Written by 11:15 uncategorized

Göçün 50. yılında Almanya Kürtleri

Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu’nun 1-15 Eylül tarihleri arasında başlattığı „Kürt kimliğinin tanınması“yla ilgili kampanya, Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürt göçmenlerin sorunlarına dikkatlerin çekilmesine vesile oldu.

“Dünyanın en büyük devletsiz halkı” olarak bilinen Kürtlerin, genellikle dört farklı ülkeye; Türkiye, İran, Irak ve Suriye’ye dağıldığından söz edilir. Tarihsel süreç ve toprak bağlamında ifade edilen bu durum doğru, ancak bir başka yönüyle ise bu artık tam anlamıyla gerçeği ifade etmekte yetersiz kalıyor.
Almanya’ya göçün 50. yılının bolca değerlendirildiği şu dönemde, genel olarak “Türkiye kökenli/çıkışlı” şeklinde tanımladığımız göçmenlerin tümünün “Türk ulusundan/aidiyetinden” olmadığı açıktır. Türkiye’de Kürt sorunu bağlamında yasalarda henüz yer almasa da artık en milliyetçi çevreler tarafından dahi Kürt kimliğinin varlığının kabul edildiği bu günlerde, Almanya’da yaşayan Kürtler de hararetli şekilde “kimlik kampanyası” yürütüyorlar.
Gerçekten de Almanya başta olmak üzere, pek çok Avrupa ülkesinde yaşayan Kürt kökenli göçmenler, kendi içinde farklı kimlik sorunlarıyla karşı karşıya. Türkiye’de bile Kürt kimliğinin, kültürünün açık bir şekilde televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında konuşulduğu, tartışıldığı şu dönemde, Türkiye’den gelen bütün göçmenlere Almanya’da geleneksel genellemeci anlayış ile Türk ulusundan/aidiyetinden gözüyle bakılmasının, geç de olsa ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyor. Çünkü, geleneksel devlet algısında Kürtlerin varlığı sadece PKK ve onun destekçisi olarak hatırlandı ve sürekli kriminalize edildi.

RESMİ AÇIKLAMA:  800 BİN KÜRT VAR
Halbuki, Almanya’nın “Kürt gerçeği” bunun da çok ötesinde. Türkiye’den Almanya’ya göçün 50. yılının “kutlandığı” bu dönemde, Alman devletinin var olan “Kürt realitesini” kabul etmesi ve ona uygun davranması gerekiyor. Kısa bir süre önce Federal İçişleri Bakanlığı tarafından, Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Ulla Jelpke’nin soru önergesine verilen yanıtta, Almanya’daki Kürt göçmen nüfusu “800 bin” olarak açıklanmıştı.*
Daha önce Kürt kurumlarının bile “500-600 bin arası” olarak telaffuz ettiği Kürt nüfusunun, konuyla ilgili en yüksek makam tarafından bu şekilde bildirilmesi yabana atılır bir durum değildir.
Aslına bakılırsa, Türkiye’deki nüfus bileşimi ile Almanya’daki Türkiye kökenli nüfus bileşimi arasında çok büyük bir farklılık bulunmuyor. Bu yüzden genel Türkiye nüfusu içindeki Kürt nüfusun oranı ile Almanya’daki Türkiye kökenliler içindeki Kürt nüfusunun oranı birbirine yakın.
Çeşitli kaynaklara göre, Türkiye ile Almanya arasında 1961’de imzalanan İşgücü Anlaşmasıyla başlayan işçi göçü kapsamında, işçi alımının durdurulduğu 1973 yılına kadar Türkiye’den gelen “misafir işçilerin” üçte biri Kürt kökenli. Bu da yaklaşık olarak 400 bine denk düşüyor.
Bu üçte birlik oranın, 12 Eylül faşist darbesi, 1990’lı yıllarda yükselişe geçen savaş ve yaşanan göçler nedeniyle arttığını söylemek olanaklı. İlhan Kızılhan’nın NAVEND için derlediği rakamlara göre 1991-2001 yılları arasında toplam 157 bin 800 Kürt Almanya’ya iltica etti. (www.navend.de)
Türkiye’den gelen Kürtlere bir de Irak, İran ve Suriye’den gelenleri eklemek gerekiyor. İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesine ilerici-sosyalist güçlerle birlikte destek veren Kürtler, tıpkı devrimciler gibi Molla rejiminin kurbanı oldu. Dolayısıyla 1979’daki İslami devrimden sonra Almanya’ya çok sayıda İranlı Kürt göç etmek zorunda kaldı. Kızılhan’nın derlediği verilere göre 1991-2001 yılları arasında İran’dan 19 bin 716, Irak’tan 76 bin 137, Suriye’den 12 bin 260 Kürt siyasi nedenlerle Almanya’ya iltica etti.
Bütün bu veriler alt alta konulduğunda İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı 800 bin rakamı aslında abartılı değil, gerçekçi bir durumu ifade ediyor. Dolayısıyla genelde “dört parçaya bölünmüş” diye ifade edilen dünyanın en büyük devletsiz halkı Kürtler, Avrupa boyutu da eklendiğine “beş parçaya” bölünmüş durumdalar.w

