Almanya’da 26 Eylül’de yapılacak federal seçimler için siyasi partilerin son hazırlıklarını parken işçi ve emekçi yığınlar açısından ise pandeminin ağırlaştırdığı ekonomik ve politik sorunlar gündemde. Seçim programlarında yer alan vaatlerin çoğu genellikle kağıt üzerinde kalıyor. Buna rağmen pandemiyle birlikte ortaya çıkan krizin faturasının emekçilerin sırtına bindirileceği bugünen görülebiliyor. Milyonlarca göçmen bu seçimlerde de vatandaş olmadığı için sandık başına gidemeyecek.
ZEYNEP SEFARİYE EKŞİ
Bir yanda istatistikler, koalisyon hesapları, parti içi tartışmalar, partilerin liste başı adayları ve nihayet haziran ayında son hızla seçim programları için canlı veya kısmen ‘online’ toplantılar yapıp, sonuçlarını basın önünde açıklayarak ‘vaadlerini’ sıralıyorlar. Ancak savaş sonrasının ‘büyük partileri’ CDU/CSU ve SPD oy kaybetmeye devam ediyorlar. Yeşiller, küçük zikzaklar çizse de, geleneksel büyük partilerin yıpranmışlığı ve güven kaybından yararlanarak yeni hükümetin ortağı olacak görünüyor.
‚İşverenler Birliği‘ gibi sermaye sözcüleri de boş durmayıp kendi güncel taleplerini listeler halinde partilere ileterek yeni dönemin siyasi ayarını yapmaya çalışıyorlar.
53 milyon seçmenin büyük bölümünü oluşturan işçi ve emekçiler, yoksul yığınlar açısından ise korona salgını döneminde katlanarak artan ekonomik-sosyal sorunlar, kaygılar ve gelecek endişesi öne çıkıyor. Bu korku ve belirsizlik hali yersiz değil elbette. Hükümet devreye soktuğu bazı ekonomik kaynaklarla, pandeminin yarattığı tahribatın toplumsal bir tepkiye dönüşmesini belli ölçülerde engellemiş gibi görünse de, geniş emekçi yığınlar açısından pandemi dönemi, çalışma ve yaşam koşullarını daha da zorlaştırdı ve hem ekonomik hem siyasi bakımdan korona krizinin faturasının emekçilere çıkarılmasının hazırlığı sözkonusu. Yıllardır sermaye kesimini memnun etmeyi başlıca görev edinen sermaye partileri, ‚Korona krizi‘ ile birlikte salgın döneminin olağanüstü koşullarını kalıcılaştırmanın, yani emekçilerin sırtındaki ekonomik yükü ağırlaştırmanın, ekonomik-demokratik ve sosyal haklarını daha kısıtlamanın hesabını yapıyorlar.
Azımsanmayacak sayıda seçmen kime oy vereceğini henüz bilmiyor gibi. Partiler, sermayenin sözcüleri planlarını yapıyorlar da, bizler ne yapmalıyız?
Pandemi sürecinde yaşadıklarımız ne yapmamız gerektiğinin göstergesi aslında.
Hükümet toplam 1,6 trilyon euroluk ‘pandemi paketleri’ hazırladı. Adeta ‘para dağıttı’. Aslan payını Lufthansa, BMW, Bosch, Siemens gibi büyük tekeller aldı. Öyle ki, bazı tekellerin üretimi düştüğü halde hükümet yardımları ve kısa çalışma olarak ödenen sübvansiyonlarla rekor kârlar elde ettiler. Paralelinde işçi çıkarma planları yapmaya devam ediyorlar. Hükümet partileri sermayeye pandemi sürecinde de iyi ‘hizmet verdiler’. Emekçilerin payına bir kaç yüz euro çocuk parası, tüm sağlık çalışanlarına bile verilmeyen bin 500 euroluk prim, esnaflara ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olan küçük ödemeler düştü. Düşük ücretli işlerde çalışanlar kiralarını ödeyemez, asgari ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma geldiler.
