Written by 15:26 Allgemein

Ekonomik kriz aşıldı mı?

Ekonomi dünyasının gündemini son günlerde adeta bir tartışma belirliyor: Dünya ekonomisi krizi aştı…

Bu tartışma bazı ekonomik gelişmelerden esinleniyor. Kabaca özetleyecek olursak: Çin, Hindistan ve Brezilya gibi “geçiş ülkeleri”, eski çapta olmasa da, büyümeye devam ediyorlar. ABD, Almanya, Japonya gibi ileri kapitalist ülke ekonomilerinde de, üç aylık ya da aylık bazda, kısmi canlanma belirtileri görülüyor. Örneğin krizin derinden sarstığı Japonya’nın, bu yılın ikinci çeyreğinde (Nisan-Haziran 2009), bir önceki çeyreğe göre % 0,9 oranında büyümesi gibi.
Dünya borsalarında da canlanma belirtileri gözleniyor. Borsalar, dibe vurdukları Mart 2009’dan beri yükselişte. Örneğin New York Borsası’nda Dow Jones endeksi, son altı ayda % 45 yükseldi. Frankfurt Borsası’ndaki DAX da geçtiğimiz marta göre, % 65 oranında bir yükseliş kaydetmiş durumda.
Bu gibi veriler, iyimser bir havanın yayılmasına neden oldu. Dahası, IMF, “küresel resesyonun sona erdiği, ancak dün-ya ekonomisinin toparlanmasının zaman alacağı”nı açıkladı. Bu yılın küçülme oranını % 1,1 olarak düzelten Fon, dünya ekonomisinin 2010’da % 3,1 büyüyeceği tahmininde bulundu.

Çeyrek gerçekler
Sanırız, bu veriler karşısında sorulması gereken soru şu olmalı: Bu “iyileşmeler”in boyutu ve kaynağı ne? Bu veriler, dünya ekonomisinin krizden çıkışının göstergeleri sayılabilir mi?
Olup biteni bir örnekle de açıklayabiliriz: 10 metrelik bir çukura düşmüş birinin, 2 metre yukarı tırmanmasından u-    mutlanılıyor. Bu arada ama, çukurdan çıkabilmek için daha 8 metrenin bulunduğu hasıraltı ediliyor. Ve böylelikle, tırmanan kişinin geriye kalan 8 metreyi de aşacak mecali varmış gibi konuşuluyor. Oysa, dünya ekonomisinin hal ve görüntüsüne baktığımızda, onun bu mecalinin henüz bulunmadığını söylemeliyiz.
Birincisi; borsadaki canlanma (bkz. kutu) ve ekonomik büyümeyle ilgili yaratılan intiba ile gerçek örtüşmemektedir. Örneğin Japon ekonomisinin ikinci çeyrekteki % 0,9 oranındaki “büyümesi”, bir önceki çeyreğe (Ocak-Mart 2009) göre hesaplanmıştır. Ancak, 2009’un ikinci çeyreğini, bir önceki yılın çeyreğiyle kıyasladığımızda, Japon ekonomisinin aslında % 7,2 oranında küçülmüş olduğunu görü-rüz! Yani, gerçekte büyüme falan yok, tersine ekonomi sadece daha az küçülmüştür!
Sadece Japonya değil, Avrupa kıtasında da durum farklı değil (ABD’den bahsetmeye gerek bile yok). Geçen yılın aynı çeyreğiyle kıyaslandığında Avrupa Birliği ekonomisindeki daralma, bu yılın ilk çeyreğinde % 4,8 idi. Daha iyimser beklentilerin aksine, daralma ikinci çeyrekte de % 4,9’u buldu. Aynı kıyaslamayla ikinci çeyrekte AB’nin büyük ekonomilerinden İtalya % 6, Almanya % 5,9, İngiltere % 5,5 ve Fransa % 2,8 küçüldü. Rusya ekonomisi ise bu yılın ilk 8 ayında % 12,5 küçüldü.
İkincisi; krizin derinleşme hızındaki bu yavaşlamanın gerisinde sağlam bir temel de yok. Ekonominin küçülmesindeki bazı yavaşlamalara ilişkin pek çok faktör burada sıralanabilir. Başta ABD’de olmak üzere merkez bankalarının, kredi siste-    mini ayakta tutmak için bankalara neredeyse sıfır faizle pompaladığı trilyonlarca dolarlar; hükümetlerin yine trilyon dolarla ifade edilen konjonktür paketleri, başta Çin olmak üzere bazı ülkelerin ve tekellerin hammadde alımında bulunmaları vb. faktörler ilk akla gelenlerdir. Sözü edilen “iyileşmeler”in gerisinde esasta bu tür faktörler bulunmaktadır. Ancak, bu tür tedbirler krizlerin aşılmasını sağlayamazlar. Şimdi de olduğu gibi, bir yandan düşüşün hızını kesmeye, diğer yandan da sermayeye soluk vermeye yararlar.

