Written by 12:47 Allgemein

İngiltere’de seçimlere doğru

İki parti sisteminin veya diktatoryasının ana yurdu olan İngiltere’de pek sık görülmeyen bir durum …

1974’ten bu yana yaşanan bu en belirsiz seçim tablosu üzerine İngiltere tarihinde çok az görülmüş olan koalisyon, azınlık hükümeti gibi seçenekler tartışılıyor.
Bu belirsizliğin başlıca üç nedeni olduğu söylenebilir:
İlki seçmenlerin yaklaşık yüzde 43-47’sinin halen kararsız olması. İkincisi üç ana parti arasında niteliksel farklılıkların iyice silikleşmesi ve üçüncüsü, yoksulluğun ve eşitsizliğin adeta İkinci Dünya Savaşı sürecindeki seviyelere yaklaştığı belki de geçtiği 2010 yıllında, halktan ve emekten yana güçlerin, geniş yığınları ikna edecek halkçı ve “İşçi” Partisi’nden bağımsız bir politika yürüten, ilerici bir seçim platformunu oluşturmakta yaşadıkları sıkıntıları aşamamış olması.
İngiltere’de ‘sol’ terimi tarihsel, siyasal ve ideolojik nedenlerden dolayı üç ayrı akım, grup ve/veya partilerle özdeşleştirilir:
Birincisi, işçiler ve sendikalar tarafından 1901’de kurulmuş olan ve bazı sendikalar tarafından (malesef) halen desteklenen ‘sözde’ İşçi Partisi; ikincisi, sendikalar ve sendika yönetimleri; ve üçüncüsü, kendilerini sosyalist ve komünist olarak adlandıran gruplar, partiler ve fraksiyonlar.
“İŞÇİ” PARTİSİ “SINIF” VE “IRKÇILIK” OLGULARINI KULLANIYOR
Sol değerlere ve emekçilerin özlemlerine hükümet olduğu her dönem içerisinde ihanet eden “İşçi” Partisi, solcuların ve emekçilerin oylarını almak için halen sol söylemleri, değerleri ve hassasiyetleri kullanıyor veya sömürüyor. Bunun en açık örneğini, son üç aydır “İşçi” Parti’li milletvekillerinin sık sık tartışmaya açtığı “sınıf ” ve “ırkçılık” olguları oluşturuyor.
Yani “İşçi” Parti’li milletvekilleri işsizlik, yoksulluk ve politik olarak alternatifsizlikten doğan tepkilerden dolayı gelişen ırkçılık ve (buna bağlı olarak) faşist BNP partisine yönelik oluşan sempatiyi kullanarak oy istiyor. İşsizliğe, yoksulluğa ve sefalete değinmeden ve çözüm yolları sunmadan, “bize oy vermezseniz BNP başa geçer, haberiniz ola!” tehdidini solcuların ve sendikacıların katıldığı neredeyse her platformda dile getiriyorlar. Örneğin, Londra’nın Dagenham bölgesi ve Kuzey İngiltere’de bulunan birçok seçim bölgesi için izlediği seçim taktiği bu. Aynı taktik, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de başarılı bir sekilde izlenmişti. Oysa BNP’nin sloganı olan “Britanya’da bulunan işler, Britanyalılara verilmeli!” sloganını kullanan, ilticacıları “Detentition Centre” denen hapishanelere tıkan, göçmen emekçilerin asgari ücretin çok altında çalışmasına göz yumup da yerli emeçilere “bak sizin işlerinizi çok daha ucuza yaparak ekonomiyi kalkındıran yabancılar var” diyen ve Philip Woolas gibi son 50 yılın en gerici ve ırkçı Mülteci Bakanı’na sahip aynı İşçi Partisi, utanmadan BNP’yi tehdit olarak gösteriyor! Yani, ırkçılığı geliştiren de ırkçılıktan siyasal rant sağlamaya çalışan da aynı İşçi Partisi.


İŞÇİ PARTİSİ DEĞİL, İHANET PARTİSİ

Başta Harriet Harman olmak üzere, birçok İşçi Partili milletvekilli, “Biz yoksulların, Muhafazakar Parti zenginlerin
partisi”, “İşçi sınıfının ana yurdu bizim partimiz” ve “İşçiler, siz kurdunuz, sahip çıkın!” tehdidini ve nostaljisini son dönemlerde sıkça dile getiriyor. Ki bu tehdit ve geçmişe özlem sahtekarlığının, maalesef halen İngiliz solunu bölen, halkçı, ilerici ve gerçek bir işçi partisinin gelişmesini engelleyen etkileri olduğu görülüyor.
Örneğin, bu bakış açısından dolayı bazı “solcu” İşçi Partisi adaylarına rakip adaylar çıkarmak halen ‘öcü’ olarak görülüyor.
Son 13 yıldır hükümet olan “Yeni” İşçi Partisi hükümetinin politikalarının hangi sınıfsal katmana hizmet ettiğini ve kimin partisi olduğunu daha net görmek için tabloya özetle bakacak olursak:
Bu hükümetin politikaları sonucunda, İngiltere’de yaşayan en zengin yüzde 10’luk kesim, en yoksul yüzde 10’luk kesimden 100 kat daha fazla zenginleş(tiril)miştir. Buna ek olarak, devlet memurlarını işten atan ve/veya maaşlarını donduran aynı İşçi Partisi hükümeti, bankerlerin milyonlarca prim almaları için halkın vergilerini bankaların hizmetine sunmuştur!
Yani, “İngiltere’de solun yıkılmaz kalesi olan” sözde İşçi Partisi’nin, geniş işçi emekçi kesimler açısından da, özünde zenginlerin, patronların ve sistemin sesi olduğu su götürmez bir gerçeklik olarak ortada durmaktadır.

