Written by 17:00 KÜLTÜR

Keşke Aşık Veysel kadar iyi görebilseydik dünyayı

HÜSEYİN KANTAŞ

Bir çeşit mucize gibidir bazen; unutulmamış ama uzun zaman aklına da gelmemiş bir türkünün aniden hafızanızın derinliklerinde yükselmesini hissetmek… Kapının bir anda çarpması gibi, kuşların sığındıkları ağaçtan birden havalanması gibi. Hayat bu, çoğumuz koşuşturmaca içinde, her gün daha da kirlenen sahte suretlerin arasında kaybolup gidiyoruz. Kirletmeden, kirlenmeden. Eksiliyoruz, ama… İz bırakmadan.

Daha önce gidilmiş yollarda iz bırakılır mı hiç? İz bırakmak için yeni yollar bulmalısın, yolunu kendin açmalısın. Her zorluktan, her sıkıntıdan “her zaman bir ışık vardır” deyip, daha iyi bir varlığa dönüşerek çıkabildim ben.

Mesela, “Güzelliğin on para etmez / bu bendeki aşk olmasa / eğlenecek yer bulaman / gönlümdeki köşk olmasa”.  İç dünyama seslenen Aşık Veysel’in işte bu sözleriydi. Çoğumuzdan daha iyi gören gözleriyle, kalbinin gözüyle baktığı için büyük ozan. Ne zaman aklıma düşse; doğaya, hayata, yaşama dair ne varsa, ne kadar güzel duygu varsa aklıma gelir. Aşık Veysel, beni ben yapan değerlerin toplamıdır, en güzel örneğidir.

“Dünyaya geldiğim anda/ yürüdüm aynı zamanda,/ iki kapılı bir handa/ gidiyorum gündüz gece..” Ne zaman duysam bu türküyü, zamanı hemen orada durdurmak isterim. Çocukken duyduğum bu dizeleri, gökyüzünün mavisi gibi, gün batımında bulutların kızarması gibi, çocukluk kahkahası gibi, unutamıyorum, hep aklımda.

Nasıl unutabilirim ki, hayata hazırlanırken bizi aydınlatan, yol gösteren, iyi insan olup yaşadığımız gezegene ve gezegendeki canlılara karşı iyi olmamız için çaba gösterenleri… Kışın yolları kapanmış Anadolu’nun orta yerinde bir köy evinin sobalı odasında, kasketli dedelerin, amcaların radyoda çalan Aşık Veysel türküsünden sonraki sohbetlerini…

Rivayet çoktur belki Aşık Veysel’e dair ama nerede okursam okuyayım ilk duyduğum o hikayeler gelir aklıma Aşık Veysel’le ilgili. Hayvanların akşam yemini de verip günü bitirmiş ihtiyarların, gaz lambasının verdiği huzurlu odadaki akşam sohbetlerini, yanan sobanın sıcaklığında yıkanmış elbiselerden gelen sabun kokusunu, dedelerin nasırlı parmaklarıyla karıştırdıkları çay bardağının şıkırtısını, çayın höpürdetilmesini ve anlatılan Aşık Veysel hikayesini…

“Komşudan bir şey almak için evden göndermişler, akşamın karanlığında Veysel’i. Veysel’in eve dönmesi gecikince de, bu sefer evdekiler merak edip gitmişler komşuya. Komşular geri gittiğini söyleyince, aramaya başlamış ailesi, yerde baygın bulmuşlar Veysel’i. Çiçek hastası olduğunu öğrenmişler ve yere düştükten sonra  da gözünün biri yavaş yavaş görmemeye başlamış. Gözünün biri görmez olmuş, diğeri de sonradan kör olmuş…”

“Gözü görmese de gönlü görürmüş” derdi, çoğu Sivaslı gibi dedem de. Kendine has şivesiyle, gururla anlatırdı. Anlattıkça sardığı sigarasını derin derin çekerdi. O anlattıkça, kendimi dedemin alnındaki derin çizgiler gibi çaresiz, yeleğine dökülen sigaranın külü gibi fersiz hisseder, sonsuz bir yalnızlıktaymış gibi hüzünlenirdim.

Şu üç günlük dünyada insan elinden gelen iyiliği yapmalı derdi dedem. Toprağa tohum atar gibi, ne iyilik, ne  de tohum beklemeye gelmez derdi, iyilik ertelenmez.

Neydi şimdi  bulamayıp da geçmişten aradığım şey? İyilik miydi? Neydi geçmişimde bıraktığım, güzellik miydi? Çocukken bana sonsuzmuş gibi gelen zamanı ve zamanın her şeyden daha değerli  olduğunu, ne gidenleri, ne de giden zamanı geriye döndüremeyeceğimi şimdiki düzenin bozukluğunda mı öğrenmeliydim? Nefes alıp nefes verdiğim sığınaklarımdı türküler. Kendimi içinde bulduğum, dinlerken bile büyüsü bozulacak diye nefessiz kaldığım türküler…

„Beş günlük dünyada,/ ey ademoğlu, incitme canı“  diyen Aşık Veysel’i ancak büyüyünce mi anlamalıydım?

UNESCO 2023 yılını Aşık Veysel’i Anma ve Kutlama Yılı ilan etti. 1894-1973 yılları arasında aşığı ve ozanı bol olan Sivas’ta yaşamış Aşık Veysel Şatıroğlu’nun gözleri görmüyordu. Keşke gözleri görenler de dünyayı onun kadar iyi görebilseymiş.

Close