ALMANYA GELENEKSEL İNKAR POLİTİKASINI ÜSTLENDİ
Ne var ki; Almanya “Kürt gerçeği” ile bugüne kadar yüzleşmeye yanaşmadı. Genel anlamda bir Kürt varlığından söz edilse de, bunlar genellikle “şiddet olaylarına karışan PKK taraftarlarıyla” ilişkilendirildi. Devletin resmi istihbarat örgütleri tarafından her yıl hazırlanan raporlarda, PKK sempatizanlarının/taraftarlarının 11.500 olarak belirtildiği göz önünde bulundurulduğunda, genel Kürt nüfusunun durumu ile PKK arasında “terör ilişkisi” kurup yüzbinlerce insanı yok saymak elbette kabul edilebilir durum değildir.
Almanya’nın Kürtlerin varlığı konusunda Türkiye devletinin resmi söylemini olduğu gibi üstlenerek kullanması ve Kürtlere karşı tavır almasında, bu ülkenin Türkiye ile olan askeri, ticari ve siyasi ilişkileri büyük bir rol oynuyor. Türkiye’nin talebi doğrultusunda Kürtlerin kimliğini tanımayan Almanya bununla kalmayıp, Türkiye’nin istemi doğrultusunda tutuklamalar, ev baskınları yapıyor, yayın organları hakkında davalar açıp, kapatabiliyor.
Dolayısıyla, Almanya’nın Kürt politikasını asıl olarak, Ankara ile olan ilişkileri ve çıkarları belirliyor.
Hemen belirtmek gerekiyor ki; Türkiye’de Kürtlere yönelik gerçekleştirilen katliamlarda da Almanya’nın askeri ve siyasi desteği sözkonusudur. Bugün, Türk ordusu tarafından Kürtlere karşı kullanılan silahların önemli bir bölümünün Alman malı olduğu sır değildir.

NEREYE KADAR?
Hiç şüphe yok ki, milyonlarca Kürt’ü yok saymak nasıl Türkiye’de bunca katliamlara rağmen tutmadı ise, Almanya’daki yüzbinlerce Kürt’ü yok saymak, Türk kimliği altında tanımlamak da fazla uzun sürmeyecektir. Tıpkı Türk aidiyetinden olduğu gibi Kürt aidiyetinde olan Türkiye kökenli göçmenler de artık geri dönülmesi mümkün olmayan şekilde Almanyalıdır ve gelecekte bu ülkede yaşamlarını sürdürmeye devam edeceklerdir. Bu nedenle, bu ülkede diğer uluslardan göçmenler gibi Kürtlerin muhatap olarak kabul edilmesi, diğer dillere sağlanan hakların Kürtçe’ye de tanınması, Türkçe ve Almanca bilmeyenlere Kürtçe danışma hizmetinin verilmesi vb. istekler oldukça insanidir ve kabul edilmeyecek şartlar da değildir. Kaldı ki, bugün Almanya’nın 6 eyaletinde “anadil dersi” adı altında tıpkı Türkçe, İspanyolca… gibi Kürtçe de okutulmaktadır.
Hiç şüphe yok ki; göç eden bütün topluluklar gibi Kürtler de, -“devletsiz ulus” olmanın vermiş olduğu sıkıntılar ve kimi farklılıklara rağmen- daha iyi ve güvenli bir yaşam için göç ettikleri Almanya’da değişime uğramakta, içinde yaşadıkları çoğunluk toplumlarından etkilenmektedir. Etkilenmeye de devam edecektir. Bunun hızlanması, kendisini içinde yaşadığı toplumun bir parçası olarak görmesinde, onun olduğu gibi, yani kökenin tanınması, kökeninden dolayı ayrımcılığa uğramaması, kriminalize edilmemesi büyük önem taşıyor. “Ben Kürdüm” diyen her göçmene “potansiyel suçlu”, “yok sayılan ulusun mensubu” gözüyle bakılmadığı taktirde, Kürt göçmenlerin içinde yaşadığı toplumla yakınlaşması çok daha hızlanacaktır. Eğer bugün Kürt göçmenlerinin bir “uyum sorunu” var ise bunun başlıca sorumlusu Almanya ve Türkiye devletleridir, Kürtlerin kendisi değil.
Özetle, Almanya’daki göçmenler arasında Kürtlerin elbette ayrı bir özgünlüğü bulunuyor. Çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir devam eden savaşın doğrudan mağdurlarının hiç de az olmadığı bu toplumun sorunlarının özgünlüğü ulusal olarak uğradıkları zulüm ve çektikleri acılardan kaynaklanıyor. Ama bu onların göç ettikleri ülkeleri kendilerine “yeni yurt” olarak görmedikleri ve görmeyecekleri anlamına gelmiyor. Onlar da diğer göçmen gruplar gibi, artık çalıştıkları, ailelerini geçindirdikleri, doğdukları ve eğitim gördükleri Avrupa ülkelerinin birer yurttaşı olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Ve Avrupa’daki bütün göçmenler ve yerli emekçiler gibi Kürtler de egemenlerin izlemiş olduğu ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, işsizlik ve yoksulluk politikalarından nasibini alıyorlar. Yani salt bir etnik kimlik değil, aynı zamanda Türk, Alman, Yunan, Fransız vd. emekçilerle birlikte ortak bir sosyal kimlikle taşıyorlar.
Almanya’nın diğer ulusal kimlikleri kabul ettiği, muhatap gördüğü şekilde Kürtleri de kabullenmesi, bu ülkede yaşayan Kürt ulusundan işçilerin, emekçilerin ve gençlerin en doğal insani hakkı ve beklentisi olarak görülmelidir. Ve siyasal-hukuksal olarak bu hakkın tanınması, Kürtlerin ayrışıp kendi içine kapanmasına değil hem Türk, hem Alman vd. halklarla ilişkilerini güçlendirmesine hizmet edecektir.

