Written by 11:45 HABERLER

Çeviri / Ekonomik savaş

Lucas ZEISE / Junge Welt

Ekonomik savaş emperyalist güçler arasında normdur. Güçlünün zayıfa karşı bir iktidar aracıdır. Kapitalist dünya düzeninin kurallarını güçlüler koyar. Kurallara uymayan asi devletleri malların ve sermayenin serbest dolaşımının insafından hariç tutabilir veya yeniden içeri girmelerine izin verebilirler. Ekonomik bir savaş genellikle güçlüler için askeri bir savaştan daha az maliyetli ve risklidir. Ekonomik savaştan etkilenen zayıf devletler için sonuçlar yıkıcıdır. 60 yılı aşkın süredir ekonomik savaşa maruz kalan Küba’nın hâlâ ayakta kalması bir mucize.

Milenyumun başlangıcından bu yana, dünya gücü ABD’nin kararlaştırdığı ekonomik savaşların sayısı arttı. Irak, Venezuela, İran, Libya, Yemen, Suriye bunun en çarpıcı örnekleri. Asi uluslara karşı ekonomik savaşların giderek ABD ile müttefik devletlerin ve onların kapitalist sınıflarının beyan edilen çıkarlarına karşı yönelmesi de dikkat çekici. İran’a karşı yürütülen ekonomik savaş bunun etkileyici bir örneği. İslam Cumhuriyeti’nin yanı sıra özellikle Batı Avrupa devletlerine zarar verdi ve Fransa, Almanya ve hatta İngiltere hükümetlerine karşı açık bir siyasi sahnede uygulandı. Rusya’ya karşı yürütülen ekonomik savaş bu açıdan daha da anlamlıdır. Bu, Alman tekelci sermayesine doğrudan ve anında zarar verir. On yıl önce Alman hükümetinin Yunanistan’a karşı -başarılı- bir ekonomik savaş yürüttüğü hatırlandığında mesele daha da zararsız olmuyor.

Bazen geriye hızlıca bakmak çok faydalıdır. Haziran 2017’de ABD Senatosu, Washington’daki hükümete Rusya ile enerji işi yapan şirketlere karşı istediği zaman harekete geçme yetkisi veren bir yasayı onayladı. Senato, Rus doğal gazını Baltık Denizi üzerinden taşıması beklenen ve tatbikatın amacı olan, Polonya ve Ukrayna’yı geçerek Almanya’ya giden Nord Stream şirketinin ikinci boru hattına açıkça atıfta bulundu. O dönemde yeni olan, ABD Senatosunun yaptırım seçeneklerini yalnızca iki aleyhte oyla onaylayan açık yaklaşımıydı. Federal hükümet bu tedbirden yüksek sesle şikayetçi oldu.

İlk olarak Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel (SPD), Avusturya Başbakanı Christian Kern (SPÖ) ile yaptığı ortak açıklamada Senatonun planladığı cezai tedbirlerin bazı kısımlarının “uluslararası hukuka aykırı” olduğunu belirtti. Alman-Avusturya öfkesi, “Avrupa enerji kaynaklarının genişletilmesine katılan Avrupalı ​​şirketlere karşı uluslararası hukuku ihlal eden sınır dışı yaptırım tehdidine” yönelikti. Almanya Başbakanı Angela Merkel (CDU) Gabriel’in tutumunu açıkça destekledi ve ABD’nin eylemini “tuhaf” bulduğunu söyledi. Bu, “ABD Senatosunun kendine özgü bir eylemidir”. Gabriel ve Kern yaptıkları açıklamada, ABD Senatosunun “Amerikan sıvı doğal gazının satışı ve Rus doğal gaz arzının Avrupa pazarından çekilmesi” konusunda kaygılı olduğuna dikkat çekti.

O zamanlar ikisi de ne kadar haklıydı! O dönemde Donald Trump ABD Başkanlık makamında yeniydi. Kern ve Merkel emekli oldular. Gabriel, ABD’nin kararlarını Almanya’da popüler kılmak için orada bulunan “Atlantik Köprüsü”nün başkanı. Bugün, pahalı ABD hidrolik kırma gazının Avrupa’ya satışı gelecek yıllar için güvence altına alındı. Kuzey Akımı I ve II bozuldu. Onların yok edilmesi, kurallara dayalı yeni dünya düzeninin bir parçası olarak selamlanıyor. Peki nasıl oluyor da Alman kapitalistleri Rusya ile ekonomik savaşın dezavantajını kabulleniyor? Rus doğal gazının AB’ye ithalatının yasaklanması nedeniyle en büyük müşteri olan Almanya, diğer kapitalist ülkelerle rekabette stratejik avantajını kaybetti.

Almanya için güvenilir ve ucuz enerji, savaş sonrası Batı Almanya ile ABD arasında eski bir çekişme konusuydu. Bonn Federal Meclisinde bu soruna ilişkin ilk konuşmacı savaşı 1958’de gerçekleşti. CDU Şansölyesi Konrad Adenauer, “koruyucu gücün” beyan edilen iradesine karşı Alman sermayesi için kazanılacak hiçbir şey olmadığına işaret ederek buna son verdi. Ancak 1960’larda ABD’den yumuşama rüzgarı estiğinde, Sovyetler Birliği ile borulara gaz satışı işi 1970’lerde geliştirilip gerçekleştirilebildi.

Sovyetler Birliği ile, daha sonra sadece Rusya ile yapılan uzun vadeli anlaşma, o zamandan beri Alman sermayesi tarafından övülen, Alman dış ve ekonomi politikasının temel taşı oldu. Ancak ABD politikası değişti. Fracking yöntemiyle petrol ve gaz üretimi, 2005 yılında ABD’de büyük ölçekte başladı. ABD, 2011 yılında dünyanın en büyük gaz üreticisi olarak Rusya’nın yerini alırken, 2018’de ise en büyük petrol üreticisi olarak Suudi Arabistan’ın yerini aldı. ABD 2019’dan bu yana ithal ettiğinden daha fazlasını ihraç ediyor.

Bunu şu şekilde ifade etmek daha doğru olur: ABD hükümetleri artık yüksek petrol fiyatlarını bir dezavantajdan çok bir avantaj olarak görüyor. Bu, Avrupa gaz fiyatı için daha da geçerlidir. Son yıllarda ABD hükümetleri ve ABD Parlamentosunun her iki kanadı da defalarca Rusya’dan AB’ye değil, özellikle Almanya’ya ucuz gaz verilmemesi gerektiğini ifade etti.

Olaf Scholz’dan önceki Alman hükümetleri, Alman sermayesinin çıkarları adına bu dayatmaya direndiler. Artık bu dayatma gerçektir. Yerli kapitalistler homurdanabilir ama boyun eğiyorlar. Batı’daki güçlü dostlarıyla bu tartışmayı kazanamayacaklarını hesapladıklarını varsaymak mümkün.

Çeviren: Semra Çelik

Close