İstem büyük  olanaklar küçük

Krizin gerçekten aşılabilmesi için, son tahlilde; ya üretilen metaların (pazar için üretilen mallar) fiyatlarının, kitlelerin alım gücünün seviyesine düşürülmesi ya da kitlelerin alım gücünün bu metaları satın alabilecek bir seviyeye çıkartılması gerekir veya ikisi de olmalı. Bu açıdan tabloya baktığımızda, başta ileri kapitalist ülkelerdeki durum iç açıcı değildir.
ABD’de krizle birlikte 7,6 milyon kişi daha işsiz kaldı. Yani şu anda resmi rakamlarla 15,2 milyon kişi işsiz! Bu, 1929’daki Büyük Buhran’dan bu yana, en yüksek seviyedir. Bugün ABD’de yaklaşık 36 milyon insan, kişi başına 133 dolara satılan ve bir aylık alışveriş için geçerli olan “gıda karneleriyle” karınlarını doyuru-    yorlar!
Dünya Bankası Başkanı Zoellick’e göre, kriz nedeniyle bu yıl sonu itibarıyla; 90 milyon kişi daha olağandışı bir yoksul-lukla yüz yüze gelecek, 60 milyona yakın kişi de işini kaybedecek.
Öte yandan, mevcut ekonomik krizin kendisini bir finans krizi olarak dışa vurmuş olması, krizin aşılması olanaklarını da ağırlaştırmıştır. Örneğin sadece ABD Hükümeti ve Merkez Bankası, krizin patlak vermesinden bu yana, “ekonominin ve kredi piyasasının canlanması” için 12 trilyon (!) Dolar harcamış, borç vermiş ve kefil olmuştur! Ve sadece ABD’nin değil, hemen hemen tüm ileri kapitalist ülkelerin devlet borçları astronomik rakamlara ulaşmıştır. Almanya’nın 1,6 trilyon Euro’yu bulan devlet borcu, gayri safi yurt içi hasıla-     sının % 80’ne yaklaşmakta (Japonya’nın % 200’ü geçmekte). Bu borcun faizi, saniye başına 4.446 euro artmaktadır! Mali sermaye için adeta “sonsuza kadar” garanti kar demek olan bu durum, hükümetlerin “krizle mücadelelerini”, özellikle de kitlelerin alım gücünü bir defaya has önlemlerle diriltmeyi de içeren “konjonktür     programları” için kolaylaştırıcı bir faktör olmasa gerek.
Kısacası; devlet borçlarının ve bütçe açıklarının mali sermayeyi kurtarma amacıyla had safhaya çıktığı ve üstelik buna rağmen finans sektöründeki “zehirli varlıklar” tam temizlenemediği; işsizliğin giderek yükseldiği ve reel ücretlerin de düşmeye devam ettiği; dolayısıyla kitlelerin alım gücünün de artmadığı koşullarda; bazı sektörlerdeki kısmi çeyrek yıllık “iyileşme” belirtileriyle, bu köklü ekonomik krizin aşılması yoluna girildiği iddialarının ciddiye alınamayacağı tartışmasız olsa gerek!

“Kahın”ce sözler
Krize ilişkin öngörüsünün doğrulanmasıyla “kahin” olarak adlandırılan New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Nouriel Roubini, dünya ekonomisinin toparlanmaya başladığı yö-
nündeki yorumlara katılmadığını açıkladı. Roubini, BBC’ye verdiği demeçte, “finansal kriz henüz sona ermedi. Tüketicilerin alış veriş yapmadığı, borç yükünün ağırlaştığı, tüketicilerin tüketimi kıstığı ve daha fazla tasarrufa yöneldiği bir ekonomi görüyorum. Finansal sistem zarar gördü ve şirketlerde, fazla kapasite yüzünden daha fazla sermaye harcaması görmüyorum”  dedi.

Borsalar İş başında!
Dünya borsalarındaki son altı aylık canlanmaya bakıldığında, insanın “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” diyesi geliyor. Dünya ekonomisi büyük bir kriz içinde debelenirken, borsa endeksleri yükseliyor! Endeksleri yükseltici pek çok etkenden söz edilebilir elbette, ancak bu hareketliliğin asıl nedeni ne?
Örneğin Avro bölgesinde, bankaların sınai şirketlerine ve tüketicilere verdiği kredilerde bir artış görülmüyor. Zira kriz, yatırımları geriletmiştir.
İlginç bir durum: Devasa yatırım bankaları ve büyük mali şirketler, halkın parasıyla kurtarılıyor. Ancak, kredilere gereksinim duyması gerekenler (sinai şirketler, tüketiciler vb.) bu kredileri kriz nedeniyle çekmiyorlar! Neredeyse sıfır faizli kamu parasıyla kasalarını dolduran bankalar ne yapıyor? Borsada spekülasyon!
Bu mali şirketlerin önemli bir kısmı aslında fiilen iflas etmiştir. Devlet desteğiyle ayaktadırlar. Şimdi, gerçek durumlarıyla kağıt üstündeki durumları birbiriyle tezat oluşturan bu mali şirket ve bankalar, borsada spekülasyon yaparak yeni karlar elde etmeye çalışıyorlar. Banka ve mali şirketler buarada kamu kaynaklarını da birbirlerinden çalmaya çalışıyorlar! Böylelikle, sadece kağıt üstünde değil, gerçekten de iflastan kurtulmaya çalışıyorlar.
Ve bu işler, ekonominin genel olarak büyümediği koşullarda oluyor. Yani, borsalarda yeni bir “köpük” oluşuyor! Bankaların bilançolarındaki “zehirli varlıklar” ise, oldukları yerde duruyor! Dahası var: Bugün batık kredilerin üçte ikisi ticari gayri menkuller, kredi kartları ve sanayiye verilen borçlardan meydana geliyor. Demek ki, mali sektör zehir kusmaya devam edecek!
Özcesi: Dünya pazarlarında üretimi artırmayı gerektirecek bir talep olmadığından, sanayinin kredi talebi de az. Spekülasyon ise, merkez bankalarının trilyonlarıyla büyüyor! Gerçekte iflas etmiş olan büyük mali kuruluşlar, bu trilyonları birbirinden kapmanın spekülasyonunu yapıyorlar. Demek ki borsa, vatandaşın parasıyla ayakta tutuluyor!
Bu durumda, merkez bankalarının, büyük bankalara para aktarmaları, piyasaya bol ve ucuz para pompalamaları, adeta yangını benzinle söndürmeye benziyor!

GAZİ ATEŞ

Close