Nürnberg Edebiyat Günleri’nin organize komitesinde yer alan Susanne Schneehorst ile etkinliğin amacı ve geleceği üzerine konuştuk. Schneberger, kitap günlerinde geçmişteki ve şimdiki ortaklıkları görüp görüş alışverinde bulunmanın entegrasyondan daha önemli olduğunu düşünüyor.
Yücel Özdemir / Nürnberg
Edebiyat günlerinin içeriğini nasıl belirliyorsunuz? Bir yandan Türkiye’den misafirler, diğer yandan Almanya’dan yazarlar. Kültürel bir alışveriş mi amaçlanıyor?
Alman-Türk Edebiyat Günleri Junge Stimme Derneği’nin inisiyatifiyle başladı. Ben şehir kütüphanesinde çalışıyordum. Şimdi emekliyim. O dönemde şehir kütüphanesi ve şehir kültür idaresi etkinliğe partner olmuştu. Sanırım 5-6 defa birlikte organize ettik. Bu 11. si ve ben 7-8 defa katıldım. Ama esas olarak herşey Junge Stimme derneğinin inisiyatifiyle başladı. Onların yardıma ihtiyacı vardı, ben de kütüphane çalışanı olarak kitaplar, Türkçe’den çeviriler hakkında daha fazla bilgi sahibiydim.
Yazarlar arasında alışveriş ilk sırada yer alan bir amaç değil. Türk edebiyatını burada yaşayan Türkiye kökenlilere ve tabi ki diğer edebiyatseverlere tanıtmak istiyoruz. Tabi ki bir problemimiz var: Edebiyatın Almanca’ya çevrilmiş olması gerekiyor. Bu yüzden Türkiye’den sadece eserleri düzgün şekilde Almanca’ya çevrilmiş yazarları getirebiliriz. Edebi eserlerin öyle anında sözlü olarak çevrilmesi mümkün değil çünkü. Mutlaka yazarın kitabı Almanca basılmış olmalı. Bu da bizim sınırlarımızı daraltıyor. Maalesef Almanca’ya çevrilen Türkçe eser sayısı görece az. Pandemiye borçlu olduğumuz bir şey vardı; o da, Mesut Bayraktar, Ronya Othmann gibi burada yaşayan, buradaki konuları yazan yazarları edebiyat günlerine katmamız. Ancak pandemi nedeniyle Ayşe Kulin gibi söz vermesine rağmen hastalık nedeniyle gelemeyen yazarlar da oldu. Ayşe Kulin’i burada yaşayan Türkiye kökenlilere de, diğer edebiyatseverlere de tanıtmak isterdik. Can Dündar’ın açış konuşmasında bir şey dikkatimi çekti, burada yetişen Türkiye kökenli gençler, konuşmayı Almanca çevirisinden dinlediler.
ALMAN EDEBİYATINI TANIMAK İÇİN ALTERNATİF ÇOK
Almanca yazan, Almanca konuşan göç kökenliler var. Edebiyat günleri onlara da bir kapı açıyor diyebilir miyiz?
Evet. Daha önce Selim Özdoğan, Feridun Zaimoğlu katılmıştı. Almanca yazıyorlar ama Türkiye bağları, ortak tarihe ilgileri var.
Bir yandan Türk edebiyatını getirirken diğer yandan Alman edebiyatını Türkiye kökenlilere tanıtıyorsunuz diyebilir miyiz?
Sözcüklere dikkat etmemiz gerekir. Göçle, göçmenlerle, Türkiye ve Türkiye kökenli göçmenlerle ilgisi olmayan Alman edebiyatını getirmiyoruz. Türk olmak, Tükiyeli olmak ana fikir. Franken üzerine yazan bir çok satan kitabın yazarını aramakla işe başlamıyoruz. Bu konseptimize uymuyor.
Buradaki edebiyatı Türkiye kökenlilere tanıtmak da iyi olmaz mı?
