Written by 13:32 POLITIKA

HÜKÜMETTE KAYBETME KORKUSU

Almanya’da 24 Eylül’de yapılan genel seçimlerin üzerinden iki buçuk ay geçmesine rağmen nasıl bir hükümetin kurulacağı konusundaki belirsizlik sürüyor. “Jamaika koalisyonu”nun görüşmeler sırasında çökmesinden sonra SPD’nin ortak olduğu “büyük koalisyon”un kurulması için taraflar karşılıklı adım atmaya başladılar. Muhtemel bir ortaklığın her iki partiye de oy kaybettireceği endişesi ağır basıyor. Buna rağmen erken seçim yerine “büyük koalisyon”un kurulması en güçlü olasılık görünüyor. Hükümete hangi partinin rengini vereceği ise önümüzdeki dönem için belirleyici olacak.

YÜCEL ÖZDEMİR

Almanya siyaseti İkinci Dünya Savaşı sondaki tarihinde en zor, karmaşık ve belirsiz dönemlerinden birini yaşıyor. Hükümetin, uzun yıllar Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) arasında fazla sorun çıkmadan el değiştirerek oluşması geleneği 24 Eylül genel seçimlerinde ciddi bir sarsılma yaşadı. Kimi zaman CDU/CSU’nun, kimi zaman SPD’nin küçük bir ortakla, kimi zaman da ikisinin birlikte “büyük koalisyon” kurarak işlerin yürütüldüğü Almanya’da, şimdi hükümet sorumluluğunu üstlenmek adeta “ateşten gömlek” gibi…
Bu nedenle 24 Eylül 2017 genel seçimleri, Alman siyasetinin dengelerini önemli ölçüde sarsmış görünüyor. Gelinen aşamada özellikle SPD’nin önemli bir açmazla karşı karşıya olduğu görülüyor.
Gerhard Schröder’in başbakanlık koltuğunu 1998’de Helmut Kohl’den devralmasıyla yükselişe geçen SPD’nin güçlü dönemi fazla uzun sürmedi. 2003’te emekçilerin kazanılmış temel haklarının önemli bir bölümünün yok edilmesi anlamına gelen Ajanda 2010’un karar altına alınıp uygulanmasından sonra, SPD hızla güç kaybetmeye başladı. Ve Schröder, “sosyal adalet” ve “başka bir politika” söylemleri eşliğinde aldığı başbakanlık koltuğunu 2005’te Angela Merkel’e teslim ederek, Rus tekellerin denetleme kurulunda yeni görevler üstlendi. SPD’nin 2005 ve 2013’teki genel seçimlerden sonra Merkel’in başbakanlığında kurulan “büyük koalisyon” hükümetlerinde yer almaya başlaması ise oy kaybını artırdı.
Ve 24 Eylül’deki genel seçimlerde yüzde 20,5 ile tarihinin en düşük oyunu aldıktan sonra, yeniden güçlenmesinin yolunun muhalefetten geçtiğine inanarak, önümüzdeki dört yıl boyunca muhalefet yapmaya karar verdi. Böylece, geleneksel sosyal demokrat talepler yeniden dillendirilip, kaybedilen üyelerin ve seçmenlerin geri getirilerek, partinin kendisini toparlaması hedefleniyordu.
Ancak, seçim öncesinde ve akşamında yapılan hesaplar sadece planda kaldı. Çünkü, önümüzdeki dört yıl boyunca ülkeyi yönetmesi beklenen CDU/CSU, FDP ve Yeşiller’den ibaret “Jamaika koalisyonu” kurulamadı. 19 Kasım günü her dört parti arasında yapılan görüşmelerden sonra, FDP böylesi bir hükümette yer almayacağını ilan ederek ayrıldı. Böylece “Jamaika hayalleri”nin yanı sıra SPD’nin muhalefet planları da suya düşmüş oldu.

ÖNCE ÜLKE Mİ PARTİ Mİ?
Bu durumda CDU/CSU, sermaye ve medyanın gözü yeniden SPD’ye yöneldi ve ülkenin içinde bulunduğu koşullarda “önce parti” denilerek sorumluluktan kaçınılmayacağından sıkça söz edilmeye başlandı. SPD’nin seçim akşamında muhalefet kararı almasının yanlış olduğu, kararın gözden geçirilmesi istendi. Ardından, SPD üyesi olan Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steienmeier devreye girerek, önce liderlerle tek tek görüştü. Sonra da hep birlikte sorumluluk üstlenmeleri için grup halinde CDU, CSU ve SPD liderleriyle bir araya geldi. Ülkenin “hükümetsiz bırakılmaması” adına her üç partinin birlikte hareket etmesi konusunda prensipte bir görüş birliğinin olduğu, koalisyon için görüşmelerin başlayabileceği daha sonra basına açıklandı.
Böylece, SPD yönetimi bir kez daha partiyi kurtarma yerine sermayenin çıkarlarına dayalı ve “istikrarın” sürdürülmesini içeren bir sorumluluğu üstlenmeye hazır olduğunun mesajını vermiş oldu.
Bundan sonrası artık, seçim akşamı ilan edilen “muhalefette kalma kararı”nın geriye alınması için parti içerisinde gerekli olan prosedürün yerine getirilmesinden başka bir şey değildir. Nitekim, 7 Aralık’ta başlayıp beş gün sürecek parti kongresinde asıl olarak hükümette yer alıp almama konusu ele alınacak ve kararı verilecek.

