Written by 15:37 Allgemein

Geldik, ‘Zurnanın zırt dediği yer’e

İhsan Çaralan

 

RF-4 savaş uçağının düşmesinin (düşürülmesinden) ardından, Suriye’nin “Uçağı biz vurduk ama yanlışlıkla vurduk” demesinden hemen sonra; Hükümet ve Genelkurmaydan yapılan açıklamalar, “Suriye silahsız ve hiçbir tehdit amacı olmayan uçağımızı, düşmanca bir niyetle, füze ile kendi kara sularının 13 mil açığındayken vurarak düşürmüştür” biçimindeydi.
Önceki güne kadar da; daha ilk andan itibaren Suriye’den yapılan, “uçağı Suriye karasularında vurduk” açıklaması bir yana bırakılsa bile, Rusya ve ABD’nin Türkiye’nin iddiaların alaya alan içerikli imalarına karşın bu tez Başbakan ve Dışişleri Bakanı (ve her düzeyde yetkililer) tarafından kuvvetle savunuldu! Bu iddiadaki tutarsızlıklara dikkat çekenler ise “milli politika ihanetçileri”, “BAAS yandaşları” gibi absürt suçlamalara maruz kaldılar.
Ancak iki günden beri hükümet cenahından geri adım atmaya hazırlık gibi görünen bazı sözcük oyunlarından sonra önceki gün Genelkurmaydan yapılan açıklamalar daha bir ihtiyatlı içeriğe büründü ve sonunda “Suriye tarafından düşmanca niyetlerle vurularak düşürülen uçağımız” tezi, “Suriye tarafından vurularak düşürüldüğü iddia edilen uçağımız”a evrildi. Yani, geldik “Zurnanın zırt dediği yer”e!
Yani, şimdiye kadar, “Uçağımızı düşmanca niyetlerle düşürdü” diye Suriye’ye nerdeyse savaş ilan edenler, şimdi; “Daha denizin dibinde çıkmayan parçalar var, onlar da çıksın ondan sonra kesin sonuç alınacak” diyerek, utanç verici tutumlarını zamana yayarak unutturmaya girişmiş görünüyorlar.
Son bulgularla birlikte yapılan değerlendirmelere göre; RF-4’ü Suriye düşürmemiştir ama uçak teknik bir arıza ya da pilotaj hatası sonucu düşmüştür! Suriyeli uçaksavarcılar da uçağa ateş ettikleri için, uçağı kendilerinin düşürdüğünü sanmışlardır.
Uçağın düşmesinden beri gelişmeler dikkate alındığında şöyle iki önemli sonuç ortaya çıkmıştır:
1- “Uçağımızı Suriye düşmanca bir amaçla ve kendi kara suları dışında, 13 mil açıkta vurdu” diyerek Hükümet, Türkiye’nin halkını ve dünya kamuoyunu aldatan, söylediğine güvenilmez bir ülke durumuna düşürülmüştür.
2- Türkiye burnunun ucunda, kendi savaş uçağının nasıl düştüğünü bir türlü anlayamayan bir ülke olarak herkesin alay konusu bir ülke durumuna düşürülmüştür.  Çünkü uçağın nasıl düştüğünü ABD, İngiltere, Rusya, İsrail, Suriye bilmektedir ama bölgenin en önemli gücü olan Türkiye bilmemektedir. Üstelik ABD ve Rusya Türkiye’yi dolaylı yollardan uyararak Türkiye’nin tezinin kendi ellerindeki verilerle uyuşmadığını diplomatça bir üslupla ifade etmişlerdir.
