Written by 17:01 ÇALIŞMA YAŞAMI

Kazanılmış haklar nasıl savunulur…?

Alman mali sermayesinin koçbaşı olan Allianz tekeli, Almanya’nın üretim merkezi olarak korunması için seçilecek yeni hükümete yapması gerekenleri sıraladı. “Veraset Vergisi” konusuna da değinerek sendikaların ağzına “bal sürmeye” çalışan Allianz CEO’su Bäte, asıl olarak işçi ve emekçilerin bir dizi kazanımlarına karşı saldırı için sinyali verdi. Mali sermayenin başını çektiği saldırıları geri püskürtmek mümkün. Bunun için bir kazanılan hakların nasıl elde edildiğine ve saldırıların nasıl geri püskürtüldüğüne bakmakta fayda var.

SERDAR DERVENTLİ

Allianz, dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden biri. Onlarca ülkede ortaklıkları ve yüzde 100 kendine ait sigorta şirketlerinin yanı sıra “Pimco” ve “AGI” yatırım fonları da Allianz’a ait. Pimco, yatırımcıların 1,8 trilyon eurosunu işletirken AGI, 555 milyar euroluk bir portfolyoya sahip. Böylece Allianz, 2,3 trilyon euroluk bir yatırım hacmiyle önemli “küresel oyuncular” (“Global Player”) arasında yer alıyor.

Dolayısıyla Alman mali sermayesinin de koçbaşı konumunda olan Allianz’ın yaptığı açıklamalar, gündeme getirdiği önerilerin ağırlığı da farklı oluyor.

Allianz CEO’su Oliver Bäte’nin 6 Kasım günü Handelsblatt (HB) gazetesinde yayınlanan söyleşi Almanya’nın gündemine “bomba” gibi düştü. HB’nin, “Allianz patronu, daha yüksek veraset vergisi uygulamasına sıcak bakıyor” manşetine değer gördüğü söyleşide Bäte, Almanya’nın ekonomik olarak yeniden nasıl düzlüğe çıkabileceği üzerine fikirlerini paylaştı.

“BU KONUDA OLDUKÇA SOLCUYUM”

İki sayfalık söyleşide kısa bir bölümü teşkil eden “Veraset Vergisini” (“Erbschaftsteuer”) manşete öne çıkarılması, bütün televizyon kanallarından gazete ve dergilere, değişik internet sayfalarına kadar bu konuyu işlemelerine neden oldu. Sanki Allianz CEO’sunun işi gücü bırakıp, zengin mirasyedilerine savaş açmıştı! “Amacım, tek bir gün bile çalışmadan çok rahat yaşayabilen insanları vergilendirmek. Bu konuda politik olarak oldukça solda yer alıyorum” gibi alıntıyla bu izlenim güçlendirildi.

Söyleşiyi baştan sona okuyan için Bäte’nin servet sahiplerine yönelik herhangi bir vergi artırma gibi niyeti olmadığı çok açık ortadayken, “kopyala – yapıştır” kısa komutlarıyla çoğaltılan alıntı, ülke genelinde -ömrü kısa süreli olsa- çok farklı tepkilere neden oldu. Sözde solculardan (Sol Parti, BSW vb.) sözde sosyal demokratlara (SPD, Yeşiller ve sendika başkanları) kadar birçok politikacı ve sendikacı, “biz bunu çoktandır talep ediyoruz” diye sunulana sazan balığı gibi atladılar.

Bäte’nin sözlerinin hiçbir orijinalliği yok gerçekte; Bäte söyleşide, mirasçı olarak bir işletmeyi devralan şahsın, işletmeciliği sürdürmesi, ‘işyerlerini güvenceye’ alması durumunda Veraset Vergisinden muaf tutulması gerektiğini söylüyor ve “bunu yapmayanların vergi yükü artırılsın” diyor. “Bu konuda oldukça solcu” olan Bäte, “Servet Vergisine” kesinlikle karşı olduğunu da aynı söyleşide bildiriyor.

Her genel seçim öncesi gündeme getirilen “servet” ve “veraset” vergileri taslakları, seçimler sonrasında hemen bir kenara itiliyor.

