Şenay Aydemir
Farklı alanlarda olsalar da tarihin iki büyük isminin bir araya geleceğine dair haberler heyecan yaratabiliyor. Sinemanın gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerinden Ridley Scott’ın Avrupa’nın siyasi ve askeri tarihini değiştiren Napolyon Bonapart hakkında bir film çekeceğine dair haberler çıktığında olduğu gibi. Doksana merdiven dayayan Scott, seksen yaşından sonra neredeyse her yıl bir filmle çıkıyor karşımıza ve halihazırda durmaya da niyeti yok. Pedro Pascal, Denzel Washington, Connie Nielsen ve son yılların yükselen yıldızı Paul Mescal’ı bir araya getirdiği “Gladyatör 2”ye devam ediyor. Yolu açık olsun…
Ve fakat geride “Yaratık”, “Düellocular”, “Blade Runner”, “Thelma ve Louise”, “Gladyatör”, “Kara Şahin Düştü”, “Cennetin Krallığı” ve 85 yaşında çektiği “Son Düello” gibi büyük filmler bırakan üstadın Napolyon’unu bura listeye eklemek biraz zor olacak. Öte yandan dört başı mamur bir film beklenmesi de eşyanın tabiatına aykırı. Böylesi büyük ve karmaşık bir karakteri, bu kadar etki bırakan bir figürü bütünlüklü anlatmak zaten olanaksız. Haliyle her anlatıcı bir tercih yapmak durumunda kalıyor. Scott ve daha önce “Dünyanın Bütün Parası” filminde birlikte çalıştıkları Senarist David Scarpa da ağırlıklı olarak Napolyon’un askeri yönü ve tabii ki hayatının aşkı Josephine ile olan ilişkisini odağa almayı tercih etmişler.
Tarihi karakterleri anlatırken anakronizm yapmak kimi zaman makul olabiliyor. Örneğin karakterin yaşadığı zaman içindeki bir duruma tanık olmadığı halde tanıkmış gibi göstermek ya da mesafesi daha uzakmış gibi görünen iki olayı birbirine yaklaştırmak gibi… En nihayetinde amaç karakterin yaşadığı dönemde gerçekleşen ve dolaylı bir biçimde tanık olduğu gelişmenin üzerinde bıraktığı etkiyi anlatmak olabilir. Bu bakımdan Fransız tarihçilerin “Marie Antoinette idam edilirken Napolyon orada değildi” demeleri tarihsel olarak anlamlı olabilir ama bir filmde orada gösterilmesi yanlış olmayabilir. Çünkü film bu sahneyle açılıyor. Ve asıl olarak 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi’nin karakterimiz üzerindeki etkisini göstermek amaçlanıyor. Ancak, devrimin şekillendirdiği bu genç askerin devrimle kurduğu ilişkinin siyasal yönüne dair daha fazla şey görmek nasip olmuyor.
OYUNCU DEĞİŞİMİ YANSITAMIYOR
Bu “genç asker” üzerine de birkaç kelam etmek gerek. Zira askeri başarılarından dolayı daha 24 yaşında tuğgeneralliğe yükselmiş bir karakteri, ellisine merdiven dayamış bir oyuncuya oynatmak göz yoruyor ilk başlarda. Joaquin Phoenix kuşkusuz Hollywood’un yaşayan en büyük oyuncularından. Ancak 20’li yaşlarında hırslı bir askerin heyecanı, hırsı ve coşkusunu onda görmek zor. İkincisi özel olarak bir gençleştirme makyajı (dijital efekti) yapılmadığı için olması gerekenden çok daha yaşlı duruyor oyuncu. Ve hatta film boyunca, biraz kilo almak dışında neredeyse fiziksel bir dönüşüm yaşamıyor.
Bu durum filmin daha başından itibaren hikayeye dahil olmayı zorlaştırıyor açıkçası. Öte yandan, hasbelkader Napolyon’un kim olduğuna dair filme gitmeden önce Wikipedi’den iki satır bir şey okuduysanız ilk bir saat sizin için bir tekrardan ibaret hale geliyor. Aslında filmin geri kalanının da farklı olduğunu söylemek zor. Ridley Scott, Napolyon’un askeri dehasını anlatırken kronolojik bir ilerleme gerçekleştiriyor. Ancak bütün bunların sonuçları üzerine fazla kafa yormuyor. Haliyle ortaya dönemin toplumsal ilişkilerinden sınıfsal bağlamlarından kopuk, soyut bir Napolyon portresi çıkıyor. Üstadın zanaatını konuşturduğu savaş sahneleri ayrı tabii. Yakın dönemde tanık olduğumuz en güçlü savaş sahnelerini çekmeyi başarıyor yönetmen. Bu bakımdan sinema tarihindeki yerini alacaktır kuşkusuz yapım ancak çok fazla iz bırakacağını söylemek zor maalesef.
Bütün bu süreç içerisinde filmi özel kılan bir diğer nokta ise Josephine ile olan gelgitli hikayesi. Devrim sırasında eşi idam edilen Josephine’e aşık olan, ona tuhaf bir biçimde bağlanan bir Napolyon resmediliyor. Çocuğu olmadığı için ayrıldıktan sonra bile durmadan mektuplar yazdığı, her gelişmeyi anlattığı Josephine onun için sevgili, arkadaş ve belki de anne. Ama Josephine dışındaki karakterlere yeterince alan açıldığını söylemek çok zor.
Napolyon kuşkusuz büyük bir askeri dehaydı. Bu dehasını siyasal sonuçlar elde etmek için kullandı birçok benzerleri gibi. Ve bu siyasal ihtirasın arkasında da bir zümrenin (sınıfın) desteği ve çıkarları vardı. İşte film Napolyon’un yükselişini ve düşüşünü tamamen askeri başarılarına göre kodlarken, bu siyasal arka planı neredeyse görmezden geliyor.
GERÇEK NAPOLYON
Karl Marx, “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” kitabında, 1848 devrimi sonrası iktidarı ele alan yeğen Bonapart dönemi inceler. Kitapta, bu filme konu ‘gerçek Napolyon’ hakkında ise şöyle yazar: “Napolyon, Fransa içinde serbest rekabeti geliştirme, toprağı parça parça işleme ve ulusun özgürlük kazanmış endüstriyel üretim gücünden yararlanma koşullarını yarattı; dışarda ise, Fransız burjuva toplumunun Avrupa kıtasında ihtiyacı olan çevreyi sağlamak için her yanda derebeylik kurumlarından gerektiği kadarını silip süpürdü”
İşte filmde göremediğimiz şey bu!