Written by 17:34 HABERLER

Mannheim saldırısı kitlesel sınırdışılara vesile yapılıyor

Almanya, 31 Mayıs cuma günü Mannheim’de gerçekleşen ve bir polisin ölümüyle sonuçlanan İslamcı saldırıyı tartışmaya devam ediyor. 29 yaşındaki polis memuru Rouven L.’nin aldığı bıçak darbelerinin görüntüleri hala sosyal medyada dolaşıyor.

Daha önce iki göçmenin polis kurşunlarıyla hayatını kaybettiği Mannheim, bu açıdan zaten gerilimli ve gergin bir kentti. Kısa bir süre önce, geçen yılın sonlarında Ertekin Özkan’ı öldüren polis memurunun yargılanmasına gerek görülmedi. Elinde bıçakla sokağa çıkan Özkan, polise doğru birkaç adım attıktan sonra, göğsüne isabet eden kurşunlar nedeniyle hayatını kaybetmişti.

Bu sefer Afganistan’dan gelen, mülteci olarak yaşamını sürdüren 25 yaşındaki Süleyman A., İslam düşmanı Pax Europa’nın temsilcisine bıçakla saldırırken, onu kurtarmaya çalışan polis memuru Rouven L. arkadan aldığı bıçak darbeleri yüzünden hayatını kaybetti.

Mültecinin bir aşırı sağcıya saldırması sosyal medyada daha çok ırkçı, faşist ve aşırı sağcılar tarafından köpürtülerek öne çıkarıldı. Polisin ölmesinden sonra olay, daha geniş kesimler tarafından genel göçmen ve mülteci karşıtlığına vesile yapılmaya başlandı.

Son olay özgülünde hareket ettiğimizde; 25 yaşındaki saldırganı cezalandırmadan Afganistan’a göndermek ona bir ödül olur. Bu nedenle öncelikle suçu işlediği ülkede yargılanmalı ve cezasını çekmeli. Çünkü ortada, saldırganı durdurmak için silahını çekmeyen bir polisi öldüren radikal bir İslamist var.

Rouven L. de diğer polisler gibi saldırgana yaklaşmadan silahını çekip ateşe edebilirdi. Onu yapmadığı gibi, Pax Europa üyelerinden birisini yerde tutarken arkadan bıçaklandı ve canından oldu.

Süren tartışmalarda öne çıkan, suç işleyen yabancıların geldikleri ülkelere derhal sınırdışı edilmesi oldu. Bu durum mevcut yasalarda zaten mevcut. Ancak geldiği ülke Afganistan ve Suriye gibi savaşın hüküm sürdüğü “güvenliğin olmadığı ülkeler” olunca, sınırdışı gerçekleştirilemiyordu. Hükümet ve muhalefet partiler şimdi suç işleyenlerin Afganistan ve Suriye’ye de gönderilmesi çağrısında bulunuyor. Bu konuda genel bir uzlaşma sağlanmış görünüyor. Nitekim, Başbakan Olaf Scholz 6 Haziran’da mecliste yaptığı konuşmada her iki ülkeye sınırdışıların yapılacağını, bu konuda çalışmaların başladığını ilan etti.

Hem de 9 Haziran’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri arifesinde. Bir süredir ülkedeki antifaşist mücadele nedeniyle güç kaybetmeye başlayan, savunma pozisyonuna geçen aşırı sağcı parti ve gruplar bu olayı kullanarak, göçmen, mülteci ve İslam düşmanı yüzlerini bir kez daha gösterdiler.

Hükümet ve ana muhalefet partileri de onların yarattığı havaya kapılarak, göçmen ve mülteci düşmanlığında sınır tanımadılar. İlk günlerde düşmanlık dozajını kaçırıldığının farkına varan İçişleri Bakanı Nancy Faeser, bir basın açıklaması yayınlayarak, “Eleştirilen bütün Müslümanlar değil. Bizimle birlikte barış içinde yaşayanlara sözümüz yok” içerikli mesajlar verdi. Buna rağmen eyalet içişleri bakanları 19 Haziran’da Almanya’da suç işleyen Afgan ve Suriyelileri sınırdışı etmek için biraraya gelecekler.