Oysa 8 trilyon euro özel servetin olduğu Almanya’da ciddi bir servet vergisiyle birçok sosyal sorun çözülebilir. Fakat Federal Anayasa Mahkemesi (BVG) 22 Haziran 1995’te* aldığı bir kararda, “servet vergisinin bu haliyle eşitlik prensibine aykırı” olduğunu tespit etmişti. BVG’ye göre yasada emlak servetine, nakit servete göre daha fazla imtiyaz tanınıyordu. Ve yasa bu haliyle ancak 31 Aralık 1996’ya kadar uygulanabilirdi. Dönemin Kohl hükümeti, yasayı kendine tanınan sürede yeniden düzenlemedi ve 1997’den bu yana servet vergisi uygulamadan kalktı.

Daha sonra hükümete gelen SPD/Yeşiller koalisyon hükümeti yasayı değiştirme ve daha yüksek düzeyde yeniden yürürlüğe koyma vaadine rağmen bugüne kadar bir adım atılmadı. Oxfam Almanya’nın (www.oxfam.de/) yaptığı hesaba göre servet yasasının 1997’den bu yana uygulanmaması nedeniyle devletin kaybı 380 milyar euro düzeyinde.

ZAYIF RAKİPLİ KÜRESELLEŞME GÜZELDİ…

Söyleşide, Almanya’nın uzun yıllar boyunca küreselleşmeden faydalandığını söyleyen Bäte, “Artık değişen bir rekabet ortamıyla karşı karşıyayız. Çin artık sadece genişletilmiş bir tezgâh değil, giderek büyüyen bir rakip” diyor. “Ayrıca yaşlanan toplumumuzla birlikte sosyal sistemlerimizin de sınırlarına ulaştığının farkına varıyoruz” diye açıklamalarına devam eden Bäte, her iki konuda da önlemlerin alınması gerektiğini söylüyor.

Almanya’daki sağlık sisteminin ve sosyal yardım (“Bürgergeld”) uygulamasının “iyi fikir” olduğunu söyleyen Bäte, bir yanda “giderek yaşlanan nüfus nedeniyle sosyal güvenlik sisteminin kaldırabileceğinin sınırına geldiğini” ileri sürerken, “Ancak şimdi tüm sistemin, insanları (sosyal) güvenlik ağını sosyal hamak (“soziale Hängematte”)** olarak kullanmaya teşvik ettiği ortaya çıkıyor” diyor.

Bäte’nin “durum tespiti” bununla sınırlı değil; “Şimdiye kadar bunları kaldırabiliyorduk, ama şimdi Alman ekonomisinde çalışma saatleri de eksik durumda” diyor ve devam eden söyleşi, gazetecilerle “masa tenisine” dönüşüyor: “OECD’ye göre başka hiçbir sanayileşmiş ülkenin Almanya’dan daha kısa bir çalışma haftasına sahip olmadığını mı ima ediyorsunuz?” Bäte: “Sadece o değil, başka bir şey daha var: Almanya şu anda hastalık izni konusunda dünya şampiyonu. Bu da sistemdeki maliyetleri artırıyor. Bununla nasıl başa çıkacağımızı düşünmemiz ve bunu sosyal açıdan adil hale getirmemiz gerekiyor.”

Allianz CEO’su ve gazeteciler arasındaki mülakat böyle sürüp gidiyor. Almanya’daki işçilerin her yıl ortalama 20 gün rapor aldıklarını ve bunun Avrupa ortalamasının 8 gün olduğunu, İsviçre ve Danimarka’da insanların yıl ortalamasında Almanya’dakilerden bir ay daha fazla çalıştıklarını, hastalık parası için işverenlerin yılda 77 milyar, sağlık sigortalarının ise 17 milyar euro harcama yaptıklarını söyleyen Bäte, rapor alınan ilk gün için işçilere para ödenmemesini öneriyor!

