Written by 13:42 Allgemein

Göçmen örgütleri ve günümüzdeki rolleri

İşçi göçünün ilk döneminden, özellikle de 1970’li yıllardan itibaren Türkiye kökenli göçmenler arasında farklı türden dernekleşmelerin, örgütlenmelerin ortaya çıktığı biliniyor. Geride bırakılan dönem içerisinde, diğer bir çok şey gibi, söz konusu kümelenme ve örgütlenmeler de yapıları ve işlevleri yönüyle bir çok değişime uğradı-uğramak zorunda kaldılar. Uzun bir dönem kendilerini Türkiye endeksli olarak tanımlayan, faaliyet konularını ağırlıklı olarak bu merkezli olarak belirleyen örgütlenmeler içerisinde en milliyetçi olanları dahi artık, “buralıyız”, “bu toplumun bir parçasıyız“ demeye; kendilerini ve politikalarını “buradaki ihtiyaçlar” üzerinden “yenilemeye” yöneldiler.

Bugün Almanya’da, az ya da çok Türkiye kökenli göçmenlerin etrafında kümelendiği çok sayıda cemaat, dernek, federasyon türü örgütlenme mevcut.  Türkiye kökenli göçmenler, diğer göçmen topluluklara göre bu türden örgütlülüklere en fazla sahip kesim durumunda. Ama, örgüt sayısının çokluğu-çeşitliliği, bu örgütlerin Türkiye kökenli göçmen emekçilerin bu ülkedeki yaşamlarında olumlu bir rol oynadıkları anlamına gelmiyor!
Sayıları çok olan bu örgütler ne yapıyor; hangi ihtiyaca karşılık düşüyor veya pratikte nasıl bir işlev görüyorlar? Türkiye kökenli göçmenlerin, hem işçi-işsiz, genç, yoksul ve hem de göçmen  olarak yaşadıkları sorunlar, ihtiyaç ve talepleri karşısında nerede duruyorlar?
Söz konusu kümelenme ve örgütlenmelerin ezici bir çoğunluğu, her ne kadar “buralıyız, bu toplumun bir parçasıyız” vb. deseler de, emekçi sorunları gibi, bu ülkedeki sosyal, toplumsal ve siyasal gelişmeler karşısında ya tümüyle ya da çok büyük ölçüde ilgisiz durumda. Emekçilerin sorunları ve talepleri, Türkiye kökenli göçmen örgütlerinin büyük bölümünün faaliyetinin konusu dışında.
Esas olarak etnik veya inançsal kimlik üzerinden, daha doğrusu bu kimliklerin istismarı üzerinden politika yapan çevrelerin bir bölümü, bir yandan emekçilerin ve gençlerin ana sorunlarına tümüyle ilgisizken, göçmenlikle ilgili kimi sorunlara ise ilgili imiş gibi görünmeye çalışıyorlar. Ancak,  bu sadece “görünürde” olan bir ilgi ve duyarlılıktır.
Zira, göçmenlerin ve özellikle de belli ülke kökenli göçmenlerin ayrımcı-dışlayıcı politikalara maruz kalmalarını, “sorunlu” olarak damgalanıp iç politikanın malzemesi haline getirilmeye çalışılmalarını, sosyal konumlarından; işçi ve emekçi kimliklerinden soyutlayarak değerlendirmek ne kadar doğru olabilir? Sosyal sorunlara duyarsız olanların, göçmenlikle ilgili sorunlara gösterdikleri görünürdeki ilgi, iki yüzlülükten öteye gitmiyor-gidemiyor..
Türkiye kökenli göçmenleri, sosyal konumlarından, emekçi kimliklerinden kopartarak değerlendirenler, ayrımcı-dışlayıcı politikalara maruz kalınmasını da etnik ya da inançsal “kimlikle” açıklamaya çalışıyorlar. işçi ve gençler arasında bunu propaganda ediyorlar. Böylece, görünürde ayrımcı-dışlayıcı politikalara karşı çıkıp, gerçekte bu politikanın sahiplerinin ekmeğine yağ sürüyorlar. Emekçileri ve gençleri gerçek sorun ve gündemlerinden uzaklaştırmak, hedef saptırmak; emekçiler arasında ön yargıların kışkırtılmasına kendi cephelerinden destek vermek, bunların başlıca işlevi durumunda.
Lobicisinden, etnik ve inançsal farklılıkların istismarı üzerinden faaliyet yürütenlere kadar, Türkiye kökenli göçmen kitle içerisinde faaliyet sürdüren akımların, dernek ve örgütlenmelerin ezici bir çoğunluğu, lafta ne söylendiğinden bağımsız olarak fiiliyatta, işçi ve gençler arasında ön yargıları, bölünmüşlüğü derinleştiren, daha çok içe kapanmayı teşvik eden bir rol oynuyorlar.
Yakın dönemde kongresini toplayacak olan DİDF(Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu)’in, bu yönüyle, hem üzerinde durduğu platformu, savunduğu politikaları ve hem de pratikteki tutumu ile farklı bir yerde durduğunu vurgulamalıyız.
DİDF uzun yıllardır, yerli ve göçmen emekçilerin-gençlerin yakınlaşması-kaynaşması; içe kapanma yerine birliğin ve birlikte hareketin güçlenmesi yönünde bir politikanın izleyicisi durumunda. DİDF, bir yandan, ayrımcı-dışlayıcı ya da farklılıkların öne çıkarılması ve istismarı üzerinden içe kapanmayı teşvik eden politika ve girişimleri teşhir ederken, yanı sıra da Türkiyeli göçmen kitleyi içinde yaşadığı-bir parçası olduğu toplumdaki sorun ve gelişmeler karşısında daha duyarlı kılmak üzere de bir çaba içerisinde oldu.
