Written by 13:29 HABERLER

Leyla’nın öyküsü ve özlemleri

Ayşe Budak / Yüksel Dalyan / Kassel

Günlerdir alışkın olduğu söyleşilerden birini de Yeni Hayat ile yaparken heyecanlı Leyla (36). TV kameraları yok karşısında, sıcak bir ortamda, Ayşe’nin önüne koyduğu kahveyi yudumlarken konuşuyoruz. 1988 yılında anne ve babasıyla Almanya’ya mülteci çocuk olarak gelmiş ve bir daha geldiği yere gidememiş.

Leyla, nedir bu sınırdışı edilmenin öyküsü?

Biz 1988’den beri Almanya’da yaşayan bir Kürt aileyiz. Savaş başladığında Şırnak’tan babam aileyi korumak için ülkeyi terketti ve Almanya’ya geldik. Geldiğimizden beri resmi daireler Kürt kimliğimizi tanımamakta ısrar ettiler. Böylece Kürtlerin takibata uğradıklarını tanımamış oluyorlardı. ‚Siz Türksünüz ve konsolosluğa gidip pasaport almanız gerekir’de ısrar ettiler.

Babam için olanaksız bir şeydi bu, o ülkeden kaçıp gelmişti. Ben çocuktum, bunları anlamıyordum o zamanlar. Zamanla anlamaya başladım. Bu insanlar savaştan, baskıdan kaçmışlardı. 1988’de başlayan bu dava neden hala sonuçlanmadı? Annemle babam Türk pasaportu ile gelmişlerdi ve kısa bir süre sonra pasaportlarına hiç bir gerekçe gösterilmeden el kondu. Böylece yaklaşık 32 yıldır ‚kağıtsızız‘, elimizde kimliğimizi gösterebileceğimiz bir belgemiz yok. Ben Bayreuth’ta büyüdüm, okula gittim. Yaklaşık 10 yıldır da Kassel’deyiz. Resmi daireler topu birbirlerine atıyorlar, eksik dökümanlardan falan sözediyorlar. Sınırdışı da etmediler. Avukatlar bile bunu anlamakta zorluk çekiyor.

Almanya’nın süren savaşı ’savaş‘ olarak görmemesinden kaynaklanıyor olabilir mi?

Başka ülkelerden gelen herkese ‚önce git konsolosluğuna pasaport al‘ denmiyor. Türkiye’den gelen Kürtlere bu dayatılıyor, bu da sınırdışı etmek için gerekli. Bu yüzden de bizi sınırdışı edemediler. Kaçıp geldiği ülkenin konsolosluğuna gidip pasaport almak elbetteki sorun. Almanya için de bu nedenlerle gelenlere iltica hakkı vermek, oradaki savaş ve baskı politikasını tanımak olacağı için istemiyorlar.

İş arkadaşların sınırdışı olma ihtimalini nasıl karşıladılar?

İlginç olan da bu ya. Bayreuth ve Kassel resmi dairelerinin bilgisi dahilinde beş yıldır engellilere bakan bir işyerinde çalışıyorum. Ve tam beş yıl sonra benim çalışmamın yaşadışı olduğunu farketmişler. Aslında ben çalıştığım için mahkemeden lehimize bir karar çıkmak üzereyken bunu yaptılar. Buradaki yabancılar dairesi kaçak işçilerle uğraşan Giessen’deki gümrük dairesi aracılığıyla şimdiki işverenimi, arayıp, beni çıkarmazlarsa 3.900 euro ceza vermekle tehdit etmiş. Oysa ben ‚kağıtlı‘, vergi ve sosyal sigorta numaralı olarak çalışıyorum ve yıllardır binlerce euro vergi vermişim. Bu haksızlığı gören iş arkaşlarım da mitinge gelip dayanıştılar. Dört bine yakın insanın imzaladığı “Leyla ve Meryem kalsın” dilekçesi var, mitingler, söyleşiler, değişik dayanışma etkinlikleri sürüyor.

Bu nasıl bir duygu?

İnsana güç veren bir duygu. Bu arada sadece biz değil, birçok insanın da bu tür haksızlıklara uğramış olduğunu öğreniyorsunuz. Birçok kararın politik içerikli olduğunu görüyorsunuz. Belki hepsi 30 yıl değil, ama duyduğum benzer durumda olan yüzlerce Kürt mülteci var.

Tanımadığın bir ülkeye sınırdışı edlmek nasıl bir duygu? ‚Vatan‘ senin için ne anlam ifade ediyor?

Ben yaşadıklarımı hep ‚Kürt olarak‘ yaşadım. Türkçe bilmiyorum. Benim için Kürdistan belirli bir sınır değil, çeşitli kültürden, inançtan insanların binlerce yıldan beri birlikte yaşadıkları bir özlem. Bu yüzden doğduğum yerle bir gönül bağım var. Ama burada büyüdüğüm, buradaki insanlarla birlikte yaşadığım için de bu toplumdaki olumlu herşeye katkıda bulunmak istiyorum.

