Written by 13:07 uncategorized

Dünün serserileri bugünün cihatçıları

 0101

Aynı özelliklere sahip birden bire cihatçı olan yüzlerce genç olması sürpriz değil. Sömürge zihniyeti, ırkçı politikalar ve cihatçılar, gericilikte birleşerek gençleri katillere dönüştüren zemini birlikte yaratıyorlar.

Paris’in ünlü Bastille Meydanı’na çok yakın bir mahallede, 7 Ocak günü saat 11.30’a doğru, iki cihatçı kardeş, Charlie Hebdo adlı haftalık mizah dergisinin binasını, genişletilmiş redaksiyon toplantısı esnasında ellerinde kaleşnikofla, çanta ve arabalarında sakladıkları molotofkokteylileriyle basarak büyük bir katliam gerçekleştirdi. Derginin yöneticileri de içinde olmak üzere 8 gazeteciyi, 2 işçiyi ve iki de polisi katlederek kaçtı. Bu satırlar yazılırken hastanede 4’ü çok ağır, 11 yaralı bulunuyordu.

Charlie Hebdo bu binaya bir yıl önce taşınmıştı, zira kasım 2011 tarihinde binaya molotofkokteyli atılmış ve bütün arşivler ve ofisi yanmıştı. Yeni binada ise Charlie Hebdo ekibi arşivleri ayrı bir yerde tutmaya karar vermişti. İki cihatçı kardeş tırnaklarına kadar silahlanmış ama acemice önce 10 metre ilerdeki arşive girerek “Charlie Hebdo burası mı?” diye bağırmış, bir el ateş ettikten sonra yanıldıklarını anlayıp doğru binaya girmişlerdi.

3 katlı binanın 2. katında olan ve kapısında dijital kodu olan ofisin ise nerede olduğunu bile bilmiyorlardı. Önce orada çalışan işçiye ateş açmış, ardından Charlie Hebdo’da çalışan ve o arada dışarıda olan birisini tehdit ederek içeriye girebilmişlerdi. Önce derginin yayın yönetmeninin gösterilmesini istemiş, kendilerinin Magrip el Kaide den olduklarını belirtmiş ve ardından da herkesin üzerine ateş açmışlardı. Tüm bunlar 5 ile 10 dakika sürmüştü. Basında yayınlanan ve yan binanın çatısından çekilen görüntülerde iki kardeşin “Allahu ekber” ve “Charlie’yi öldürdük” dedikleri duyuluyor. Ardından olay yerine gelen bisikletli iki polisin üzerine ateş açıyor ve yaralanıp yere düşenin yanına koşarak öldürüp arabaya binip kaçtıkları görünüyor.

 

KATLİAMA SÜPRİZ DENİLEBİLİR Mİ?

Said ve abisi cihatçı olmadan önce yaşadıkları yerlerde serseri olarak bilinen, esrar satan, hırsızlık yapan, mahallenin gençlerini gasp eden kişilerdir. Aynı özelliklere sahip ama birden bire radikal dinci olup da uluslararası düzeyde dini savunan, cihat için Irak’ta, Suriye’de ya da Fransa’da silahlı eylem yapan yüzlerce genç var. Ezici çoğunluğu ‘80’lerin sonları, ‘90’ların başında doğmuş. Kasım ayında, Birleşmiş Milletlerin bir raporuna göre 80 değişik ülkeden 15 bin kişi yurt dışından IŞİD’e katılmış. 3 bini AB ülkelerinden gidenler. Yaklaşık 500’ü de Fransa’dan gitmiş ama İçişleri Bakanlığının verilerine göre 1100 kişinin şu veya bu şekilde cihatçılarla ilişkisi var, ilk fırsatta Suriye’ye gitme planı yapan da 300 kişi olduğu tahmin ediliyor.

Suriye’de IŞİD’e katılan Fransızların 215’i ise tekrar dönmüşler. Ve Fransa bunlardan birisinin bir silahlı ya da bombalı eylem yapmasını beklerken, saldırı tüm hayatını burada geçirmiş iki kardeşten geldi. Buna bir sürpriz denebilir mi? 2012 mart ayında 7 kişiyi katleden Muhammed Merah aynı özelliklere sahip değil miydi? Fransa’da hırsızlıktan, gasp ya da esrar satmaktan cezaevine düşen onlarca gencin çıktıktan sonra cihatçı olmasını sadece bireysel eğilimlerle açıklayabilir miyiz? Neden Fransa’da doğmuş, anne ve babasının dilini yarım yamalak konuşan, uzun yıllar dine hiç bir ilgi göstermeyen onlarca genç cihatçıların İnternet üzerinden yayınladıkları videolara kulak kabartıyor?