İLTİCA YASASINDAKİ TABULARI KIRMAK İÇİN FIRSAT

İstenilen yönde bir kararın alınması durumunda bu, Almanya’daki İltica Yasası’nda yeni bir deliğin açılması anlamına gelecek. 1993’te Anayasa’nın iltica hakkını içeren maddesinin değiştirilerek belli sınırlamalar getirilmesine “savaş bölgelerine mültecileri sınır dışı” etme de eklenmiş olacak. Bugüne kadar savaşın sürdüğü, insan haklarının ihlal edildiği, bu nedenle de “güvenli olmayan ülkeler” olarak adlandırılan ülkelere mülteciler sınırdışı edilemiyordu. İltica başvuruları insani nedenlerle ya kabul ediliyordu ya da geçici oturumlarla Almanya’da kalmaya devam etmeleri sağlanıyordu.

Afganistan ve Suriye’nin mültecilerin sınırdışı edileceği ülkeler kategorisine alınması, Başbakan Olaf Scholz’un “Büyük bir şekilde sınırdışı edeceğiz” sözünün basit bir söylem olmadığı anlamına gelecek. Dolayısıyla, tartışma ve alınacak karar polisi öldüren Süleyman A. için değil, ilticası kabul edilmeyen ancak sınırdışı edilemeyen tüm Afgan ve Suriyeliler için bir mağduriyet oluşturacak.

Bu ülkelerden gelen, kendi geçimini sağlayamayan, ‚entegrasyon kriterleri’ni yerine getirmeyenlerin çoğunun önümüzdeki aylarda uçaklara doldurulup savaşın devam ettiği ülkelere gönderilmeleri şaşırtıcı olmayacak. Katil Süleyman A. ise muhtemelen alacağı ömür boyu hapis cezasıyla Almanya’nın bir köşesindeki cezaevinde yaşamaya devam edecek.

YİNE BİREYSEL SUÇ BELLİ GRUPLARA MAL EDİLDİ

Hiç şüphesiz, suçlar bireysel ya da örgütlü olarak işleniyor. Suçluları cezalandırmak için suçlulara aynı inançsal, ulusal, etnik kökenden insanları hedef göstermek, genellemeler yapmak en fazla etnik kimlik ve inanç üzerinden düşmanlığı körükleyenlerin işine yarayacaktır. Aşırı sağcılar, göçmen düşmanları bu nedenle Mannheim saldırısını önyargıları körüklemek için alabildiğince kullanmaya çalıştılar, çalışmaya da devam ediyor.

Güvenlik birimleri ve federal savcılık tarafından yapılan incelemelerde saldırının bir kişi tarafından gerçekleştirildiği belirtiliyor. Önceden İslam düşmanı Pax Europa üyelerine karşı bir saldırının planlandığı söylenebilir. Saldırganın önceden bir polisi öldürmek gibi planı olduğuna dair herhangi bir bulguya ise rastlanmadı.

Olay aslında genellemeleri kıracak bazı özelliklere de sahip. Saldırgan Afganistan’dan gelen ve 2014’ten beri iki çocuğu ve eşiyle birlikte Almanya’da yaşıyor. Radikal dincilerle bir bağlantısı tespit edilememiş. Bu nedenle muhtemelen İslam düşmanı Pax Europa’ya verilen eylem izni tepkiye neden olmuş. Saldırı sırasında Iraklı bir göçmen Afganistanlı saldırganı engellemeye çalışırken az daha o da bıçak darbelerinin hedefi olacaktı. Olay sırasında en son tetiği çeken de muhtemelen göçmen kökenli bir polis. Ortada saldırganı engellemeye çalışan iki göçmen olduğu görülüyor.

Sadece bu tablonun kendisi bile suçları genellemenin, bir gruba mal etmenin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Ancak sermaye medyası ve siyasetçileri bu tabloyu görmek yerine daha önce hazırladıkları ve çekmecelerde beklettikleri planları hayata geçirmek için, hiçbir gerçeği görmeden genellemeler üzerinde nefreti körüklemeye çalşıyorlar. Bu türden saldırıların bir kez daha aşırı sağcıların ve radikal dinciler tarafından suistimal edilmemesi için din, etnik kimlik farkı gözetmeyen, birlikte yaşamı savunan güçlerin daha fazla sesini yükseltmesi gerekiyor. Onların sesi az çıktıkça, nefret tohumları ekenlerin güç toplaması daha kolay olabiliyor. (YH)

Close