Annenin durumu nasıl Leyla, bütün bu olanları anlayabiliyor mu?

Annem 62 yaşında, 2010 yılında bir beyin kanaması geçirdi. 2011 Kassel’e geldiğimizden bu yana en az beş kez kalp krizi geçirdi. İkisinde hastalık sigortası olmadığı için ‚evde‘ iyileşmek zorunda kaldı! İnsan onuruna yakışmayacak şekilde davranıldı kendisine. Sağlık durumu kötü, ama bize gösterilen dayanışma ona da güç veriyor.

Söylemek istediğin başka şeyler var mı?

Benim için ikinci vatan olan Kassel’de yaşamak istiyorum, ‚insan olarak haklarıma kavuşmam gerekir‘ diye düşünüyorum, yasalar önünde eşit haklar istiyorum, Bunlardan taviz vermeyeceğim. Dayanışmanız için teşekkür ederim. Annesinin hastalıklarının da bu sürekli stres durumundan kaynaklandığını belirten Leyla insani çözüm isterken, sözlerini “Hiçbir insan yaşadığı değildir! İnsanlık onuruna dokunulamaz!” diye bitiriyor sözlerini. Mitingte ayrıca girişim adına ve Leyla’nın iş arkadaşları da konuşarak, iş arkadaşlarını sınırdışı ettirmeyeceklerini belirtiler. Yazılı, görsel basında ve sosyal medyada da oldukça geniş yer alan kampanya devam ediyor.

‚EN DEMOKRATİK HAKLARDAN YOKSUNUM‘

Leyla ve Meryem için Dayanışma mitingi 1 Mart günü Kassel Belediye binası önünde “Leyla ve Meryem İçin Girişim” tarafından düzenlenen mitinge 200 insan katıldı. Taşınan dövizlerde “Leyla’ya ihtyacımız var”, “Leyla ve Meryem kalacaklar!”, “30 yıldan sonra hala yaşam ve çalşma hakkı yok mu?”, “Çalışma ve Oturma izni”, “Leyla ve Meryem için Kassel’de yaşanası bir gelecek!” ifadeler yer aldı.

1988 Yılında başlayan mültecilik yıllarının öncesini pek anımsamıyor Leyla. Kendinden emin, elindeki mikrofona Almanca konuşuyor. Sürekli yaptığı gibi: “Kendim ve ağır hasta annem adına hepinize teşekkür ediyorum. Sadece resmi dairelerin değil Almanya‘nın iltica politıkasının iflasıdır bu. 1988 yılında Türk devletinin sivil Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş yüzünden kaçan annem ve babam başka bir ülkede insanca bir yaşam sürme umudundaydılar. Eşit hakları olan. barış ve özgürlük içinde bir yaşam. Karşılaştıkları ise tamamen resmi dairelerin bir yıldırma ve keyfi bir tutumu oldu…

Unutamadığım bir anım: Daha gençtim, Bayreuth’da yabancılar dairesine gitmiştik. Daire şefine savaştan kaçan Kürtler olarak neden onca zorlukla karşılaştığımızı sorduğumuzda şöyle demişti: ‚Siz Kürt değilsiniz, Kürdistan diye bir şey yok. Bu sizin kafanızdaki hayali düşünceniz, siz Türksünüz.‘ Ve bizden konsolosluğa gitmemiz istendi sürekli. Bir yandan savaş ve kötü yaşam koşullarından kaçan insanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapıp, diğer yandan da insan haklarından dem vurmak… Almanya’nın demokrasi anlayışı bu mudur? Size soruyorum: 30 yıldan bu yana burada yaşayan ben ve annem Bayreuth makamlarınca ‚ülkeyi terk etmek zorunda olan mülteciler‘ olarak adlandırılıyoruz, düşünebiliyor musunuz? Yıllardır biz sorumlu değiliz diyerek, 2 kez beyin kanaması, beş kez kalp krizi geçiren annemin gerekli hastalık sigortasından yoksun bırakılmış olmuş olmasını anlayabiliyor musunuz? 5 yıldan beri sosyal sigorta numarası, vergi sınıfı vs ile toplumsal ve sistem için önemli bir alanda, engellilere bakan bir alanda çalışmama rağmen ve bunu kaçak değil, tüm resmi dairelerin bilgisi dahilinde yaptığım halde, birden bire çalıştığım işyerine baskı uygulayarak çıkışımı verdirdiler. Bu devlete binlerce euro vergi vermiş olmama rağmen. Ben bu bu ülkede büyüdün, okula gidip sonra da çalışmaya başladım, ama buna rağmen en demokratik haklardan yoksunum.

Close