SORUMLULUK ALMAKTAN KORKUYORLAR
Normal koşullarda, burjuva siyasetinde hükümet ya da hükümet ortağı olmak bir “başarı” olarak kabul ediliyor. Ancak günümüz Almayasında oluşan siyasi dengelere baktığımızda bu genel doğrunun bugün geçerliliğini önemli ölçüde yitirdiği görülüyor. Hükümet ortağı olma imkanı olmasına rağmen muhalefette kaymayı tercih eden SPD’nin bu yönde karar vermesi elbette daha fazla oy kaybetmeyi önleme kaygısından başka bir şey değildir. Ancak, oluşan bu tabloda SPD’nin bir dört yıl daha Merkel’in başbakanlığında hükümete dahil olmasının, güç kaybını önleyemeyeceği genel bir kanı.
Benzer bir durum CDU/CSU için de geçerli. Genel seçimlerde bir önceki seçimlere göre yüzde 8,6 oy kaybına uğramış ve onlar da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en düşük oyu elde etmişlerdi. Benzer bir durum sadece Bavyera eyaletinde örgütlü olan CSU için de geçerli. Eyalet çapında yüzde 38,8 ile tarihinin en düşük oyunu aldı.
Rakamlar, aslında genel seçimlerin en çok kaybedenlerinin yeniden bir hükümet kurmak zorunda kaldıklarını gösteriyor.
Bugün her üç partiyi asıl olarak almış oldukları bu “tarihi hezimet”in tekrarlanması korkutuyor. Nitekim gerek dış gerekse iç politikadaki koşullar, geniş yığınlarda hoşnutsuzluk yaratacak sermaye politikalarının devamını zorlamaktadır. Mevcut hoşnutsuzluk ve tepkilerin daha da artacak olması ise ister istemez, bir sonraki seçimlerde belki birlikte hükümet kurmak için bile çoğunluğu elde edemeyecekleri telaşını doğurmaktadır.

BÜYÜKLERDEN KOPUŞ SÜRECEK
Daha fazla oy kaybetmeme, siyasi istikrarı bozmama niyetinde olan sermayenin iki büyük partisi CDU/CSU ve SPD, önümüzdeki dönem daha çok mevcut durumun korunması üzerinden yeniden güç toparlamaya çalışacaklar. Ancak Alman sermayesinin içeride ve dışarıdaki ihtiyaçları daha saldırgan bir politikanın uygulanmasını gerektiriyor. İçeride emekçilerden gasp edilen hakların geri verilmemesi, mümkünse yeni gasplar hayata geçirmenin politikası izlenirken, dışarıda asıl olarak daha yayılmacı ve militarist planlar yapılıyor. Bunun için de her zamankinden daha fazla uyumlu ve kararlı bir hükümetin oluşturulması isteniyor. CDU/CSU ve SPD arasında bu uyum bulunmakla birlikte, oy kaybı, gelecek endişesi ve partiler içerisinde başlayan tartışmalar bunu zorlaştırıyor.
En önemlisi de yoksulluk girdabına itilen, güvencesiz düşük işlerde çalıştırılan milyonlarca emekçi ve genç daha iyi bir yaşam talep ediyor. Geniş kesimler arasında ekonomik-sosyal sorunlardan ötürü baş gösteren gelecek endişesi, bugün asıl olarak sermayenin büyük partilerini endişelendiriyor. Emekçilerin gelecek korkusu ve endişesine doğru bir şekilde tercüman eden ve onları bir araya getirmeyi başaranlar bu süreçten güçlenerek çıkabilirler. Aksi taktirde sermayenin ırkçı fraksiyonu ortamdan yararlanarak daha da güçlenebilir. (YH)