Bizce, bir göçmen örgütlenmesine de esas olarak bu nedenle, bunları yapmak üzere ihtiyaç vardır. Bu yönde bir politikaya sahip olduğu ve buna uygun bir pratik içerisinde olunduğu ölçüde, bir göçmen örgütlenmesi olumlu ve ilerletici bir rol oynayabilir.
Ancak, göçmen ve yerli emekçilerin yakınlaşması, birliği ve birlikte hareketini güçlendirme yönünde yönündeki çabanın taşıdığı tüm olumluluğa karşın, halen bir çok zayıflığı içinde taşıdığına da işaret etmekte yarar var.
Vurgulanması gereken zayıflığın bir yönü, söz konusu politikanın, somut gündem ve gelişmeler üzerinden ne ölçüde geniş kitleye taşınabildiği ile ilgilidir. Emekçilerin çıkarlarını ifade eden bu politikanın, Türkiye kökenli göçmen kitle içerisindeki etkisinin henüz nispeten zayıf olduğu bir gerçek. Bunun dönem ve koşullarla ilgili bir yönü olsa da, aynı zamanda emekçilerin çıkarları doğrultusundaki bir  politikanın geniş emekçi ve gençlik kesimlerine taşımadaki zayıflığın da bir sonucu olduğu vurgulanmalı.
Öte yandan; yerli ve göçmen emekçilerin birliği perspektifi üzerinden yürütülen faaliyetlere bakıldığında genellikle şöyle bir görünüm ortaya çıkıyor: Türkiyeli kitle içerisinde belirlenmiş gündem üzerinden bir çalışma yürütülürken, Türkiyeli göçmen kesimin yerli emekçiler ve halkla bir araya gelişi-buluşması, genellikle etkinlik ve eylemlerle sınırlı oluyor. Bu tür eylem ve etkinliklere katılımın gerçek anlamda kitlesel olduğu varsayıldığında dahi, kendini bununla sınırlayan bir çalışma, ne ölçüde önyargıların kırılması, birliğin-kaynaşmanın güçlendirilmesi hedefine katkı sunabilir? Öte yandan, iş yerlerinde ortaya çıkan direnişlerin ya da sendikalarca örgütlenen gösterilerin dışındaki eylemlere, Türkiyeli kitlenin katılımı genelde sınırlı olduğu gibi; bu tür gösterilere katılanların büyük ölçüde en az ön yargılara sahip, belirli bir duyarlılığı olan toplumun ileri kesimlerine tekabül ettiğini de biliyoruz!
Yapılanları küçümsemek ya da önemsiz kılmak gibi bir düşünce ile  bu soruyu sormadığımızı belirtelim. Ancak, bu tarz bir çalışmanın yerli ve göçmen emekçiler arasındaki önyargıların kırılmasına ve birliğin güçlenmesine sunacağı katkının sınırlı olacağı açıktır. İki taraftan sürekli ve sistemli bir tarzda kışkırtılan ön yargıların kırılmasının salt bir propaganda ve teşhir faaliyeti ile gerçekleşmeyeceği bilinmez değildir.
Aynı kaderin paylaşıldığının, ortak çıkar ve taleplere sahip olunduğunun görülmesini en iyi sağlayan ve birleştirici olan mücadeledir. Ön yargıların en etkili panzehiri budur! Ancak, her zaman direnişler, grevler olmuyor! Ve, emekçilerin birliğini güçlendirmek için, direnişlerin ortaya çıkması beklenemeyeceğine göre, harcanan çabaları daha etkili kılmak açısından olması gereken, iş, eğitim ve yaşam alanlarındaki çalışmayı güçlendirmektir. Öte yandan önyargıların kırılmasını, farklılıkların yanı sıra ortak olan yönlerin neler olduğunun görülebilmesi –anlaşılabilmesini sağlamak açısından en etkili yollardan biri, emekçilerin birbirlerini yakından tanımalarına imkan sunacak olanakları çoğaltmaktır.
Türkiye kökenli göçmenler arasında faaliyet yürütülürken, ‘yerli işçiler ve halkla yakınlaşmanın ve birliğin güçlendirilmesi için, önce Türkiye kökenlilerin kendi arasında bir birliğin sağlanması gerektiği’ türünden bir anlayış, başından itibaren hep eleştirildi. Bu deli saçması bir görüştür. Soruna emek ekseninden bakan, Türkiye kökenli göçmen emekçi ve gençlerin yerli emekçiler ve halkla yakınlaşması-kaynaşması yönünde faaliyet yürütmeyi; bunu zayıflatan-baltalayan gerici-milliyetçi çaba ve etkilere karşı mücadele etmeyi, bu ülkedeki kendi varlık nedeni olarak belirlemiş bir örgütün faaliyeti, her adımı ve aşamasında buna uygun olmak durumundadır.
Bir diğer ifade ile, Türkiyeli göçmen kitle içerisinde yoğunlaşmış bir faaliyet, yürütüldüğü her alanda, sadece soyut bir hedef olarak değil, somut olarak da ‘birliğin güçlendirilmesi’ hedefine bağlanmalıdır. Yani, yukarıda da vurgulandığı gibi, yerli ve göçmen emekçilerin ve gençlerin bir araya gelişleri-buluşmaları, eylem ve etkinliklerle sınırlı kalmamalıdır!

NİHAT DEMİR

Close