Nazi vahşetini atıldığı toplama kampında en yakından tanıyan ve faşizme karşı ömür boyu sürdürdüğü mücadelesi ve kararlı duruşunu bu yaşına rağmen hala devam ettiren Esther Bejarano 8 Mayıs’ın tatil günü ilan edilmesi talebiyle bir kampanya başlattı. Bejarano, bu yılın ocak ayında da bir açık mektup yayınlayarak bunu neden talep ettiğini açıklamıştı. 8 Mayıs’ın yıl dönümü vesilesiyle Bejarano’nun açık mektubunu okurlarımızla paylaşıyoruz:
“Auschwitz toplama kampının Kızıl Ordu tarafından kurtuluşundan 75 yıl sonra bu ülke, bu toplum olarak neredeyiz?
1945’te birdenbire naziler yok oldu -herkes gitmişti. Ama Auschwitz bizi terk etmedi. Gaz odalarına gönderilen mahkumların yüzleri, kokuları kaldı, gözlerinde her zaman ölümün okunduğu fotoğraflar, gece görülen kabuslar kaldı.
1945’ten sonra büyük bir sessizlik yaşadık, adaletsizliğin, katil nazi adaletsizliğinin nasıl kabul edildiğini. Daha sonra nazi suçlularının hakim, öğretmen, devlet aygıtı ve Adenauer hükümetindeki yetkililer olarak nasıl kurtarıldıklarını gördük. Nazilerin çok çabuk gitmediğini öğrendik!
İnsanlar kaybettikleri şeyler için sevdikleri biri ve sevdikleri bir yer için yas tuttular. Ancak neden bu insanların öldüğü, tüm Avrupa’da evlerin, şehirlerin, bütün bölgelerin neden harap olduğunu ve yıkıldığını kim düşündü? Kimi açlık, sefalet ve ölümlerin sorumlusu gördüler?
Sonra ‚Buz Devri‘ patlak verdi, ‚Soğuk Savaş‘, komünizm karşıtlığı… Kolektif sessizlikten Kudüs’teki Eichmann duruşmasına, Frankfurt am Main’deki Auschwitz davasına, 1968’lerdeki öğrenci protestolarına ve 1979 tarihli „Holokost“ televizyon dizisine kadar uzun bir yol gerekti. Farkındalık, NS’nin haksızlığı algısı çok yavaş gelişti. Ancak sağ kanat, yaşlı ve neoaziler ve Auschwitz inkarcıları da oluştu. Bu arada hatırlama ve anma, bir anma kültürü olarak nitelendi. Birçok insanın bu konuyla ne kadar derinden ilgilendiğini görüyoruz: Bazıları ‚Bir daha asla!’yı hayati görevleri yaptı.
Endişelerin gösterilmesi, ‚Pazar Konuşmaları‘ yeterli değil. Bugün yine Nazi sloganlarının atılması, sokaklarda insanların kovalanması, tehdit edilmesi, ölüm listeleri hazırlanması biz vahşeti yaşayanlar için dayanılmaz.
Berlin’de ve başka yerlerde, sadece sağlam kapıların Yahudi topluluğunu koruduğu, ancak iki kişinin öldürüldüğü Halle’deki Yahudi karşıtı, ırkçı ve insanlıkdışı saldırı haberlerine alışmak istemiyoruz.
NE YAPABİLİRİZ?
Yahudiler, Romanlar, Sintiler, mülteciler, ırkçı hakarete maruz kaldıklarında veya saldırıya uğradıklarında herkesin ayağa kalkmasını istiyorum!
Savaş ve silah ticaretine karşı yüksek sesle ‚hayır‘ denmesini istiyorum.
8 Mayıs’ın resmi tatil günü olmasını istiyorum!
Son savaşı unutanlar bir sonrakini zaten hazırlarlar.
İnsanların ve gezegenimizin sömürüsüne karşı savaşmamızı, dayanışma konusunda yardım arayanları desteklememizi ve mültecileri denizlerdeki zorluklardan kurtarmamızı istiyorum.
Bir toplum en zayıf olanlarla olan ilişkisiyle ölçülür.
Neonazilerin kışkırtmalarına karşı kararlı bir eylem çağrısında bulunuyorum, çünkü anayasaya ve birçok şeye rağmen, yeni bir sağ partinin milletvekilleri NS’yi “Alman tarihindeki kuş pisliği” olarak ve Berlin’deki Holokost anıtını “utanç anıtı” olarak niteleyebiliyorlar. NSU on yıllardır rahatsız edilmeden öldürebildi ve neonazi grubu “Combat 18” serbestçe hareket edebiliyor.
8 Mayıs’ın resmi tatil günü olmasını istiyorum! İnsanlığın nazi rejiminden kurtuluşunun kutlanabileceği bir gün.
İnsanlığın nazi rejiminden kurtuluşunun kutlandığı bir gün! 70 yıl gecikti. Ve belki de şimdi 8 Mayıs 1945’in kurtuluş günü, nazi rejiminin yenilgi günü olduğunun anlaşılmasına yardımcı olur. Toplama kamplarındaki diğer birçok kişi gibi ben de ölüm yürüyüşüne zorlandım. Mayıs başında Amerikan ve Rus askerleri tarafından kurtarıldık.
8 Mayıs, insanlığın büyük umutları üzerinde düşünmek için bir fırsat olacaktır: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik! Ve sonra, belki bir gün bir Almanya cumhurbaşkanı şöyle diyebilir: Tarihten öğrendik. Almanlar önemli bir dersi öğrendiler.”
(Çeviren: Semra Çelik)