* https://www.ulla-jelpke.de/news_detail.php?newsid=2018

YÜCEL ÖZDEMİR

Sol Parti Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Parlamentosu Milletvekili Hamide Akbayır:

Ayrım değil eşitlik istiyoruz

1 Eylül’de Berlin’de Kürt Kimliği’nin tanınması için başlatılan kampanyayı ben de bütün olanaklarımla destekliyorum. Bu kampanyanın asıl amacı, Kürtlerin Almanya’da bir ulus-devleti olarak tanınması değil. Biz her şeyden önce Kürtlerin de diğer göçmenlerle eşit tutulmalarını istiyoruz. 40 yıldır Almanya’da yaşayan birisi olarak bunun artık hayat bulması gerektiğini düşünüyorum. Ne var ki Türkiye ile Almanya ve diğer Avrupa Birliği devletleri arasındaki çıkar ilişkileri, Kürtlerin yok sayılmasına, kriminalize edilmesine neden oldu. Kürtler yıllardır bu çıkar siyasetin kurbanı durumunda. Avrupa’da Kürtlerin haklarının verilmemesini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Bu yüzden de Kürtler Avrupa’da da yıllardan beri kimliklerini rahatça yaşayamayan bir ulus durumunda.
Ben Almanya’nın Kürtleri ayrı bir ulus ve grup olarak tanımamasını ayıp olarak değerlendiriyorum. Demokratik bir devlet olan Almanya’nın çok az bir nüfusu olan halkları tanırken, öte yandan, yüzbinlerce Kürdü tanımaması kabul edilebilecek bir durum değildir.
Buna rağmen 6 eyalette Kürtler kendi dillerinde eğitim yapabiliyor. Bu elbette yeterli değildir. Okullarda Kürtçe dersin verilmesi için 16 öğrencinin olması şartı bulunuyor, bu da bazen çok zor olabiliyor. Bence bu konuda İsveç örnek alınmalı. İki öğrenci istese dahi anadilinde eğitim görebiliyor.
İstatistiklere bakıldığında Almanya’da yaşayan Kürtler hiç bir zaman Kürt olarak geçmemiştir. Geldikleri ve taşıdıkları pasaportlara göre tanımlanıyorlar. Bu yüzden baskı gördükleri ülkelerden kaçıp gelenler burada ikinci kez asimilasyon ile karşı karşıya kalıyorlar. Buna artık son verilmesini istiyoruz. Çünkü kimlik bir insan hakkıdır. Herkesin kimliğini özgürcü ifade etmesi gerekiyor.
Kürtlerin kimlik haklarının tanınması onların Almanya’ya uyumlarını kolaylaştıracak ve önemli adımların atılmasına neden olacaktır. Gerçek ve doğru entegrasyon ancak o zaman mümkün olur. Aksi halde, Kürtler kendisini asimle edilen bir halk olarak görür ki, bu da entegrasyona zarar verir.

Close