Written by 17:00 TOPLUM

Kapitalizmde tarım: Ne ekolojik ne de kârlı

Wenke Dargel/ Neues Deutschland

Gıdayı birçok maldan ayıran bir özelliği var: Belli bir gelir düzeyinin üzerinde hiç kimse, geliri artsa bile sistematik olarak daha fazlasını satın almıyor. Bu aynı zamanda ortalama bir hanenin gıdaya harcadığı gelir oranında da görülebilir. 1960’lı yıllarda ortalama bir Batı Alman hanesi gelirinin yaklaşık yüzde 40’ını gıdaya harcıyordu; 2000’li yıllardan bu yana ise ortalama yüzde 15 oldu. Fiyatlar düştüğünde insanların daha fazla yiyecek satın almaması gerçeğinin kapitalizmde geniş kapsamlı sonuçları vardır. Çünkü bu sistemde satılabileceğinden fazlasını üretme eğilimi vardır. Ancak fiyat indirimi sistematik olarak daha fazla satışla sonuçlanmazsa fiyatlar düşmeye devam edecektir. Aşırı üretim olduğunda gıda fiyatlarının diğer sektörlere göre daha keskin bir şekilde düşmesinin nedeni budur. Tarımda para kazanmanın özellikle zor olmasının bir nedeni de budur.
Tarımdaki üretim süreçleri de fabrikadaki mal üretiminden farklı işliyor. Çiftçiler büyüme süreçlerini denetler ve optimize eder, topraklarını en iyi şekilde nasıl yönetebileceklerini, toprağı sürmeleri mi yoksa kazmaları mı gerektiğini sorarlar ve ne zaman ve hangi pestisitleri uygulamaları gerektiğini ve bitkilerinin ne kadar gübreye ihtiyaç duyduğunu düşünürler.

DOĞAL SÜREÇ EKOLOJİKTİR
Bu arada tarım ancak döngüleri tamamladığı takdirde ekolojiktir. Bitkiler fotosentez sayesinde ışıktan şeker ve CO2 üreterek kendilerini beslerler; Aynı süreçte bitkiler sera gazı CO2’yi atmosferden uzaklaştırır. Aynı zamanda büyümek için topraktaki diğer besin maddelerini de emerler. Eğer bitki, insanlar ya da hayvanlar tarafından sindirildikten sonra toprağa geri dönerse, topraktaki yaşam bu dışkıları humusa ayrıştırır ve döngü aslında kapanmış, tamamlanmış olur. Toprağın verimliliği, kısmen toprakta sabitlenen ve tekrar CO2’ye dönüşmeyen karbondan oluşan humus tarafından artırılır. Sayıyla ortaya koyarsak: Eğer küresel humus içeriği yılda binde dört oranında artırılabilseydi, bu kabaca küresel sera gazı emisyonlarına karşılık gelirdi. Ancak en organik tarım koşullarında bile bunu dünya çapındaki tüm topraklarda bu ölçüde yapmak gerçekçi değildir çünkü humus oluşumu yavaş ve karmaşık bir süreçtir.
Humusun oluşumu bilimden ütopyaya götürür. Humus yalnızca topraktaki karbonu sabitlemekle kalmıyor, aynı zamanda onu daha verimli ve dolayısıyla iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı hale getiriyor. Besin döngülerini kapatmak ve humus oluşturmak, kapitalizm altında yapılması zor olan basit bir şeydir. Ayrıca insanların yemek dışında yedikleri şeyler de bu süreci bozar. Karl Marx, Kapital’in üçüncü cildinde, 19. yüzyılın sonlarında Londra dışkısının gübre olarak kullanılmak yerine Thames Nehri’ne akmasını kapitalizmin bir mantıksızlığı olarak eleştirmişti. Ancak kanalizasyon sistemleri medeniyette zorlu bir ilerleme olmasına rağmen besin döngülerini kapatmak hala zor. “Yemekten dışıkıya döngüsü çalışıyor. Dışkıdan yemeğe giden döngü bozuldu” diye yazıyordu Friedrich Hundertwasser.

