Written by 12:16 uncategorized

Beni oyununuza getiremeyeceksiniz!

Kendimi bildim bileli futbolu severim. İlk kez 7 yaşındayken stadyuma gittim. FC St. Pauli için sesim kısılıncaya kadar bağırdım, 1. Lig’e çıktıklarında diğer taraftarlarla beraber doyasıya eğlendim. Dünya Şampiyonası sırasında da hemen hemen her maçı izleyeceğim. Ancak  hiçbir zaman yanağıma siyah-kırmızı-sarı renkleri boyamayacağım, bayrak sallamayacağım ve ‘Almanya Almanya’ diye çığlık atmayacağım.
Bana oyun bozan diyenler çıkabilir. Fark etmez, ben bilerek bozuyorum oyunu. Siyah-kırmızı-sarı tantanalarının egemenlerin işine yarayacak bir hedef çarpıtma olduğunu, bundan en fazla aşırı sağın karlı çıkacağını biliyorum ve ‘beni oyununuza getiremeyeceksiniz!’ diyorum.
Alman bayrağının renkleri, şehirlerin görüntüsünü belirlediğinde, ‘Almanya Almanya’ çığlıkları atıldığında aslında yanlış kişiler seviniyor. Örneğin 2006 Dünya Şampiyonası’nda Hessen CDU adına yapılan açıklamada şampiyonanın milli sembollerle ilişkiyi normal hale getirdiği, II. Dünya Savaşı felaketi ve Nasyonal Sosyalizm’in milli duyguları ifade edilemez hale getirdiği ama -çok şükür- şimdi normal vatanseverliğe geri dönüldüğü belirtilmişti. Avusturya FPÖ’den Gerhard Haslinger, harika bir dönem geçirildiğini, vatanseverliğin utanmadan, cezalandırılmadan gösterilebildiğini, çok kültürlülüğün yerini tek milliyetin aldığını bildirmişti. NPD ideologlarından Jürgen Gaensel ise bayraklardan öylesine etkilenmişti ki: “ Egemenler savaşın üzerinden 60 yıl geçtikten sonra milliyetçi duyguların bastırılamayacağını, karantinaya alınamayacağını gördüler” tespitini yapmıştı.
Tamam, tabi ki Dünya Şampiyonası sırasında bayrak sallayan herkes 1936 sınırları çerçevesinde bir imparatorluk, kurulmasını, faşizmi istemiyor. Hatta bunu isteyenlerin çok çok az olduğu da söylenebilir. Ancak böylesi bir ortamda aşırı sağın kendini çok iyi hissettiği gerçeğine de gözlerimizi kapatamayız.