Özet olarak, 2020 yılının başından bu yana pandemiyle geçen dönem emekçiler açısından, ak ile karanın daha net görüldüğü, önemli tecrübelerle dolu bir süreç oldu. Çalışma ve yaşam şartlarımızın iyileşebilmesinin nasıl mümkün olacağını, bunun için nelerin değişmesi gerektiğini, taleplerimizi tek tek ve ortak olarak daha net ifade edebileceğimiz de bir tecrübe.
Ezici çoğunluğu işçi ve emekçi olan göçmen kökenliler de bu tablo ve tecrübenin dışında değil kuşkusuz. Seçimlere sorunları ve gelecek kaygıları en fazla artarak giren kesimler arasında onlar da yer alıyor.
Politik yaşama dahil olmak için seçme-seçilme hakkı!
Almanya yaşam merkezleri olmasına rağmen ülkede halen seçme-seçilme hakkı olmayan milyonlarca göçmen var. 17 milyonluk göçmen nüfusun 3 milyonu Türkiye kökenli ve bunların sadece yaklaşık 730 bini (2017) seçme ve seçilme hakkına sahip. 40 yıldır Almanya’da mücadele eden bir göçmen örgütü olarak DİDF, emekçilerin birliği ve ortak yaşamı güçlendirmenin araçlarından biri olan seçme-seçilme hakkı için mücadele etti, kampanyalar düzenledi. Ek olarak, vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması talebini yaygınlaştırmaya çalıştı. Bu seçim döneminde de seçme-seçilme hakkı ve vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması özgün taleplerimizden biri olacak.
Demokratik hak ve özgürlüklerin gasbına karşı…
Sadece pandemi gerekçesiyle değil, son yıllarda halkın temel hak ve özgürlüklerine, kazanılmış haklarına yönelik saldırılar artıyor. Hükümet ve eyalet yönetimlerinde karar alma mekanizmaları daha da sınırlandırılıp anti-demokratikleştiriliyor. Pandemide neredeyse halkın günlük yaşamını zapt-ı rap altına almanın denemeleri yapıldı ve şimdi bu ’normalleştirilmek‘ isteniyor. Bütün eyaletlerde polis yasaları yenilendi. Şimdi gösteri ve yürüyüş hakkına kısıtlamalar getirilmek isteniyor. Emekçilerin hak talebinin, bu gidişata karşı gelişebilecek halk muhalefetinin bastırılması için önümüzdeki süreçte bunların artırılmak istendiği görülüyor.
Polis ve ordu içinde ırkçı örgütlenmelerin artması, ırkçılığın kurumsallaşması da bu tablonun bir parçası. Her türden ırkçı propaganda ve örgütlenmelerin yasaklanması, ayrımcılığın her biçimine karşı açık tutum gösterilmesi ve bunlara zemin hazırlayan politikaların üzerine gidilmesi bugün de güncelliğini koruyor.
Dünya üzerindeki egemenlik kavgalarından çıkarımız yok!
Silahlanma, çatışma bölgelerine silah satışı ve asker gönderilmesi politikalarının sonucunu hem ülke içinde yaşayan emekçiler yaşıyor, hem de dünyada sayısı 82 milyonu bulan mülteciler. NATO bir savaş örgütü olarak halklara ölüm yağdırmaya devam ediyor. Hükümet de onun kurallarına bağlı olarak orduya ayırdığı bütçeyi 42 milyar eurodan 52,8 milyar euroya çıkardı. Eğitime, sağlığa ayrılamayan bütçeler orduya ayrılıyor. Ve bugün parlamentoda neredeyse NATO’ya, silah satışına, dışarıya asker gönderilmesine karşı olan parti yok gibi. Ama emekçilerin hem bugünü hem geleceği için barışı savunmak ekmek ve su kadar önemli.