Bäte’nin bu önerisine, Almanya’nın sosyal politik alanda sermaye yanlıları destek vermek için hemen harekete geçtiler. Öneriyi, “çok iyi bir fikir” olarak değerlendiren Freiburglu neoliberal ekonomist Prof. Bernd Raffelhüschen, “Bence hastalık parası almadan geçen bekleme günü (“Karenztag”) sayısı üç gün olmalı” diyor.

TOK, AÇIN HALİNDEN ANLAR MI…?

Almanya’da bekar ve çocuğu olmayan işçilerin ortalama yıllık net geliri Statista (www.de.statista.com/) verilerine göre 2024 yılında 28 bin 729 euroydu. Allianz CEO’su Oliver Bäte***, ortalama bekar bir işçinin yıllık elde ettiğini bir günde kazanıyor! Evet yanlış okumadınız, Bäte’nin günlük kazandığı para tamı tamına 28 bin 730 euro ve 77 cent, saat ücreti ise 3 bin 600 euro dolayında!

İşçi sınıfının ünlü şairi Bertolt Brecht’in bir şiirindeki, “olmasaydım ben fakir olamazdın sen zengin” (“wär ich nicht arm, wärst du nicht reich”)**** sözü tam da bu duruma denk düşüyor.

Bäte, daha önce (14.10.2024) HB gazetesine yazdığı bir yorumda, “Almanya daha üretken hale gelmelidir. OECD’ye göre 2023 yılında Almanya’da 46 milyon kişi istihdam ediliyordu. Ancak bu kişiler toplamda 1991 yılında istihdam edilen 39 milyon kişi kadar çalışmışlar. Bu kabul edilebilir bir durum değil ve değişmeli. Bu durum aynı zamanda bugün çalışma sürelerinin kısaltılmasını talep eden sendikaların ne kadar gerçeklikten uzak olduklarını da gösteriyor” diyordu.

Bäte tabi ki 1991’den bu yana, sermayenin talepleri doğrultusunda kısa süreli ve düşük ücretlerle çalışan işçilerin sayısının hızla yükseldiğini, son 20 yılda bu sayının katlanarak 7,6 milyona çıktığını biliyor. Fakat son yıllarda Alman sermayesi uluslararası alanda rekabet gücünü yitiriyor ve geriye düşüyor. Enerji darboğazı, teknolojik olarak geride kalma, pazarlardaki korumacı eğilimler… Bäte’nin de söylediği gibi “zayıf rekabetli küreselleşme döneminin” sona erdiğini gösteriyor. Dolayısıyla işgücünün de nasıl kullanılacağı ve kullanılmayacağı da yeniden düzenlenmeli.

ALLİANZ VE VW’NİN SALDIRILARI…

Bäte’nin “artık kaldıramayız” dediği sosyal güvenlik sistemine yönelik çok büyük saldırılar planlanıyor. Yasal emeklilik sigortasının özel emeklilik fonları lehine tasfiyesine yönelik adımlar geçtiğimiz aylarda atıldı (Allianz sahip onlarca sigorta şirketi aracılığıyla burada da aslan payını kapacak!) ve yeni hükümet bu adımları artıracak.

Sağlık ve bakım sigortaları yıllarca devam eden “reform” adı altındaki saldırılarla ilaç ve sağlık tekellerinin arka bahçesine dönüştürüldü. Sosyal güvenlik giderek daha fazla ölçüde “özel sorun” haline getiriliyor. Bäte’nin hastalık parasını ve sosyal yardımları kesme talepleri bunu gösteriyor.

Fakat Bäte’nin başında bulunduğu Allianz Grubunun, mali sermayenin temsilcisi olarak daha büyük hedefleri var. Yatırım fonları aracılığıyla binlerce şirket ve bir dizi bankalar üzerinde söz sahibi olan Allianz Grubu, önce Almanya’yı ardından AB’yi yeniden tasarlamaya yöneliyor.

