı.

Başladıkları nokta yalnızca ve geçmişleri M. Kemal’le ve Kemalizm’le nitelenebilirdi. Sonra, sadece, bir milli devrimin, Kurtuluş Savaşı’nın başında bulunmuş M. Kemal’in bu bağımsızlıkçı cılız anti-emperyalizmiyle anlaşma halinde olmayı sürdürmüşlerdi. Tıpkı İttihat Terakki gibi, bir değil, iki Kemal vardı. Kemal de yola zayıf anti-emperyalizmiyle bir milli devrimci olarak çıkmış.. Giderek 1925 İzmir İktisat Kongresi’nde herkesin gözünün içine soktuğu gibi işçi düşmanı burjuva cumhuriyetini pekiştirmek üzere, köylüye toprak reformunu değil, ama ağır vergilerle jandarma zulmünü reva görmeye devam eden, Kürdü ve hak arayışlarını silah zoruyla ezen ve “çare”yi emperyalizmle birleşmekte görüp bu işe girişen bir karşı devrimci olarak ilerlemişti. İttihatçılar da, Ermeni, Rum, Türk vb. kurucularıyla, “ya hürriyet ya ölüm” sloganıyla, Meşrutiyet’i kuran 1908 demokratik devrimini yönetmişler, ama ardından Alman işbirlikçiliğinde karar kılıp, halk ve demokrasi düşmanı çizgide, emperyalist savaşın taşlarını döşeyenlerden olmuş, Alman emperyalizmiyle el ele “cephe gerisini zayıflatan” Ermenileri katliamdan geçirmişlerdi. Emperyalizm çağında burjuvazinin açmazını kanıtlayarak, onlar da devrimle başlayıp karşı devrimle bitirmişlerdi.

Denizlerse halkların kardeşliğini yol bilmiş, buradan yürümüşlerdi. Darbeciliğe de, milliyetçiliğe de karşı kendilerini zırhlandıran sağlam mı sağlam temele sahiptiler çünkü: Yüzlerini kopmamacasına halka, işçi ve köylülere dönmüşlerdi. Öğrenci gençlik eylemiyle başlamış, ama mücadelelerini, nerede gördülerse katıldıkları, olmadı kendilerinin örgütledikleri işçi ve köylülerin mücadeleleriyle birleştirmişlerdi. 68 başka ülkelerde daralır ve sönerken, Türkiye’de, bu nedenle halklaşmış, halk hareketine dönüşmüştü.

İsviçre-Basel’de de, yine kalabalık katılımcılar, dünün ve bugünün ortak aynı sorunlarını ilgiyle tartıştılar. Ayrıca, Hamburg’da da olduğu gibi, burjuva diktatörlüğünün bugünkü “yürütme komitesi” AKP Hükümeti’nin inandırıcılık kaybı ve Türkiye işçi hareketindeki yeni mücadele eğilimi konu edinildi.

Belliydi ki, Avrupa da neoliberal saldırganlıktan fazlasıyla nasibini almakta ve geleceğe dair arayışlar burada da gündemi belirler olmaktaydı. Sadece grevlerle değil.. Tartışmalarla da.

 

MUSTAFA YALÇINER

 

Close