SENDİKALAR VE SEÇİMLER
Sendikaların 2010 yıllı genel seçimleri için belirlemiş oldukları seçim politikalarını anlamamız, anlamlandırmamız ve doğru bir şekilde irdeleyebilmemiz için, İngiltere’de faaliyet yürüten sendikalarda egemen olan iki ana siyasal akıma kısaca değinmemizde fayda var: Bunlardan ilki sendika bürokratlarının veya işçi aristokrasinin başını çektiği, uzlaşmacı, işbirlikçi ve gerici sendikal ve siyasal anlayış. İkincisi de mücadeleci sendikacıların önderlik ettiği, mücadeleci ve ilerici sendikal ve siyasal anlayış. Geçmiş seçimlerde olduğu gibi bu yıl gerçekleşecek olan genel seçimlerde de sendikaların farklı ve çelişik seçim politikaları belirlemelerinin temelini veya mantığını bu zıt siyasal anlayışlar oluşturmakta.
İşçi Partisi 1901 yıllında İngiltere’deki sendikalar tarafından, işçi ve emekçileri temsil etme amacıyla kurulmuştur—bu partiyi o gün kuran sendikaların başında gelen RMT ve FBU sendikaları, partinin 1997 yıllından sonra izlemiş olduğu sınıf ve emek düşmanı politikalarından dolayı partiyle ilişkilerine son vermişlerdir! İşbirlikçi sendikal ve siyasal anlayışın temsilcileri ise, “İşçi” Partisi’ni her dönem koşulsuz olarak desteklemişler; ve “İşçi” Partisi’ni emekçilerin mücadelesini bozuşturmanın bir aracı olarak sermayenin hizmetine sunmuşlardır.
Öte yandan, mücadeleci sendikacılığı ve siyaseti benimseyen mücadeleci sendikacılar ve sendikalar, haksızlığa karşı çıkmışlar ve alternatif bir dünya ve toplum için hem ekonomik hem de politik alanda mücadele yürütmüşlerdir. Bu onurlu mücadelelerini (koşullara ve duruma bağlı olarak) hem İşçi Partisi içerisinde hem de onun dışında yürütmüşlerdir.
İŞBİRLİKÇİLERDEN “İŞÇİ” PARTİSİ’NE KOŞULSUZ DESTEK!
İşçi aristokrasinin gerici ve işbirlikçi tutumunu bugün sergileyen ve bayraklaştıran sendikaların başında, İngiltere’nin en büyük sendikaları olan UNITE, UNISON ve CWU sendikalarının merkezi yöneticileri gelmekte. Örneğin, UNITE sendikası; işçi ve emekçilere her dönem pervasızca saldıran, Irak ve Afganistan işgallerinde yer alan ve yoksulluğu ve adaletsizliği derinleştiren “İşçi” Partisi hükümetine son 13 yıl içerisinde, 11 milyon Sterlin’den fazla bağışta bulunmuştur. Sadece geçen yıl, 3.6 milyon Sterlin bağış yapmıştır, ki bu o yıl içerisinde yapılan tüm yardımların %15’ni oluşturuyor.
İŞBİRLİKÇİLERİN KLASİK KOZU: “YA MUHAFAZAKARLAR BAŞA GELİRSE”
Özellikle son bir yıl içerisinde, hem UNISON sendikasının Genel Sekreteri David Prentis hem de UNITE sendikasının Genel Sekreterleri Derek Simpson ve Tony Woodley, sendikalar tarafından “İşçi” Partisi’ne alternatif olarak oluşan herhangi bir siyasal oluşumu engellemek ve/veya bölmek için her türlü oyuna ve sahtekarlığa baş vurmuşlardır. Bunun en somut örneği, mücadeleci sendikaların ve sendikacıların oluşturmuş olduğu Halklar Tüzüğü Platform’una yönelik izlenen politikalar ve taktikler.
Hem Prentis hem de UNITE Eşbaşkanı Tony Woodley, İngiltere Sendikalar Konfederasyonu TUC’nin 2009 yılı konferansında, Halklar Tüzüğü Platform’una yönelik gelişmekte olan desteği sınırlamak veya engellemek için hem kürsüde hem de kuliste her türlü manevralara başvurmuştur.
Prentis ve Woodley, bu hedeflerine olaşabilmek için şu argümanı kullanmışlardır: “Halklar Tüzüğü, İşçi Partisi’ne alternatif olarak oluşan bir seçim platformudur. Bu platform sadece ve sadece İşçi Partisi’nin oylarını böler ve
zenginlerin partisi olan Muhafazakar Parti’nin kesin olarak başa geçmesini sağlar!”.

