Geçmişi 60 yıl öncesine kadar uzanan Paskalya yürüyüşleri bu yıl da Almanya’nın pek çok kentinde yapılıyor. Uzun yıllar nükleer silahlara, işgallere ve savaşlara karşı verilen mücadele içerisinde gelişen hareket kimi zaman önemli etkiler yarattı. Egemenlerin ülkeyi daha fazla silahlandırmasına karşı verilen mücadele özellikle nükleer başlıklı füzelerin Almanya’ya yerleştirilmek istenmesine karşı yükselmişti. Junge Welt gazetesinde Peer Heirelt tarafından kaleme alınan “Atom ölümüyle mücadele” başlıklı yazı, 60 yıl önce Alman ordusunun nükleer silahlarla donatılmasına karşı verilen mücadelenin tarihini anlatıyor.
PEER HEIRELT*
25 Mart 1958’de, Almanya’nın 1955’te NATO üyesi olmasından tam üç yıl sonra, Federal Parlamento’da hükümet partileri Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) partileri ile Alman Partisi (DP) birlikte Alman askerlerinin atom silahlarıyla donatılmasına karar verdi. Karar, “oy birliğiyle” Batılı müttefiklerle birlikte alındı ve “muhtemel karşıtların” silahlanması gerekçe olarak gösterilerek, “Komünizm dünya devrimi hedefini sürdürdükçe, – Kasım 1957’te Moskova’da komünist ve sosyalist ülkelerden partilerin toplantısıyla bunu gösterdiği gibi- hür dünyada barış ve özgürlüğü ortak savunma gücüyle korumak ancak mümkündür” deniliyordu.
Parlamentoda oylamanın olduğu gün Kassel’deki Henschel silah tekelinin bin kadar çalışanı spontane şekilde iş bırakarak “Atom ölümüyle mücadele” sloganıyla eylem yaptılar. Hem de IG Metall bölge başkanının karşı çıkması ve eylemi “yasadışı” ilan edip mahkum etmesine rağmen. Eyleme çıkan işçiler Alman Sendikalar Birliği (DGB) yönetimine çağrıda bulunarak, Alman ordusunun atom silahlarıyla donatılmasına karşı genel greve çıkılması çağrısında bulundular.
Federal Parlamento’da kararın alınmasından sonra da ülke genelinde binlerce insanın katıldığı gösteriler ve mitingler düzenlendi. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DDR) ise yüzbinlerce kişi “Bonn’un atom savaşına” karşı sokağa çıktı.
Bütün bunlara rağmen anti-komünist olarak bilinen DGB yönetimi daha ileriye giderek 28 Mart’ta, hem de Batı Almanya’nın planlarının çok sorunluğu olduğuna dair düşünceler olduğu halde geri adım atılmamasını istedi.
BİLİM İNSANLARINDAN ÇAĞRI
Alman ordusunun nükleer bir güç haline getirilmesi, Batı Almanya’da hükümet partileri arasında da pek çok kez dillendirildi. Dönemin Atom Bakanı Franz Josef Strauss (CSU) Eylül 1956’da yaptığı açıklamada, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kendi nükleer silahlarına sahip olmadığı takdirde diğer müttefik güçlerin askerlerinin sadece bulaşıkçısı olurlar demişti. Başbakan Konrad Adenauer (CDU) de 4 Nisan 1957’te Basın Konferansı Salonu’nda yaptığı konuşmada açık olarak şunları söylemişti: “Taktik olarak atom silahları müttefik güçlerin yeniden gelişimi ve elbette güçlü bir silah tekniği cephesinin oluşmasına yol açacaktır. Askerlerimizi atom silahlarıyla donatmaktan bu nedenle vazgeçemeyiz. Yeni tip askeri silahlar yeni gelişmelere katkı sağlayacaktır.”
Adenauer’in propaganda amaçlı bu konuşmasına da geniş tepkiler geldi. 12 Nisan 1957’de 18 tanınmış doğa bilimcisi “Göttinger Açıklaması”yla başbakana doğrudan yanıt verdiler. Aralarında Nobel Ödülü sahibi Max Born, Werner Heisenberg ve Max von Laue (Fizikçi), Otto Hahn (Kimya) öncelikli olarak sözde taktik nükleer silahlar tanımlamasını eleştirdiler: “ ›Taktik‹ adlandırmasıyla vurgulamak gerekiyor ki, bütün bunlar sadece insanların yerleşim yerlerine karşı değil aynı zamanda karada savaşan askerlere karşı da kullanılması gerekiyor. Her bir taktik atom bombası ya da el bombası, Hiroşima’yı yerle bir eden ilk atom bombası etkisi yaratacaktır.
Bilim insanları bununla da kalmayarak dünya barışının sağlanmasının Almanya’nın açıkça ve gönüllü şekilde atom silahlarının her türlüsünü kullanmaktan vazgeçmesi gerektiği inancını da dile getirmişti. “Bu yapılmadığı takdirde hiçbir atom silahının üretilmesi, denenmesi ya da kullanılmasına hiç bir şekilde imza atılmamalıdır” demişlerdi.
„Göttingen 18” tebliği uluslararası çapta olumlu etki yarattı. Tıpkı doktor ve Nobel Barış Ödülü sahibi Albert Schweitzer 11 gün sonra Radio Oslo’da yaptığı “Atom Silahlarının Denenmesinin Durdurulması Çağrısı” gibi. 150 radyo tarafından yayınlanan bu konuşma açık olarak, atom bombasının patlamasından sonra yaydığı radyoaktif ışınların, insanlığın geleceğini tehdit ettiğini belirtiyordu.
SPD DESTEK VERMEDİ
Hükümetin kararına karşı ülke genelinde Şubat 1958’de atom silahlarına karşı partiler üstü “Atom ölümüyle mücadele” adıyla merkezi bir çalışma grubunun kurulmasına karar verildi. Sosyal demokratlardan, sendikalardan ve barışa angaje olmuş Hıristiyanların da içinde yer aldığı birlik sürekli kitlesel bir hareket yarattı. Buna rağmen çok alanda ortak bir çizgi bulunamadı. SPD yönetimi, genel greve karşı çıkmakla birlikte Alman ordusunun atom silahlarıyla donatılması konusunda bir referandumun yapılmasını amaçlıyordu. Ama, Federal Anayasa Mahkemesi 30 Temmuz 1958’de böyle bir referandumun yapılmasını reddetti. Hal böyle olunca da sosyal demokratlar kısa bir süre sonra ülke çapında kurulan inisiyatiften desteğini hemen çekti. Bu konuda asıl politika değişikliğine ise SPD 1960’da yaptı. 30 Haziran’da SPD Genel Başkan Yardımcısı Herbert Wehner, NATO üyeliği çerçevesinde ittifak sorumluluğunun yerine getirilmesini istedi. Almanya’ya ise ABD çok sayıda atom silahı yerleştirdi.
Bütün bunlara rağmen Alman ordusu bugüne kadar atom gücüne sahip değil. Ülkedeki atom silahları konusunda ise nihai karar ABD’ye ait. Alman elitlerinin atom silahına sahip olma isteği, Frankfurter Allgemeinen Zeitung’un yayıncısı Berthold Kohler’in 2016’nın sonunda ifade ettiği gibi masadan kalkmış değil: ABD Başkanı Donald Trump, ABD’nin dünyanın her yerinden çekileceğini söyledikten sonra, Rusya devredeyken, caydırıcı kendi atom silahlarımızın olmasını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Yayıncı şimdi buna karşı ciddi bir direnişin olmayacağına inanıyor.
* Junge Welt, 24/25 Mart 2018