 

SÖMÜRGECİLİĞİN ÖLÜMCÜL MİRASI

Bu soruların cevaplarını doğru anlamanın ilk koşulu bu gençlerin toplum içerisindeki yerlerine bakmaktan geçiyor. İkincisi Fransız devletinin politikasının ne olduğunu anlamak ve bu kişilerin İslam içinde bir kimlik arayışında olmalarının nedenlerine bakmak gerekiyor. Bu kişilerin ezici bir çoğunluğunun Fransa’nın eski sömürgesi Afrika ülkeleri kökenli olduklarını görebiliriz. ‘Kökenli’ diyoruz, zira bunların bir kısmının babaları bile Fransa’da doğmuş, ve “sorunlu” evlatları aslında fiili olarak Fransızlardır. Ama Fransa sömürgeci geçmişi ile hiçbir şekilde hesaplaşmadığı gibi yaklaşık on yılda bir kaç defa “sömürgeciliğin iyi rollerini” okullarda öğretmek için reformlar gündeme getirdi. Buna bir de Fransa’nın aynı ülkelerle sömürge ilişkilerinin devam ettirdiğini eklerseniz, bu kişilerin sosyal olarak toplumun en alt sınıflarını temsil ettiğini, işsizliğin olağanüstü derecede yüksek olduğunu eklerseniz, Fransa devletinin göçmenlik politikasına dair izlediği politika konusunda fikir sahibi olabilirsiniz.

Aslında Fransa’nın göçmen politikasının açıktan sömürgeci bir güç olduğu dönemde izlediği asimilasyoncu politikanın bir devamı olduğu söylenebilir. Bugün de, bu ülkeler kökenli gençler tam olarak vatandaş sayılmamış, her zaman ikinci sınıf muamelesi görmüştür. Bu politika 2001’de İkiz Kulelere yapılan saldırıdan sonra daha da belirgin hale gelmiş, Müslüman kökenli sayılanlar, hatta “Arap kafalı” denenlerin tümü potansiyel suçlu muamelesi görmüştür. Ezici çoğunluğu banliyölerde yaşayan bu gençlerden yoksulluk ve işsizliğin yanı sıra neredeyse polis ırkçılığını yaşamamış olanı bulamazsınız.

Ama sorun sadece polislerle bitmiyor.. Sarkozy cumhurbaşkanıyken defalarca tüm “Arap kafalılar”ı açıktan potansiyel suçlu ilan etmiş, bunlara karşı Ulusal Kimlik Bakanlığı kurmuş, yapılan her isyan, polisler ile yaşanan her çatışma, toplum içinde bu kişilere yönelik ön yargıların daha körüklenmesine vesile edilmiştir. Dolayısıyla yabancı düşmanı Ulusal Cephe gibi aşırı sağcı partilerin yükselmesinin zemini oluşturulmuş ve bu parti geliştikçe de toplum içinde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kök salmıştır. Elbette tüm bunlara bir de Ortadoğu’daki işgalleri, emperyalist saldırıları ve katliamları eklemek gerekiyor. Zira bunlar Müslüman ülkelerde olduğu için cihatçı şebekelerin en fazla propaganda ettikleri olaylar arasında yer alıyorlar. İşte mahallesinde esrar satmaktan içeriye düşen gençlerin 1-2 yıl içinde radikal İslamcı olup IŞİD gibi terör örgütlerine katılmak için Suriye’ye gitmeye kalkmasının perde arkasında ki nedenlerinden sadece bir kaçı bunlardır.