BİZİM KANIMIZDA VAR
Hele de vatanseverlik milli karakter veya biyolojik yapıyla birleştirilmeye çalışıldığında tepemizin tasının atmaması imkansız. 2006 Dünya Şampiyonası öncesi Ekvator milli takımı antrenörü   Luis Fernando Suárez, “Almanlar bir tank gibi oynuyor. Önlerine çıkanı yerle bir ediyorlar. Gerçekçi ve verimliler. Savaşta yaptıkları gibi silip süpürüyorlar.” demişti. Franz Beckenbauer: “ Bizim kanımızda dünyanın kıskandığı bir şey var. Hiçbir zaman havlu atmıyoruz.” derken dönemin DFB (Alman Futbol Birliği) Başkanı  Gerhard Mayer-Vorfelder olayı ‘genetik boyutuyla’ açıklayarak: “ Güney Amerika ve Afrika futbolunun genetik yapısı çok farklı. Alman oyun tarzı hedefli tahribatı ve saldırıyı içeriyor.” ‘bilimsel’ tespitini yapmıştı. Karşı tarafın saldırılarını püskürtmeyi hedefleyen oyun tarzının Alman özelliği, erdemi, karakteri olarak lanse edilmesi tamamen saçma. Çünkü ‘Alman’ denebilecek bir şey yok. Milliyetçilik, buna bağlı olarak da Alman milliyeti 18. Yüzyıl’da kapitalizm öncesi ortaya çıkan bir olguydu.  Şimdilerde Almanya olarak bildiğimiz yer 19. Yüzyıl’da farklı krallıklar ve prensliklerden oluşan bir mozaikti. Ortak bir Alman dili bile yoktu. Baden’de yaşayanlar Mecklenburg Vorpommern’de yaşayanların ne dediklerini anlayamıyorlardı bile. Ulus devletlerin oluşumundan sonra milli duyguların ortaya çıkması için milli karakter, milli tarih yaratıldı. Örneğin Romalıları Varus Çatışması’nda yenen Hermann, Almanların ‘ata babası’ ilan edildi. Milliyetçiliğe tarihi bir hava verilmeye çalışıldı ama yapılan hiç de tarihi olmayan bir şeydi.
Şimdilerde muhafazakarların Alman karakterini Öncü Kültür’le ifade etmeleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Öncü Kültür savunucuları, yıllardan beri pizza ve makarnanın Almanların en sevdiği yemekler olmasıyla bile iflas ettiler. Sirkeye yatırılmış etten yapılan Sauerbraten’ı sevenlerin sayısı gittikçe azalmıştı.  Toplumlar değişip duruyor. Görüşler, alışkanlıklar zamanla farklılaşıyor. Bu nedenle Alman karakteri, Alman milli takımı, Öncü Kültür gibi kavramlar sadece ‘Biz’ ve ‘Ötekiler’, Almanlar ve Alman olmayanlar diye toplumu bölmeyi hedefliyor.
Ama Alman milli takımının yarısının göç kökenli olması bile bu hedeften vazgeçilmesini sağlamıyor.  Mesut Özil, Andreas Beck, Lukas Podolski, Miroslav Klose, Mario Gomez, Denis Aogo, Jerome Boateng, Serdar Tasci, Sami Khedira, Marco Marin, Piotr Trochowski ve Cacau bile Alman karakterini kabul ettikleri için oradaymışlar gibi gösteriliyor. Örneğin Brezilya kökenli Cacau’nun takma adının Helmut olduğu, Almanca konuştuğu, Alman gibi ‘işlediği’, Alman milli marşını çok içten söylediği manşet oluyor. Cacau da zaten hiç bir zaman tipik Brezilyalı olmadığını, antrenmanlara Brezilyalıların yaptığı gibi 60 dakika değil sadece 20 dakika geç kaldığını, Alman zihniyetine sahip olduğunu açıklıyor. Öyleyse bütün Almanlar disiplinli, bütün Brezilyalılar ise…
Tüm bunların nedeni muhafazakarların Almanların milli duygularının zayıf olmasından duydukları rahatsızlık. Ah bir milliyetçi duyguları yükseltiverseler kimse halkın yalnızca yüzde 5’inin servetin yüzde 46’sına sahip olduğunu görmeyecek.  Halkın üçte ikisinin mal mülk ve para sahip olmadığı, sosyal hak gasplarıyla yoksullaşmanın orta tabakaya kadar eriştiği gözlerden gizlenmiş olacak. ‘Biz Almanlar’ duygusuyla sınıf farklılıkları silinme çalışılıyor. Der Spiegel dergisi 2006 yılında; ‘Almanya birleşti. Gerçekten de Hartz IV’le yaşayan da, banker de, entelektüel de Alman milli takımıyla coşuyor. Sosyal kökenin çizdiği sınırlar kalkıyor.’ diye yazmıştı. Süddeutsche Zeitung, bunu kanıtlamak için Münih’te bir köprünün altındaki evsizlerle maç izledi. Evsizlerden İndie: ‘Şimdiye kadar devlet anamızı ağlattı ama biz yine de Almanya’dan yanayız. Burada doğduk, burası bizim vatanımız.’ diyerek muhabiri kendine hayran etmişti. Halbuki İndie’nin istediği, sokaktan kurtulmak, başının üstünde bir dam ve zayıf durumda olanları korumasına alan bir toplumdu. Eline bir bayrak verildi sadece…Hala karnı aç!

