Written by 09:09 POLITIKA

Demokrasiyi korumak mı?

Birkaç haftadır on binlerce, hatta bazı şehirlerde yüz binlerce kişi ırkçılığa ve AfD’ye karşı sokaklara çıkıyor. Göstericiler arasında yaşlılar, çocuklar, aileler ve genç yetişkinler de bulunuyor. AfD ile ilgili yaratıcı sloganların yer aldığı pankartlar var. Peki protestolara gerçekte kim katılıyor, kim katılmıyor? Demokrasiyi kurtarmak için sokaklara çıkan ünlü “siyasi merkez yani orta kesim” mi?

ALEV BAHADIR

AfD’nin gizli toplantısının ortaya çıkmasıyla ilgili gelişmeleri Yeni Hayat’ın son iki sayısında detaylı olarak aktarmıştık. Ancak devam eden protestolarla birlikte yeni sorular da ortaya çıkmaya devam ediyor. Federal düzeydeki anketlerde AfD üç puan azalarak yüzde 19’a düştü ancak bu sadece protestolara verilen güncel bir tepki ve yeni Sahra Wagenknecht İttifakı’nın (BSW) bir yan etkisi olabilir. Protestolar elbette AfD’ye oy verecek insanları sokağa çıkarmıyor ancak yüzbinlerce insanın toplumda nerede durduğunu ve ırkçılığın basitçe hoş görülmediğini açıkça ortaya koyuyor.

KİMLER KATILIYOR, KİMLER KATILMIYOR?

Gösterilerdeki tablo her yerde birbirine çok benziyor. Çoğunlukla orta sınıf insanlarla ve ailelerle karşılaşıyorsunuz. Çoğunlukla göç geçmişleri yok. Diyaloglarda demokrasiyi hararetle savunanlar onlar. Yaşamları boyunca FDP ve Yeşiller arasında oy kullanmış, belki de solda olan ama hayal kırıklığından dolayı artık bunu yapmayanlar. Onlar Almanya’da anayasal bir devlete ve “bir daha asla”ya derin bir inançla bağlı insanlar. Çoğu için sadece AfD değil, aynı zamanda diğer partilerin tutumu ve sürekli sağa kaymaları da bir sorun olarak görülüyor.

Elbette katılanları organizatörlerden bağımsız olarak görmek mümkün değil. Gösterileri organize eden “sağa karşı” güçlü sivil ittifakların olduğu yerlerde insanlar mevcut siyasete çok daha fazla eleştirel yaklaşıyor. Ancak SPD ve Yeşiller tarafından örgütlenirse (ki pek çok yerde böyleydi), sınır dışı edilmeleri, mülteci karşıtlığını ve Almanya ile Avrupa’nın daha fazla izolasyonunu teşvik eden hükümet politikası elbette eleştirinin dışında tutuluyor.

Göçmenlerin protestolara katılımı zamanla arttı. Ancak bu noktada hâlâ sınırlılıklar olduğu görülüyor. Irkçılık karşıtı protestolara göçmen kökenli insanların daha fazla katılması gerektiği düşünülebilir. Özellikle son yıllarda George Floyd’un ölümü ve Hanau’daki sağcı terör saldırısının ardından gerçekleşen gösterilerde çok sayıda genç göçmen sokaklarda görülüyordu. Son gösterilerdeki tablonun bu şekilde olmasının birçok nedeni var.

Özellikle son yıllarda yaşanan sağcı terör olayları ve AfD’nin gizli toplantısının ortaya çıkmasından sonra göçmenler arasında devlete karşı büyük bir güvensizlik oluştu. Sürekli baskı uygulayan veya bazı durumlarda (öldürücü) şiddet kullanan, her zaman sizi bu toplumun ikinci sınıf bir parçası gibi hissetmenizi sağlayan kurumlar ve siyasi çevreler, birdenbire ayağa kalkıp demokrasi ve eşitlikten yana olduklarından bahsediyor. Alman vatandaşlığınız yoksa en küçük düzeyde bile söz sahibi olmanıza (AB vatandaşı değilseniz) izin verilmiyor. Bir yandan önde gelen SPD’li politikacılar sınır dışı edilmelerden bahsediyor, ama aynı anda ‚demokrasinin korunması‘ propagandaları öne çıkarılıyor. Uluslararası bağlamda Annalena Baerbock Gazze’de ateşkes çabalarını engelliyor ama Yeşiller Müslümanların Almanya’nın bir parçası olduğunu savunmaya çalışıyor. Friedrich Merz’in söylediği neredeyse her cümle ise önyargı ve nefretle dolu ve aynı CDU/CSU, eylemlerde insan onuru hakkında konuşmak istiyor.

Elbette bu çifte standart göçmenleri etkilemekte. Ama tek neden bu değil; sosyal ve ekonomik korkular, zaten zayıf olan siyasi katılım ve menşe ülkelerin (örneğin Türkiye) hükümetlerinin bölme girişimleri de toplumsal, siyasal konularda göçmenlerin daha aktif katılımını sınırlayan etkiler yaratıyor. Ve bu sınırlılık sadece son yaşanan olaya özgü değil, aşılması da bir süreç gerektiriyor kuşkusuz.

Bu yüzden yerli ve göçmenler arasındaki ilişkilerin güçlenmesine ihtiyaç var. Irkçılığın yanı sıra toplumsal sorunlara ve savaşlara da karşı çıkan güçlü bir birlik. Sonuçta bu konular, AfD’nin insanları kazanmak için kendine mal edebildiği konular. Şu anda ihtiyacımız olan şey, protesto amacıyla AfD’ye oy veren insanları (ki aşırı sağın yanında bunlardan çok sayıda var) ilerici mücadeleleri destekleyecek şekilde kazanabilecek bir toplumsal hareket.

PEKİ YA ORTA KESİM?

“Siyasi merkez” bir masaldır. Bize apolitik bir yaşam idealini aktarmak isteyen ve bu sayede sağ ile solun “uç noktaları” arasındaki sözde yakınlığı göstermek isteyen bir fantezi. Hiç kimse kendi keyfine göre belli yönlere eğilmez. Yani Friedrich Ebert Vakfı’nın Mitte çalışmasının “radikalleşme” olarak adlandırdığı şey yalnızca tarafların daha net bir şekilde çizilmesidir ki, zaten bu daha farklı olamaz. Halkın komplo hikayelerine olan inancı artarken, devlete olan güvensizlik de artıyor. Bu mutlaka olumsuz değildir. Sonuçta şirketlerin çıkarları doğrultusunda ve emekçilerin çıkarlarına aykırı çalışan bu siyaset güvensizliğe yol açıyor. Sağlık ve eğitimde tasarruf yaparken savunma harcamalarını artırırsanız; bu mülteci karşıtı duyarlılığı daha da artırır. Ancak sol güçler bu hoşnutsuzluğu değerlendirmezse, sağ güçler yararlanacaktır. Yani bu işin ortası yok.

Close