 

ULUSAL BİRLİK DEĞİL BİRLİKTE YAŞAM

Charlie Hebdo’ya saldırı olduktan hemen sonra olay yerine gelen François Hollande ilk konuşmasında “ulusal birlik” çağrısında bulundu. Ardından tüm siyasi güçler de çağrıya cevap vererek hükümeti destekleyeceklerini açıkladılar. Ama 3-5 gün sürecek “ulusal birlik”in ciddi ve tehlikeli bir sorun haline gelen bir sorunu çözmeyeceği açık. Açık olan başka bir şey ise bu tür terör saldırılarının toplum içinde yabancı ve Müslüman düşmanlığını güçlendirdiğidir. Aslında bu terör örgütlerinin istediği de budur. Toplum içinde artan dışlama bunların daha fazla genci, daha hızlı bir şekilde etkilemelerini kolaylaştırmaktadır çünkü tıpkı  aşırı sağcı, ırkçı partiler gibi onlar da toplumun ezilen sınıflarının bölünmüşlüğü üzerinden politika yapmaktadırlar. Gerici güçler birbirlerine karşı görünse bile aslında birbirlerini güçlendiren bir siyasi çizgi içindeler.

Dolayısıyla burada sorumluluk, ülkenin gerçekten ilerici ve demokrat güçlerine düşüyor. İşçi sınıfının din, dil, kültürel bölünmüşlüğüne karşı mücadele, sınıfın ortak talep ve sorunları için yapılacak her mücadele, hem Fransız gericiliğini, hem de İslamcı gericiliği zayıflatabilir.

 

Deniz UZTOPAL
Paris

 

KUAŞİ KARDEŞLER KİMDİR?

32 ve 34 yaşındaki Şerif ve Said kardeşler 2000’li yıllardan bu yana cihatçı olarak tanınan, hapse girmiş ve Fransa’ya silahlı eylem yapma eğilimli olan iki kişi. Küçük kardeş Said, 2003’te Paris’in 19. bölgesinde faaliyet içinde olan bir cihadist grubun üyelerine takılıyor ve ta bu yıllarda silahlı eylemler yapma hesapları içinde. Yalnız Grubun Şefi ve İdeologu Farid Benyatu, Said’i Fransa’da değil de ABD tarafından işgal edilen Irak’ta mücadele etme konusunda ikna ediyor. Mahalleliler tarafından serserilik yapmakla tanınan Said ikna oluyor ve dinsel ve silahlı eğitim alıyor. 2003 ile 2005 yılları arasında grubun üyeleri teker teker dikkati çekmeden Irak’a gitme planları yapıyor ve bir kısmı Suriye’ye gidiyor. Ama grubun yavaş yavaş dağılması dikkati çekiyor ve Said, 2005’de Irak’a gitme teşebbüsünde bulunduğunda  tutuklanıyor ve 3 sene ceza alıyor. Ocak 2005’den ekim 2006 arasında cezaevinde kalan Said, burada tanıştığı Camel Bedhal’ın etkisi altında daha radikal bir cihadist olarak çıkıyor cezaevinden.

2001’de Paris ABD Başkonsolosluğuna bombalı eylem tertiplerken tutuklanan Camel Bedhal 10 yıl hapis cezasına çarpıtılmış ama içeride ve gruplarının esas sorumlusu olan ve 1995’de Paris’te Saint Michel metrosuna bombalı eylem yapmaktan müebbet cezası almış olan Smain Ait Ali Belkasem’i kaçırmak için planlar yapıyor ve Said’i bu planın bir parçası haline getiriyor.

Said, temmuz 2013’de tamamen beraat eder. Yalnız bu grubun diğer aktif üyelerinden birisi, Salim Bengalem tutuklanmadan kaçar ve Suriye’ye gider. Bugün Salim Bengalem Suriye’de IŞİD’in üst sorumlularından birisi olarak görev yapıyor. Yazı yazıldığında IŞİD saldırıyı üstlenmemişti, ama eğer üstlenirse bunun Salim Bengalem ile Said Kuaşi’nin ilişkileri üzerinden yapabileceği tahmin ediliyor.

 

TUNUSLU LİDERLERİ KATLEDENLE AYNI GRUPTAN

Paris’in 19. bölgesinde cihadist grubunun saldırıları sadece bunlarla da sınırlı değil. Tunus’ta Halk cephesinin iki lideri Şukri Belayid ve Muhammed Brahmi’yi katlettiğini 17 aralık 2014’de itiraf eden Fransa-Tunus çifte vatandaşı olan Bubaker Al-Hakim, Fransa’da yaşadığı yıllarda tam da bu cihadist hücresinin üyesi olmuş ve yayınlanan belgelerde Said Kuaşi’nin çok yakın arkadaşı olduğu görülüyor. Paris-Şam-Tunus üçgeninin yapılan katliamda payının ne kadar olduğu önümüzdeki günlerde daha da netleşecektir.

 

Close