SPD’nin muhtemel koalisyon şartları

SPD’nin yeniden koalisyon ortağı olmasının gündeme gelmesi üzerine parti içerisinde değişik tartışmalara neden oldu. Başka Genel Başkan Martin Schulz olmak üzere parti yönetimi, hükümete koşar adım katılmak yerine temkinli davranmayı tercih ediyorlar. Bunun arkasında taleplere sahip çıkmaktan çok, pazarlık gücünü arttırma kaygısı yattığı açıktır.
SPD’nin gençlik örgütü Juso, açık olarak büyük koalisyona karşı çıktı ve imza kampanyası başlattı. İnternet üzerinden kampanya başlatan Juso, bütün parti üyelerine büyük koalisyona karşı oy vermeye çağırdı. Ancak bunun parti yönetimi üzerinde fazla bir etkide bulunması beklenmiyor.
Basında yer alan haberlere göre SPD, koalisyon görüşmelerine belli şartlarla oturacak. Şartlar ise şu şekilde sıralanıyor:
– Yurttaş Sigortası: SPD’nin seçim vaatleri arasında yer alan Yurttaş Sigortası konusunda pazarlık yapılacak. Öneriye göre çalışan herkesin gelirine göre sağlık sigortası için prim ödemesi, sonra da ihtiyacı olanların bundan yararlanması. CDU/CSU öneriye kesin olarak karşı çıkıyor.
– Emeklilik yaşının bugünkü düzeyinde dondurulması ve düşük gelirli olanlara dayanışmaya dayalı bir emeklilik uygulaması isteniyor.
– Doğu Almanya için verilen Dayanışma Vergi’sinin, yıllık geliri 52 bin Euro’nun altında olanlardan daha az alınması isteniyor. CDU/CSU ise, toplamda sadece 15 milyon Euro’luk bir muafiyet getirilmesini öngörüyor.
– SPD, kalifiye işgücünün düzenlenmesi için Göç Yasası çıkarılmasını talep ediyor. Aile birleşimini insani taleplerde uygulamak istiyor. CDU/CSU ise Göç Yasası’na karşı çıktığı gibi, aile birleşimine de karşı. Özellikle de CSU.
İleri sürülen bu şartların ne kadarının CDU/CSU tarafından kabul edilip edilmeyeceği belli değil. Bu nedenle, pazarlıkların çetin geçeceği tahmin ediliyor.
SPD KAYBETMEYE DEVAM EDİYOR
Öte yandan kamuoyu yoklamalarına göre, seçimlerden sonra muhalefette kalacağını açıklayan SPD, bu politikasını korumaması durumunda tabanda güven kaybına uğrayacak. Bu, muhtemel bir erken seçime de yansıyacak gibi görünüyor. Forsa adlı araştırma kurumunun son anketine göre, genel seçimlerde yüzde 20.5 oy alan SPD’nin oyu yüzde 19’a geriledi. Buna karşın CDU/CSU’nun yüzde 33’e çıktı. Koalisyon görüşmelerinde uzlaşmacı davranan Yeşiller’in oyu yüzde 8.9’dan yüzde 12’ye çıkmış görünüyor. Görüşmeleri kesen FDP’nin oyu ise yüzde 10.7’den yüzde 10’a düştü. Irkçı AfD’nin oyunun da yüzde 11’e düştüğü tahmin ediliyor. Bütün bu tartışmaları dışarıdan seyreden Sol Parti’nin oyu ise seçimlerde aldığı gibi yüzde 9. (YH)


Bavyera’da Söder başbakanlık koltuğuna oturacak

Genel seçimlerde tarihi yenilgi alan Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisinde Genel Başkan Horst Seehofer’e karşı başlatılan eleştiriler sonuç verdi. Parti içinde yapılan eleştirilerin ardından Seehrofer, Bavyera başbakanlığından ayrılmayı kabul etti. Böylece önümüzdeki dönem sadece parti başkanı olarak görev üstlenecek. Muhtemel bir koalisyon hükümetinde ise Seehofer’in bakan olarak atanması bekleniyor.
Seehofer’den boşalan Bavyera başbakanlığına ise Maliye Bakanı Markus Söder önerildi. CSU meclis Grubu’nda yapılan oylamada Söder, oy birliğiyle başbakanlığa önerildi. Görevi 2018’in başında üstlenmesi bekleniyor. Bugüne kadar rakip olarak görülen Söder ile birlikte çalışma sözü veren Seehofer, daha önce İçişleri Bakanı Joachim Herrmann’ı başbakanlığa önermişti. (YH)