Birinci durum elbette bu uçağın orada, Suriye kara sularında ne işi olduğunu, bu kadar alçaktan neden uçtuğunu,… yanı sıra Türkiye’nin Suriye politikasını yeniden sorgulatacaktır. Ancak orta vadede “ikinci şık”taki saptama daha önemli olacaktır. Çünkü, ”bütün Ortadoğu’nun“, “İslam dünyasının”, “şarkın ve garbın” “bölgesel gücü” Türkiye, Rusya, ABD, İsrail, İngiltere ve Suriye’nin bildiğini bilmemekte, kendi savaş uçağının nereye ve nasıl düştüğünü bilmeden komşularına savaş ilan edecek bir kaosa sürüklenmektedir ki böyle bir ülkeye ne dostları ne de düşmanları güven duyabilir! Bu da bir rastlantı, bir talihsizlik değil, AKP’nin, Davutoğlu ve Erdoğan liderliğinde sürdürdüğü dış politikanın gelip dayandığı yerdir.
– Tıpkı; Samsun’daki sel felaketinin bir rastlantı olmaması, TOKİ’cilik üstünden yapılan “rantsal dönüşümün” kaçınılmaz bir sonucu olması gibi!
– Tıpkı; Sezaryeni, “Türkleri yeryüzünden silmek isteyen düşmanların oyunu” olarak ilan edilip hiçbir tıbbi, soysal, psikolojik vb. sonuçlarını hesaplamadan yasaklanmasının üstünden iki hafta geçmeden sezaryen yapılmadığı için doğumda bebek ölümlerinin gündeme gelmesinin rastlantı olmaması gibi!
– Tıpkı; Roboskîli 34 genç ve çocuğun savaş uçakları tarafından bombalanarak katledilmesinin bir rastlantı ya da kaza olmadığı gibi!
– Tıpkı; FSM Köprüsü ve Haliç Köprüsü’ndeki “bakım”ların İstanbul trafiğini tümden felç eden muhafazakar bir mühendislik ve yerel yönetim şaheserine dönüşmesinin bir rastlantı olmaması gibi!
– Tıpkı; Ankara ve İstanbul’da metro çalışması yapılırken, yerin yarılıp insanların yarıkların içine düşmesinin görünmez kaza, bir rastlantı olmaması, aç gözlü müteahhitliğin, denetimsizliğin, yandaş zengin etme politikasının kaçınılmaz sonucu olması gibi!
– Tıpkı; eğitimde 4+4+4 uygulamasının imam hatipler üstünden hükümetle halkı karşı karşıya getirmesinin bir rastlantı olmaması gibi!
– Tıpkı; Meclise cemevi isteyen Alevi vekilin isteğine, Meclis Başkanının Diyanet fetvası ile “Cemevi ibadet yeri değildir. Alevilerin ibadet yeri de camidir!” demesinin bir rastlantı olmaması gibi!
– Tıpkı “Demokratik anayasa” diye çıktıkları yolun tekçi zihniyetin bütün değerlerini savunan yeni bir 12 Eylül anayasası yazmaya dönüşmesinin bir rastlantı olmaması gibi!
– Tıpkı; “Üçüncü Yargı Paketi”nin yargıda bir reform iddiasının aksine 7 gencin katillerinin affedilmesine dönüşmesinin bir rastlantı olamaması gibi!
– Tıpkı; Sivas Katliamı’nın 19. yıl dönümünde AKP’li vekilin Meclis kürsüsünden katilleri de “Yananlar kadar masum” ilan etmesinin bir rastlantı olmaması gibi!
Basit insanın gündelik hayatında rastlantılar, kazalar vardır elbette ama politikada rastlantı diye bir şey olmaz. Tersine her gelişme, uygulanan politikanın kaçınılmaz sonucudur. Sadece o anda orada ortaya çıkmasının rastlantıyla bir ilgisi vardır.
Ve öyle ki ne tehditlerle, ne basına ve siyasete “ayar verme” girişimleriyle, ne de kör gözüm parmağına gerçekleri reddetmekle olup bitenler saklanamaz. Hele “rastlantılar” bu kadar sıklaşıyorsa, bu aynı zamanda politikanın sahiplerinin duvara çarpmaya yaklaştıklarının alametidir!
Çünkü “düşen uçak”örneğinde olduğu gibi, sadece dış politikada değil, sağlıktan eğitime, barınma hakkından kitle taşımacılığına, Kürt sorunundan laisizme her konuda zurna zırtlıyor!

Close