Written by 09:38 Allgemein

İstatistiklerle ırkçılık güçlendiriliyor

Bir Alman ve bir Türk araştırma enstitüsünün yaptığı ortak araştırma kapsamında, Türkiyeli göçmenlerin beklentileri ve durumlarına ilişkin değerlendirmeleri ortaya çıkarılmış. İleri sürülen iddia bu. Şimdi ortaya çıkan veriler kamuoyuna tanıtıldı ve ardından bir tartışma başlatıldı. Ancak bu tartışma, ortaya çıkan bulgularla genel toplumsal atmosfer arasında bağlantı kurulmadan sürdürülüyor. Bunun yerine, var olan önyargıları doğrulayan ve göçmenleri kendi sorunlarının sorumlusu olarak gösteren tek tek yanıtlar cımbızla çekilerek ortaya çıkarılıyor.

 

Araştırma, “Almanya’daki Türkler aynı anda hem entegrasyon, hem de Türkiye’ye dönme hayalinin peşinde” başlığıyla yayınlandı. Daha ilk cümlede, amacın ne olduğu ortaya çıkıyor. Buna göre Almanya’daki Türkler buradan memnun değilmiş ve memnun olmayanların oranı son yıllarda artmış.

Gerçekten araştırmaya göre, ankete katılanların yüzde 45’i bir zaman sonra Türkiye’ye dönmek istediğini söylemiş. Ancak önümüzdeki iki yıl içinde, yüzde beşi dönüş için somut planlar yapmış. 10 yıl içinde dönmeyi planlayanların oranı ise yüzde 12. Somut plan yapanların büyük bir bölümü, bunu daha iyi hava koşullarıyla, emekliliklerini de bu sıcak havada geçirme arzusuyla gerekçelendiriyor. Yani bu eğilimin ardındaki nedenler, örneğin Mayorka veya Toskana’da kendilerine bir ev satın almış ve oraya yerleşmiş olan Alman emeklilerinkinden farklı değil.

Ancak araştırmayı yorumlarken bunun gözetilmediği dikkat çekiyor. Bütün olarak bakıldığında dikkat çeken diğer bir nokta ise, Almanya’da insanların iş piyasasında sayısı giderek azalan sosyal güvenceli bir işte çalışabilmek uğruna keskinleşen bir rekabet içinde olduğu, buna bağlı olarak da “Türkler ve Arapların üretken bir işlev üstlenmediği” eksenli tartışmaların boyut kazandığı gibi gerçeklerle ankete katılanların duygu ve düşünceleri arasında bağlantı kurulmamış olması. Katılımcıların yüzde 50’sinin kendilerinin Almanya’da istenmedikleri duygusu içinde olduğu gözardı edilip, bunun yerine, Almanya’yı vatanı olarak gören göçmenlerin sayısının giderek düştüğüne işaret ediliyor. Aynı şekilde, somut dönüş planları olanların önemli bir bölümünün Almanya’da iş bulma konusunda sorunlar yaşadıkları, buna karşılık Türkiye’de iş bulma şansının yüksek olduğuna inandıkları bilgisi de önemsiz bir ayrıntı olarak es geçiliyor.

 

TOPLUMSAL KOŞULLAR GÖZETİLMİYOR

Önemsiz bir ayrıntı olarak görülüp es geçilen diğer bir konu ise, 15-29 yaş grubundaki katılımcıların yarısının dini inancı nedeniyle hakarete, beşte birinin de Türkiye kökenli olması nedeniyle fiziksel saldırıya uğramış olması.

Araştırmanın odaklandığı konu bunun yerine, “özellikle genç Türkiye kökenli göçmenler arasında dine ilginin artması”. Elbette yok sayılamayacak olan bu eğilim, araştırmada Türkiye’deki Kemalist ve dolayısıyla laisizm yanlısı akımlarla aralarına mesafe koymalarına bağlanıyor. Ancak Marksistler, dine ilginin artmasının nedeninin toplumsal koşulların kötüleşmesinde, insanların bu nedenle yeni çözüm arayışlarına yönelmesinden kaynaklandığını bilirler.

Katılımcıların ifadelerini yorumlarken bu toplumsal koşulları gözetmemek, her araştırmanın gerçeği yanlış yansıtmasına neden olacaktır. Ayrıca özellikle önyargıları pekiştiren ve gerçeğe aykırı bir tablo sunan bölümler öne çıkarılınca, burada istatistik çalışmaları aracılığıyla siyaset yapılmak istendiği izlenimi güç kazanıyor.

Burada araştırmayı yapan bilim insanlarının ille de bu niyetle davrandıklarını iddia etmiyoruz. Tersine, varolan toplumsal önyargıları bilinçaltında çalışmaya aktarmış da olabilirler. Bu da gelinen noktada, ırkçılığın Almanya’da ne kadar bilinçlere kazındığını gösteriyor.

 

Close