HALKLAR TÜZÜĞÜ PLATFORMU
Öte yandan, mücadeleci ve ilerici sendikacılığı temsil eden RMT, FBU ve PCS gibi sendikaların ve İşçi Partisi’ne bağlı olmayan Britanya Kömünist Partisi (CPB), Sosyalist Parti (SP) ve Sosyalist İşçi Partisi (SWP) gibi partilerin son bir yıllık seçim hazırlıklarını somutlayan iki ayrı seçim projesi bulunmaktaydı: Sendikacılar ve Sosyalist İttifakı (TUSC) ve Halklar Tüzüğü Platformu.
Savaşa, özelleştirmelere, krizin yükünün emekçilere ödetilmesine karşı maddelerden oluşan 2009 Halklar Tüzüğü, 1838 Halklar Tüzüğü gibi, geniş bir mücadele ve seçim koalisyonu hedefiyle oluşturulmuştu.
Öyle ki, ilk bir yıl içerisinde geniş bir destek toplamayı başarmıştı. İki sendika dışında bütün sendikalar destekledi. TUC, 2009 yılında desteğini sundu. Sosyalist Emek Partisi (SLP) dışında, kendisine sosyalist diyen tüm solcu parti, grup ve fraksiyonlardan destek toplamıştı. Birçok aydın ve “İşçi” Partisi’nin “sol”unda bulunan milletvekilli destekledi.
Ama sendika merkezlerinden gelen destek tabanla ve halkla buluşmadı. Bundan dolayıdır ki, bu seçimlerde Halklar
Tüzüğü Platformu’nun adayları bulunmamakta. Ve Halklar Tüzüğü Platform’u (şimdilik) sadece tepenin ve merkezlerin ittifakı olarak var olmakta. Böyle olmasının sebeplerinin başında ise, mücadeleci sendikaların ve sendikacıların “İşçi” Partisi dışında güçlü ve halkçı bir siyasal alternatif oluşturmakta yaşadıkları atalet ya da yetersiz çaba gelmekte. Başka bir deyişle  mücadeleci sendikalar ekonomik mücadelede gösterdikleri ilerici ve örnek tutumu siyasal alanda henüz gösterememektedirler…

SENDİKACILAR VE SOSYALİSTLER İTTİFAKI (TUSC)

2010 yıllı genel seçimleri için oluşturulan Sendikacılar ve Sosyalistler İttifak’ın (TUSC) temelleri Sosyalist Parti’nin önderlik ettiği “Yeni İşçilerin Partisi”ni oluşturma girişiminde bulunmakta. Sosyalist Parti, 2004 yılı genel seçimlerinden sonra, “Yeni İşçilerin Partisi”ni oluşturmak için çeşitli girişimler içerisinde bulundu. Bu girişimlerin ürünlerinden bir tanesi: TUSC.
2009’un son aylarında oluşturulan TUSC’un oluşum ve inşaa toplantılarına RMT, FBU, PCS sendikaları, SP, SWP, CPB ve Yeşil Solcular gibi partiler ve yüzlerce işyeri sendika temsilcisi katıldı. Ama oluşum ve inşaa toplantılarına katılanlarla bugün TUSC’ı destekleyenler arasında fark var. TUSC’ı bugün sadece RMT’nin Genel Sekreteri Bob Crow ve POA sendikasını Genel Sekreteri Brian Caton kişisel düzeyde desteklemekte. Ve bazı kentlerde bulunan sendika şubeleri de bu koalisyonu desteklediklerini açıklamakta.
Ama bütün bu gelişmelere rağmen, seçimlerde yer alan ve sınırlı da olsa halk ve sendika desteği bulan ve savaşa, krizin faturasının emekçilere kesilmesine karşı olan oluşum: TUSC. TUSC’ın seçim manifestosunu şekillendiren taleplerse özetle şunlar:
Özel Mülk Kaldırılsın, Kamu Mülkü Geliştirilsin; Kesintilere Hayır, Daha Fazla Yatırım; Kurtarma Paketleri Daha Fazla İş Olanağı için Kullanılsın, Milyarderleri ve Bankerleri Korumak İçin Değil; İş ve Sendikal Halklar; Küresel Isınmaya Son-Çevremizi Koruyalım; Yeterli Emeklilik Maaşı ve Sosyal Yardım Verilsin; Adalet, Demokrasi ve Çeşitlilik; Savaşmalayım, Dayanışalım ve Sosyalizm.

Londra Veli Yadirgi

Close