‘Bir oy hakkımız varsa…’
Parlamentodaki veya dışındaki partilerden sermaye temsilcilerine, ırkçı oluşumlardan, sendikalardan çevre örgütleri ve konut-sağlık insiyatiflerine, örgütlü veya örgütsüz her emekçi kendi taleplerini savunacak bir parlamento ve hükümet oluşturma çabasında. Bu süreç aynı zamanda aynı sorunlarla boğuşan ve sorunlarının çözümü aynı olan emekçilerin buluşup-birleşebileceği, gücünün ve çoğunluk olduğunun farkında olabileceği bir süreç olabilir. Bunun yolu burada kısaca özetlenen taleplerin yaygınlaşması ve bunların etrafında birleşilmesinden geçiyor.
DİDF olarak çağrımız, bu taleplere tutumu konusunda partileri sorgulamak ve bu talepleri savunanlara oy vermek. Edilgen olmayalım, sorgulayalım. Taleplerimiz için mücadele edelim! Geleceğimiz bu ülkede. Geleceğimiz din-milliyet farklılıkları üzerinden politikalar üretenlerle değil, yerli ve göçmen emekçiler olarak ortak sorunlarımız etrafında birleşmekten geçiyor. DİDF olarak seçim sürecinde de tüm derneklerimiz ve üye arkadaşlarımızla, dostlarımızla bunu çoğaltmanın çabası içinde olacağız.
Çalışma yaşamımız için…
60 yıllık göç tarihimizde, Türkiyeliler arasında da sınıfsal farklılıklar giderek belirginleşti. Türkiye kökenli zenginleşenlerin, küçük-orta büyüklükte firma sahiplerinin sayısı da az değil. Ama ana kitle, çoğunluk düşük ücretli, geçici sözleşmeli, yarım gün, güvencesiz işlerde çalışanlardan oluşuyor. İstatistiklere göre düşük ücret alanların başında göçmen kökenli kadınlar geliyor. Pandemide de görüldü; düşük ücretlerde kısa çalışmaya gidilince ele geçen ücretle asgari masraflar bile karşılanamaz duruma gelindi. Büyük fabrikalarda çalışanlar açısından ödenmeyen mesailer, daha da kuralsızlaşan çalışma şartları ve ‘yapılanma-dijitalleşme’ adına toplu işten atmalar artmaya başladı. Ki, seçimlerden sonra boşalan kasaların faturasının emekçilerin sırtına yüklenmesi politikası, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi saldırılar bizi bekliyor. Bunun için önümüzdeki dönem krizin faturasının kime kesileceğinin de kavgasının verileceği bir süreç oacak.
Pandemi süreci ‘üreten’, ‘çalışan’ emekçilerin yaşamı devam ettirenler olduğunu bir kez daha tüm topluma gösterdi. Bu güvenle, şu talepleri seçim döneminde daha da yaygınlaştıralım; partileri özellikle çalışma yaşamımızla ilgili bu sorunlar ve talepler üzerinden sorgulayarak oy verelim:
-Asgari ücretin insanca yaşamaya yeterli düzeye getirilmesi,
-Temel geçim parası olarak 1.250 euronun koşulsuz, tüm işsizlere ve emeklilere ödenmesi,
-Taşeron firmaların yasaklanması,
-30 saatlik iş haftası,
-İşten atmaların yasaklanması,
-Emeklilik yaşının düşürülmesi,
-Hartz 4 yasasına makyaj yapılması değil tamamen kaldırılması!
Konut-sağlık-eğitim sorunları için!
-Hastanelerin özelleştirilmemesi ve kapatılmaması; DRG sisteminin kaldırılması,
-Kiraların dondurulması ve daha fazla sosyal konut yapılması,
-Okullara yeterli eğitmen ve daha fazla bütçe ayrılması;
-Şiddete uğrayan kadınların ihtiyaçlarından biri olan daha fazla kadın sığınma kadın sığınma evi yapılması.