Written by 10:37 uncategorized

Davası zulüm, duruşması işkence!

 Fatih Polat

 

20 Aralık 2011 tarihinde gözaltına alınan ve ardından tutuklanan gazeteci arkadaşlarımız ilk duruşmalarına 10 Eylül’de Çağlayan Adliyesi’ndeki 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde çıktılar. Dört gün boyunca sürecek davanın ilk duruşmasında olup bitenler tüm KCK davalarının mantığı ile birlikte düşünüldüğünde ‘Davası zulüm, duruşması işkence’ diye düşünmemek elde değil.

İlk baştan anlatalım. Duruşmanın başlayacağı ilan edilen saat 09.00’dan önce duruşma salonunun önündeyiz. Bizimle birlikte birkaç gazetecinin dışında pek kimse yok, yavaş yavaş diğer gazeteciler ve avukatlar da gelmeye başlıyorlar, ancak duruşmanın saat 13.00 gibi başlayacağı söyleniyor. Duruşma salonunun yan tarafındaki yeni açılmış kafeteryada davayı izlemeye gelen ve uzun süredir Türkiye’de gazetecilik yapan iki yabancı gazeteci ile tanışıyoruz.

Biri AFP Muhabiri Nicolas Cheviron, diğeri de çeşitli gazetelere haber geçen Delphine Nerbollier. Yabancı gazeteci gözüyle Türkiye’nin durumunun genel olarak nasıl göründüğünü soruyoruz, ‘Model ülke’ diye espirili bir yanıt veriyor ve ‘Yakında KCK Yabancı Basın İddianamesi de açılır’ diyorlar. Biraz sonra dava salonunun önü aralarında milletvekilleri ve yabancı heyet mensupları ile yargılanan meslektaşlarımızın yakınlarından oluşan kalabalık ile doluyor. Tabii çok sayıda da avukat var. Bu davaya yüz kadar avukat katılıyor.

Duruşma salonuna alınmak tam bir zulum. En son gazetecilerin alınacağı söyleniyor ve erken de gelmiş olsanız, bu dava bir ‘yargılanan gazeteciler davası’ da olsa, bu gerçek değişmiyor. Güç bela içeriye girmeyi başarıyoruz, ancak içerisi de farklı değil. Önce iyi olan şeyi yazalım, tutuklu olan arkadaşlarımız ile selamlaşıyoruz. Herkes tanıdığına el sallıyor ve onlardan yakınlarına el sallıyorlar.

Özgür Gündem editörlerinden Türabi Kişin ile ve Kürt basınına yıllarını vermiş Ramazan Pekgöz ile selamlaşıyoruz. Ramazan’a ‘biraz zayıflamışsın’ diyorum, o da gülerek ‘çok spor yaptırıyorlar’ diyor. Gazetemiz Muhabiri ve yazarlarından Hüseyin Deniz ile asker barikatının arasından el sıkışarak selamlaşıyoruz. Bu sıcak ortamın yanında, bu davayı karşılama kapasitesinden yoksun olan duruşma salonu gerçeği ve davayı yönetecek mahkeme heyetinin tutumu işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor. Avukatlar, kendilerine ayrılan bölüme sığmıyorlar. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Hakim Ali Alçık, izleyici bölümüne oturmalarını istiyor. Avukatlardan buna itiraz ediyor. Ayrıca tutuklu yakınları ve duruşmayı izlemeye gelen kurum temsilcileri ile gazetecilerden ayakta kalanlar var.

Yani dava büyük, ama duruşma salonu küçük. Mahkeme heyetinin salondan gelen ses üzerine ‘azarlama’ tonunda yaptığı uyarılan ciddi tepki topluyor ve alkışlarla, zılgıtlarla protesto ediliyor. Az sonra da, tutuklu gazetecilerin olduğu bölümden ‘Baskılar bizi yıldıramaz’, ‘Özgür basın susturulamaz’ sloganları duyuluyor. Mahkeme heyeti salonu terk ediyor ve salondaki herkesten salonu boşaltması isteniyor. Bir süre ‘acaba ne olacak?’ sorusu ortalıkta dolaşırken, yapılan görüşmelerin ardından duruşmanın yemek arasından sonra saat 13.00’de yeniden başlayacağı söyleniyor. Sabah duruşma salonuna girerken yaşanan işkence, yine yaşanıyor. Yine güç bela içerideyiz. Yapılan yoklamada ismi okunan tutuklu gazeteci arkadaşlarımız Kürtçe ‘Ez Livirim’ (Buradayım) diyerek yanıt veriyorlar.

Avukatlardan Baran Doğan söz alarak, Özel Yetkili Mahkemeleri yetkisiz kılan yasa değişikliğine atıf yaparak, bu mahkemenin de artık yargılama yetkileri olmadığını ayrıca bu mahkemelerin doğal yargıç ilkesine uygun olmadığı için de yargılamaya yapamayacağını belirterek mahkemenin reddini talep ediyor. Mahkeme Başkanı, Avukat Baran Doğan’a söz verirken ‘sanık’ diye seslenmişti. O da savunmasını yaparken bunu hatırlatıyor ve “Allah söyletiyor herhalde’ diyor.  Salonda bulunanlar gülüyorlar!

Ve avukatlar müvekkillerinin kendi anadillerinde savunma yapmak istediklerini belirtiyorlar. Mahkeme başkanı buna izin vermiyor. Bunun üzerine Özgür Gündem Gazetesi yazarlarından Yüksel Genç söz alarak, Türkçe bir savunma yaparak neden anadilde savunma yapmak istediklerini anlatıyor. Ancak Mahkeme Başkanı’nın tüm bu süreç içindeki tutumu, seçilmiş özel bir siyasi yargıç kıvamında. Avukatlardan biri, Mahkeme Başkanı’nın Kürtçe savunmaya izin vermeyip, Türkçe savunmaya izin vermesinin 12 Eylül cunta düsturunun bir ürünü olan ‘Türkçe konuş, çok konuş’ anlayışını yansıttığını belirtiyor. 12 Eylül yargılamalarının yapıldığı bir süreçte mahkeme heyetinin bu tavrının 12 Eylül anlayışına sadık olduğunun bir göstergesi olduğunu dile getiriyor avukat.

Öğleden sonraki bölümde savunma yapan avukatlardan biri de Eşber Yağmurdereli’ydi. Yağmurdereli ‚Kürt halkı‘ terimini kullandığı için mahkum olduğunu ve cezaevinde yattığını hatırlattı. Ayrıca 2 yıl önce Diyarbakır’da görülmeye başlayan KCK Ana Davasını da izlediğini, orada mahkeme başkanının Kürtçe savunma talebi karşısında ‚bilinmeyen bir dil‘ diye konuştuğunu belirten Yağmurdereli, „Ama siz bugün duruşmanın başından itibaren Kürtçe lafını kullandınız ve kullanmaya devam ediyorsunuz. Bu madalyonun diğer tarafından bakınca olumlu bir gelişmedir. Bugün artık insanlar Kürtçe müzik dinliyorlar, bazıları beğeniyor azıları beğenmiyor. Bu artık İngilizce, Fransızca’nın  konuşulması gibi normal bir durum. Ana dilde savunma hakkının önündeki barikat son derece zayıflamaya başlamıştır. Ve ben bunun çok geçmeden aşılacağını düşünüyorum. Sizin de katkınızla bu barikatı hep beraber kaldıralım“ dedi.

Mahkeme başkanı talepleri ve değerlendirmeleri almaya  devam edeceklerini söyleyerek duruşmayı bitirdi.

Close