BASINDAN YORUMLAR

Frankfurter Allgemeine Zeitung: Her iki partinin önde gelenleri de ‘Jamaika‘ denemesinin fiyaskoyla sonuçlanmasının ardından SPD gibi köklü bir partinin küsüp köşesine çekilmesinin doğru olmayacağını biliyor. SPD’nin azalan seçmenleri de partinin sorumluluğuna sahip çıkmasını bekliyorlar. Sosyal Demokratlar muhalefette kalmalarının partiye zarar vereceğini düşünüyorlar. Başbakan Merkel’in bu kritik ortamda yönünü değiştirip SPD’ye yaklaşmaya başlaması şimdiki ortağını ikna edebileceği, SPD lideri Schulz’un ise teslim bayrağını açmasının yakın olduğu şeklinde değerlendiriliyor.
Neues Deutschland: Muhalefete ödüllendirilme gibi görünen, hükümet kurma açısından arzulanmayan bir durum olabilir. Çok yazık. Çünkü parlamenter sistem farklı inandırıcılıklar yaratabilir. Sürpriz işbirliği inandırıcı bir şekilde gerekçelendirilebilmeli ve ilginç tezler doğurabilmelidir. Onun yerine SPD’nin kendini Birlik partileri kanadına ‘kaça satacağı‘ merak ediliyor. Büyük koalisyon yıllarında olanlar SPD’nin başına yeniden gelebilir. Çoğunun beğenmediği büyük koalisyondaki tekdüzeliğin içinde SPD’ye tek tük tavizlerin gizlenmiş olmasını seçmen fark etmeyebilir ya da ödüllendirmeyebilir.
Berliner Zeitung: CDU/CSU en güçlü parti olduğu için onsuz hükümet kurulamaz. Ancak hükümet arayışı uzadıkça CDU asabileşecek, kardeş parti CSU’daki liderlik çekişmesi de işini daha da zorlaştıracaktır. Bu açıdan bakıldığında Alman siyasetinde büyük bir koalisyonun kurulduğu görülecektir. Bu koalisyon, kariyerlerinin sona ermesinden seçim yenilgisine kadar bütün olumsuzluklardan tek bir kadının sorumlu olduğuna inananların koalisyonudur.
Mittelbayerische Zeitung: Şimdi herkes Sosyal Demokratlardan ülke için taşıdığı sorumluluğa sahip çıkıp, küçük ortak olarak Merkel’in hükümet başkanlığına destek vermesini bekliyor. Oysa bu tamamen saçma bir beklenti. Önce SPD’nin ülkeye en iyi hizmeti verebilmesi için kaçınılmaz gibi görünene boyun eğme imkanının olup olmadığı sorulmalıdır. Bu sorunun cevabı kesinlikle ‘hayır‘ olmalıdır. Tam aksine, SPD Alman demokrasisine katkı sağlamak istiyorsa Birlik partileriyle koalisyon kurmayı aklından geçirmemelidir.


Sendika ve işveren örgütlerinden yeni hükümet açıklamaları

Hükümet kurma çalışmaları konusunda sendikalar ve işveren örgütleri de taleplerini sıralamaya başladılar. Alman Sendikalar Birliği (DGB) Yönetim Kurulu üyesi Annelie Buntenbach konuyla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada, yeni hükümeti iş piyasasındaki bölünmeye son vermeye çağırdı. Buntenbach yaptığı açıklamada, “İş piyasasındaki iyi durum, bu alandaki uçurumun üzerini örtmemeli. İşsizlik sayıları azalmakla birlikte uzun süreli işsizlerin iş piyasasında yer bulmaları daha da kötüleşmiş durumda. Yeni hükümet alarm veren bu durum karşısında sessiz kalmamalı ve uzun süreli işsizliğin bitirilmesini çalışmasının merkezine koymalıdır” dedi.
Alman İşverenler Birliği Başkanı Ingo Kramer ise, Handelsblatt gazetesine verdiği demeçte partilere hükümet kurmak için çağrıda bulunurken, SPD’nin taleplerine taviz verilmemesini, bu nedenle ‘her ne pahasına olursa olsun bir hükümetin kurulması’ anlayışından yana olmadıklarını söyledi. Kramer, SPD’nin ileri sürdüğü taleplerin yerine gelmesi durumunda Alman ekonomisinin rekabet gücünün tehlikeye gidereceğini de ileri sürdü. Kramer, IG Metall sendikasının gündeme getirdiği haftalık çalışma süresinin 28 saate düşürülmesi talebinin de gerçekçi olmadığını iddia etti.
Alman İşverenler Birliği (BDI) yöneticisi Joachim Lange de yaptığı açıklamada, Almanya’nın yatırım ve yenilemeye ihtiyaç duyduğunu, bunun için de vergilerin buna göre düzenlenmesi, aksi takdirde uluslararası rekabetin zorlaşacağını ileri sürdü. Lang yaptığı açıklamada, “Gelecekte işbaşı yapacak hükümet, vergilerden elde edeceği vergileri iyi kullanmalı” dedi.
Almanya’da emekçilere karşı en pervasız politikaları savunan ifo Enstitüsü’nün eski Başkanı Hans-Werner Sinn ise büyük koalisyona açıktan karşı olduğunu söyledi. (YH)

Close