Bir süre önce IG Metall ve İşyeri Temsilciliği’ni (BR), “sosyal ortaklığın” çerçevesini yeniden çizmeye zorlayan VW tekelinin adımlarını da aynı kulvarda değerlendirmek gerekiyor. Mercedes, BMW, KruppThyssen, Siemens, Bosch, Schaeffler, Continental, ZF, Mahle gibi metal-elektro şirketlerinin yanı sıra BASF, Bayer, Evonik, Venator gibi kimya şirketleri VW’nin açtığı yoldan gitmek için planlarını masaya koydular. VW tekelinin dayatmaları karşısında geri adım atan IG Metall, diğer şirketlerde de -tabandan farklı bir karşı koyuş gelişmezse- benzeri bir tutum içine girecek görünüyor.

Allianz ve VW’nin başlattığı saldırılar, önümüzdeki seçimlerde kurulacak koalisyon hükümetin hangi renklerden oluşacağı bir yana, bir saldırı hükümeti olacağı kesin.

MÜCADELE TABANDA ÖRGÜTLENECEK

Federal Hükümetin dağılmasıyla başlayan erken genel seçim sürecinin tam ortasındayız. Bütün partiler seçim programlarını ilan ettiler. Sanayi için enerjinin ucuzlatılması, vergi yükünün düşürülmesi, otomobil sanayisine özel teşvik sübvansiyonları verilmesi, savunmaya daha fazla bütçe ayrılması, silahların asıl olarak Alman silah sanayisinden tedarik edilmesi, sosyal güvenlik sisteminin elden geçirilmesi konusunda bütün partiler neredeyse aynı şeyleri söylüyorlar -nüans farklılıkları var aralarında.

Hiçbir parti sosyal alanda yeni bir vaatte bulunmuyor – en kabadayısı; bu veya şu alanda “kesintiye gitmeyeceğiz” derken bile yalan söylediği her halinden belli oluyor.

Ekonomik gidişata yönelik bütün veriler uluslararası alanda ciddi bir ekonomik krize doğru yol alındığını gösteriyor. Kısacası bugün partiler tarafından söylenenlerin birkaç ay sonra hiçbir hükmü de kaymayabilir.

TİS dönemlerinde olduğu gibi genel seçim dönemlerinde de fabrikalarda sohbetler daha fazla politikleşiyor; partilerin açıklamaları, sermaye örgütlerinin ve sendikaların talepleri üzerinden tartışmalar çok yoğun bir şekilde yaşanıyor. Dolayısıyla bu dönem aynı zamanda sermayenin ve kurulacak olan hükümetinin saldırı politikalarına karşı, sendika bürokrasisinin işbirlikçi tutumlarına karşı işçi ve emekçiler arasında propaganda ve örgütlenme çalışması yapmanın da tam zamanı. Saldırılar geri püskürtülecek, kazanılmış haklar korunacak ve yeni haklar için mücadele edilecekse bu tabandan örgütlenmeyle gerçekleşecek.

* Almanya’da 1923’ten 1996’ya kadar servet vergisi çok cüzi düzeyde olsa da uygulamadaydı. Tüzel kişiler de servet vergisine tabiydi. Vergi ülke çapında uygulanmış ve servet vergisinden elde edilen gelir federal eyaletlere tahsis edilmekteydi. Vergi oranı 1978’den itibaren özel kişiler için yüzde 0,5 ve tüzel kişiler için yüzde 0,7 idi (1984’ten itibaren yüzde 0,6). 1995 yılında özel kişiler için servet vergisi oranı yüzde 0,5’ten yüzde 1,0’e yükseltildi. Buna karşı Federal Anayasa Mahkemesi’ne (BVG) yapılan başvuru sonucu yazıda sözü edilen karar alındı.

** Hatırlatmakta fayda var; özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Almanya’da “sosyal hamak” tanımlaması işsizleri ‘tembellikle’ suçlamak, “işsizlik parası alıp, yan gelip yattıklarını” ileri sürmek için kullanılıyordu.

*** Yıllık geliri 7 milyon 470 bin euro olan Bäte’nin günlük ücreti ve saat ücreti haftalık 40 saat çalıştığı varsayımı üzerinden hesaplandı.

**** Alıntı, B. Brecht’in, 1934 yılında yazdığı “Alfabe” (“Albafet”) şiirinden alındı.

Close