SEN ALMANYASIN!
Sermaye ve politika bilinçli olarak vatanseverliğe oynuyor. 2006 yılında 25 tekel 30 milyon Euro tutarında bir kampanya başlatmıştı. ‘Du bist Deutschland- Sen Almanyasın!’ kampanyası. ‘Vatanına arkadaşın gibi davran. Şikayetçi olma, yardım isteme tersine sen ona yardım et!’ içerikli afişler, televizyon ve gazete reklamları dönemin başbakanı SPD’li Gerhard Schröder tarafından da desteklendi. Der Spiegel, Alman halkının prensip olarak acı verici kısıtlamalara hazır olduğunu, ancak bıçak kemiğe dayanınca karşı çıktıklarını, milli duygular çerçevesinde bileştirildiğinde herkesin zor zamanlarda yaşanıldığını kavrayarak  yapılanları kabul edecek güce sahip olacağını yazdı.
Sınıflı toplumlarda milliyetçilik her zaman  yoksulla zengin arasında çimento olarak kullanıldı. ‘Hepimiz aynı gemideyiz’, vatan, millet nidalarıyla yoksullar kemer sıkmaya ikna edildi. Manager Magazin dergisinden Henrik Müller,  “Küreselleşme Çağında Vatan Sevgisi- Ekonomik Faktör Olarak Vatanseverlik” adlı kitabında Almanya’da dünya çapında rekabet gücünü artırmak için kemer sıkmaya hazır olmak yerine Avrupa çapında vergi ve toplumsal yaşamın  dengeli hale getirilmesi gibi taleplerde bulunulmasından şikayet ediyordu. Diğer birçok ülkede halkın rekabet gücünü arttıracak kısıtlamaları kabul ettiğini belirterek Almanlara akıllarını başlarına toplama çağrısı yapıyordu. Kolektif gücün gösterilmesinden söz eden Müller, Alman tekellerinin çıkarları için tek vücut olmak gerektiğinin altını çiziyordu. Milli duygularla gerçekleştirilecek fedakarlık ve  feragatle küreselleşme döneminden güçlü çıkmak mümkündü.

DÜNYA İHRACAT ŞAMPİYONASI
Egemenler ve onların sözcüleri ‘Dünya Şampiyonu biz olacağız!’ derken emekçilerin azgınca sömürüsü temelinde erişilen dünya ihracat şampiyonluğundan söz ediyorlar. Onlar kafa bulandırırken bizlerin insanlara  Almanya’daki gerçek problemleri anlatmamız gerekiyor. Çocukça: “ İnşallah ilk turda eleniriz’ demek yerine örneğin Schaeuble’nin tasarruf planının sonuçları gibi emekçileri ilgilendiren sorunları gündemimize almalıyız.
Federal Hükümet, medyanın şampiyonaya endekslenmesinden yararlanarak planlarını gerçekleştirmek yolunda adımlar atıyor. Biz topun peşinden koşarken, yoksullar milli duygulara sürüklenip bayraklar sallar, sevinçle yumruklarını kaldırırken bizim sırtımızdan sosyal devlet yıkılacak. 2006’da da bayraklar eşliğinde‘Almanya Almanya’ çığlıkları atılırken Hartz IV’teki sertleştirmeler kararlaştırılmıştı. Şimdi de halk egemenlere gökten inen Dünya Şampiyonası hediyesi ile uğraşırken azgın saldırılar biçimlendirilecek. Politikacılar, bankerler, medya, kasılmadan milliyetçi duyguların gösterilmesinden yana propaganda yapıyorlar. ‘Biz ve ötekiler’ duygusunun yerli- göçmen tüm emekçilere yönelik saldırıları yenilir yutulur hale getireceğine inanıyorlar. Ama hayır, etnik kökenleri ne olursa olsun emekçiler, şehirlerini siyah-kırmızı- sarı bayraklarla donatıp bu oyuna gelmemeli.

Nils Böhlke
Çeviren: Semra Çelik

Close