KAPİTALİZMDE DOĞANIN DEĞERİ
Marx’a göre zenginliğin kaynakları emek ve doğadır. Ancak kapitalizmde yalnızca genel olarak insan emeğinin harcaması, yani „soyut emek“ bir değer kaynağı olarak kabul edilir. Öte yandan doğanın sermaye altında hiçbir değeri yoktur. Her düzenleme girişimi örneğin politikacılar doğaya vergiler veya CO2 fiyatları şeklinde bir değer vermeye çalıştığında bu örtülü olarak kabul edilmiş olur. Eğer doğanın kendisinin sermaye için bir fiyat biçiminde anlamlı bir değeri olsaydı, bu düzenlemelere ihtiyaç duyulmazdı ve sermayenin kendisi de doğaya dikkatli davranırdı.
Ancak doğa bu haliyle değersizdir ve bunun tarım açısından sonuçları vardır. Kapitalist değer yaratımı şu şekilde işler: Para artışı, kapitalistlerin bir ürün üretmek için işçi ve makine satın almasıyla başlayan bir süreçtir. Bu daha sonra orijinal ürünlerden daha yüksek bir fiyata satılmalıdır. Bu sermayenin döngüsüdür ve ne kadar hızlı gerçekleşirse kapitalist o kadar çok para kazanır. Bu süreç tarımda diğer sektörlere göre daha istikrarsızdır.

TARIMSAL ÜRETİM VE HAVA DURUMU
Hektar başına ortalama buğday verimi 1950’de 2,6 tondan 2019’da 8,1 tona çıktı, ancak harman hâlâ yılda yalnızca bir kez yapılıyor. Doğal büyüme zaman alır ve hızlanmasının sınırları vardır. Dolayısıyla tarımda sermayenin dolaşım süresi ancak sınırlı ölçüde artırılabilir. Dahası, üretim ilgili hava koşullarına bağlıdır: Diğer endüstrilerde daha iyi veya daha kötü yıllar olmasına rağmen, verimin tarımda olduğu kadar hava durumuna bağlı olduğu yalnızca birkaç endüstri vardır. Almanya’da 2018’den 2023’e kadar kuraklık yaşandı ve bu yıl geç donlar meyve ve şarap üretimini ciddi şekilde etkiledi. Tarım bu nedenle özellikle doğaya bağımlıdır. Peki çiftçiler bunun faturasını kime kesebilirler?
Bu özel üretim koşulları, aynı zamanda, daha tekelleşmiş diğer endüstrilerin aksine, çiftliklerin ölmesine rağmen hala bu kadar çok çiftçinin var olmasının nedenlerini de sağlıyor. Ekonominin geri kalanındaki tekelleşme eğilimleri göz önüne alındığında, çiftliklerin neden öldüğünü açıklamak gerçekten mümkün değil, aksine neden hala 255.000 çiftlik olduğunu açıklamak mümkün. Cevap: Görünüşe göre tekelleştirilmiş tarım istenen karı getirmiyor. Ancak doğanın geçirmezliği artık çiftçiler için sorun haline geliyor. Süt çiftçileri ile mandıralar arasındaki bu ilişki özellikle acımasızdır; İkisi arasında sözde kabul sözleşmeleri mevcuttur. Bir mandıra çiftlikten süt almayı taahhüt eder; Ancak bunların satın alma işlemine ilişkin sabit bir fiyatı yoktur, daha ziyade dünya piyasa fiyatlarına göre sonradan belirlenmektedir. Sonuç olarak çiftçiler riski üstleniyor, mandıralar kremayı kapıyor ve çiftlikler ölüyor.

İKLİM KRİZİNİN NEDENİ SERMAYE
Kapitalist olarak organize edilen tarım sektöründe artık bu doğal bağımlılıklarla verimli bir şekilde başa çıkmak için girişimlerde bulunuluyor. Bitkilerin ve hayvanların büyüme koşullarını pestisitler, gübreler ve çok daha fazlasıyla optimize eden bir endüstri var.
Gıdalarımızın üretiminde güneş enerjisinden çok daha fazlası kullanılıyor. Bir örnek: İnekleri merada beslerseniz, ot yerlerse ve dışkılarıyla toprağı gübrelerseniz, bir döngünüz olur ve sürdürülebilir bir şekilde süt üretirsiniz. Ancak ahırda inek beslerseniz ve bu amaçla daha fazla mısır yetiştirirseniz işler farklıdır. Mısır, enerji açısından oldukça zengin olması ve hektar başına büyük bir biyokütleye sahip olması nedeniyle sermaye için en uygun mahsuldür. Ancak aynı zamanda mısırın püskürtülmesi ve gübrelenmesi de gerekiyor, bu da toprağın humus içeriğini azaltıyor ve böylece atmosfere CO2 salıyor. Bu yüzden düzeltilmesi gerekiyor: İnekler metan gazı çıkardıkları için iklimi mahvetmiyorlar. Aksine, sermaye iklimi yok ediyor çünkü sürdürülebilir üretim, kâr rejimi altında rasyonel değil.

Çeviren: Semra Çelik

Close