Alman ya da İtalyan edebiyatına ilgi duyan Türkiye kökenliler için alternatif çok. Örneğin burada geçen hafta Literaturhaus’ta bir dizi etkinlik vardı. Şehir kütüphanesi Franken şiiri üzerine bir dizi etkinlik sürdürüyor. Burada başka bir profile sahibiz. Ama bir şeye dikkat çekmek istiyorum; açılışta Can Dündar konuşurken Alman kökenlilerin oranı yüzde 10 gibiydi. Literaturhaus’ta bir Alman yazarın okumasında Türkiye kökenlilerin oranı ne kadar olurdu bilemiyorum. Zor bir konu.
Alman kökenlilerin katılımında artış mı azalış mı var?
Tabi ki yavaş yavaş artıyor. Bunu biraz sonra iki işçi edebiyatı yazarını tanıtacak Klaus Thaler’in etkinliğinde göreceğiz. Bakalım Alman ve Türkiyelilerin oranı ne olacak.
ORTAKLIKLARI GÖRÜP TARTIŞMAK
Türk-Alman Edebiyat Günleri’nin hedefi ortak yaşamı güçlendirmekti. Bu amaca erişti mi? Entegrasyona hizmet etti mi?
Entegrasyondan söz etmek istemiyorum. Ama Selim Özdoğan ve maalesef aramızdan ayrılan Doğan Akhanlı’nın katıldığı etkinlikler sonrası Alman ve Türkiye kökenliler birbiriyle konuştu, yakınlaştı. Doğan Akhanlı’nın “Madonna’nın Kürk Mantosu” kitabı, buradaki bir sorunu anlatmaktaydı. Okuma sonrası Türkiye kökenliler ve Almanlar bu konuda yoğun görüş alışverişinde bulundu. Eğer Ayşe Kulin hastalanmasaydı, Almanya ile bağlantılı bir Türkiye tarihi kesitini anlatan eserle karşılaşacaktık. Kitapta gerçek bir olay, Fransa’daki Türk Yahudileri Fransa’dan trenle kaçıran bir Tük diplomat anlatılıyor. Almanya bağlantılı bir olay Türkiye bakış açısıyla anlatılıyor. Bu oldukça ilginç. Tuna Kiremitçi de böyle bir kitap yazdı; “Madam Rozalie ve Aşk”. Almanca çevirisi maalesef piyasada yok ama bu kitapta da İstanbul’da yaşayan bir Alman Yahudi anlatılıyor. Alman tarihini Türkiye tarihiyle bağlantısı içinde anlatan bu kitaplar edebiyat günleri için ideal kitaplar. Ama ne yazık ki sayıları çok az. Tartışma zemini oluşturuyorlar. Bu tartışma ve görüş alışverişi benim için entegrasyondan çok önemli. Ortak yanları öne çıkarıyor. Birazdan Klaus Thaler iki işçi yazarı tanıtmadan önce ben de Fakir Baykurt’u anlatacağım. Fakir Baykurt’un da kendisi işçi olmamasına rağmen işçi edebiyatı yazarı olduğunu söyleyebiliriz.
Güncel gelişmeler edebiyat günlerinde ne kadar yer alıyor?
Zor bir konu. Bu konuda yazan yazar bulmak, çevirisini yapmak sorun. Sonia Suriyeli bir yazar olmasına rağmen okuduğu kitapta Türkiye bağı vardı. Okuması ilginçti. Ama çeviri az. Örneğin sizin NSU kitabınızın da çevirisi yok.
Edebiyat Günleri’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bu, Nürnberg belediyesinin kültür politikasına ve Junge Stimme derneğine bağlı ama iki sene sonra yine güzel bir etkinlik yapacağımıza inanıyorum. Almanca yazılmış ama Türkçeye çevrilen eserler ele alınabilir. Örneğin İmran Ayata’nın “Benim Adım Devrim” ve Wolfgang Schorlau’nun “NSU Krimi” de Türkçeye çevrildi. Onlar ilginç olabilir.
(Çeviren: Semra Çelik)