Ali Çarman
Almanya’daki Türkiyeli işçilerin tarihi ve mücadelesinde birinci kuşak büyük bir önem taşır. Bu önem sadece onların yaşamış oldukları ve karşılaştıkları zorluklar bakımından çok, onca deney, tecrübeden sonra bugün ve gelecek açısından nasıl bir hat izleneceğine ilişkindir. Zira gelinen yerde Almanya’da yaşayan her dört kişiden birisi göçmen kökenli.
Geçtiğimiz günlerde hayata veda (30.09.2023) eden Yılmaz Karahasan; Türkiye ile Almanya arasında resmi işgücü anlaşması yapılmadan üç yıl kadar önce yirmi yaşında okumuş, elektrik mühendisi bir genç olarak 1958 yılında Zonguldak’tan Almanya’ya geldi.
1938 Zonguldak/Kilimli doğumlu Yılmaz Karahasan’ın babası Maden İşçileri Sendikası’nın kuruluş çalışmalarında adı öne çıkan saygın bir kişiydi.
Almanya’nın İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz, Türkiye… gibi ülkelerden işçi talep etmesinin çokça nedenleri var. Bunlardan en önemlisi, tekellerin sömürülerini katmerleştirmek ve yerli işçiler üzerinde baskı unsuru olarak kullanmak. Zira, bu ülkelerdeki işçi sınıfı, sendika, örgütlenme ve mücadele gibi deneylere çok fazla sahip değildi.
Yılmaz Karahasan, tam da bu noktada apayrı özelliklere sahip. Almanya’ya gelir gelmez Amberg/Oberpfalz Siemens fabrikasında elektrikçi olarak iş başı yapar. Siemens’de iki yıl çalıştıktan sonra askerlik görevini yerine getirmek için zorunlu olarak Türkiye’ye döner. İki yıllık askerlik süresinden sonra 1962’de yeniden Almanya’ya dönerek Köln Ford fabrikasında hemen işbaşı yapar. 1968 yılına kadar sırasıyla; elektrikçi, tercüman ve sosyal danışman olarak 6 yıl çalışır.
BABASININ YOLUNDA AMA ONDAN İLERİDE
Ford fabrikasında çalışırken, girişkenliği ve örgütlenme bilinci ile dikkatleri üzerine çeker, önce sendikanın (IG Metall) akademisinde eğitimini tamamlar. Ardından sendika sekreteri olarak Frankfurt IG Metall’de işbaşı yapar. Böylece, mücadeleci bir sendikacı olarak her yerde aranır olmaya başlar. Özellikle güney Almanya’da nerede bir hak alma mücadelesi, nerede bir grev var ise Yılmaz Karahasan oradadır. O artık işçilerin abisi ve önderi konumundadır.
11 Ocak 1982’de kapatılacak bahanesiyle bir anda kapı dışarı edilmek istenen 1700 işçi Videocolor Ulm fabrikasında süresiz greve çıkar. Videocolor grevi bir anda büyük ses getirir. Her yerden dayanışma temelinde gelenler olur.
IG Metall sendikasını temsilen çoğu zaman grevdeki işçilerin yanında olan Yılmaz Karahasan’ın grev hakkı nedir sorusuna verdiği cevaba bakalım. ‘’Grev, emekçilerin ve sendikaların haklı isteklerini zor kullanarak kabul ettirmek için son çare olarak başvurdukları bir mücadele silahıdır. Bu silah, burjuva demokrasilerinde emekçilere ‘’hak’’ olarak tanınmıştır. Yalnız, şunu hemen açıklamak gerekir: Grev hakkı, kapitalist toplumlarda, yani burjuva demokrasilerinde emekçilere, hakim sınıflar tarafından verilmemiş, her konuda olduğu gibi, grev hakkı da, yine emekçiler tarafından zorla alınmıştır.’’ Grev hakkının iyice bozuşturulmak istendiği günümüzde bu sözlerin anlamı ve tutumu daha da önem arz ediyor.
35 SAATLİK İŞ HAFTASI MÜCADELESİ
‘’Birlik olmadan sömürüye karşı konamaz! İşçiyi kurtaracak, teşkilatlanmak yoluyla işçinin kendisidir. Bu böyle bilinmeli.’’ Yılmaz Karahasan bu yaklaşımla, 1984 yılında büyük ses getiren ve başarıyla sonuçlanan 35 saatlik iş haftası grevlerinde görev alır. Bir fabrikadan bir başka fabrika önündeki grev çadırlarına giderek konuşmalar yapar. Türkiyeli işçileri grevlerde öne çıkmaları ve göreve talip olmaları doğrultusunda cesaretlendirir. Sindelfingen, Untertürkheim ve Mettingen Mercedes ve Bosch, Porsch fabrikalarında grev çadırlarını kendi evi olarak görür.
SOSYAL VE POLİTİK DUYARLILIK
IG Metall sendikası, Türkiyeli işçiler resmi olarak Almanya’ya getirilmeden yedi ay önce işçilere kendi dillerinde seslenen bülten çıkarmaya başladı. Bu olumlu girişim, daha sonraları Yılmaz Karahasan’ın göreve getirilmesi ile içerik bakımından zengin bir hale getirilerek aylık olarak düzenli bir dergi şeklinde yayınlanmaya başlandı.
Sendika ve sendikacıların sadece TİS sürecinde değil, toplumsal sorunlara bütünsellik içinde yaklaşması, topluma demokrasi, barış ve özgürlükler konularında net mesajlar vermesi gerektiğine inanan Yılmaz Karahasan; işçilerin birliğine zarar veren Almanya’daki Bozkurt hareketine karşı sendikanın muhtelif sayılarında yazılar yayınlatmış, ülkemizin saygın gazetecilerinden Uğur Mumcu’nun katledilmesine hemen tepki göstererek Türkiye’de ki 12 Eylül darbesinin asıl olarak işçi sınıfına karşı yapıldığı belirlemesine uygun davranıp enternasyonal dayanışma etkinliklerinde görev almış, Solingen katliamında özel sayı yayınlayarak işçilerin ortak mücadelesinin altının çizmiş bir sendikacıdır.
IG Metall gibi dünyanın en önemli ve güçlü bir sendikasının merkezinde görev alarak ‘’Eşit Haklar’’ mücadelesinin uyum konusundaki olumlu etkisine dikkat çeken Yılmaz Karahasan emekli olduktan sonra da sağlığı elverdikçe toplumsal sorunlara duyarlı davranmayı elden bırakmadı. Federasyonumuz DİDF başta olmak üzere defalarca derneklerimizde söyleşilere katılarak bilgisini ve tecrübesini yeni kuşaklara aktardı.
Aktif sendikacılık yıllarında, gençliğin kazanılması konusuna sürekli dikkat çekti. Gerek Türkiyeli gerekse de diğer uluslardan işçilerin saflarından ortaya çıkmış sendikacı sayısı bugün dünkünden çok çok fazla. IG Metall, ver.di, NGG, DGB, IG BAU…sendikalarında azımsanmayacak genç sendikacı farklı alan ve farklı düzeylerde görev almakta.
Yazımızı tamamlarken bir gerçekliğin altını çizerek noktalayalım; yaşamının neredeyse tamamı işçi sınıfının hak alma kavgasında ve çok yönlü bir mücadele sürecinde geçen Yılmaz Karahasan’ın hayatı emekten yana genç kuşaktan sendikacılar için güzel bir örnektir. Kolektif emeğin aktığı bir ırmağın yaratıcısı olan işçi sınıfı, Yılmaz Karahasan’ı unutmayacaktır!