Written by 10:00 POLITIKA

PISA Araştırması: Suç ailede değil sistemde

Özgün Önal

Koronavirüs salgınının öğrencilerin durumunu büyük ölçüde kötüleştirdiği açıkça görülüyor. 2022’de yapılan yeni PISA araştırması da Almanya’daki öğrencilerin özellikle matematik, okuma becerileri ve fen bilimlerindeki performanslarının nasıl kötüleştiğini bir kez daha gösterdi. Almanya’da 257 okuldan 6.116 öğrenci matematik, okuma becerileri ve fen bilimleri testlerine katılırken bu sayı 15 yaşındaki yaklaşık 681.400 öğrenciyi temsil ediyor. Katılımcı sayısının hedef grubun toplam sayısından önemli ölçüde düşük olması dikkate alınsa da Almanya uluslararası düzeyde listenin en alt sıralarında yer almakta. Birçok habere göre, PISA araştırmasındaki kötü sonuçların iki nedeni var: Birincisi koronavirüs pandemisi, ikincisi ise göçmen kökenli öğrenciler. Kuzey Ren Vestfalya’da kapsamlı bir okulda öğretmenlik yapan Birgit Ebel Bild Zeitung’a verdiği röportajda öğrencilerin konsantrasyon sürelerinin bir dakikayı geçmediğini, bazılarının derste uyuduğunu, bir satır bile yazamadıklarını ya da dilbilgisi hakkında hiçbir fikirleri olmadığını söyledi. Bunun nedeni ise her 10 öğrenciden 8’inin evde Almanca konuşmaması gösterildi.

Hamburg Okul Senatörü Ties Rabe de öğrencilerin ailelerinin sosyal konumları ile okuldaki başarıları arasında bağlantı olduğunu düşünüyor. Rabe’ye göre eğitim açısından dezavantajlı ailelerden gelen çocukların sayısı artmış durumda. Dolayısıyla her ikisi de okuldaki başarısızlığın nedeni olarak evdeki eğitimi görüyor. Buna karşılık Alman Ulusal Öğrenci Konferansı Genel Sekreteri Florian Fabricius, Pisa sonuçlarına göre öğrencilerin ruh sağlığının neredeyse hiç ölçülmediğini ifade ediyor. Örneğin stres düzeyleri ve depresyon hiçbir rol oynamıyor. Ekonomik, demokratik yapı ve mesleki eğitim gibi konular da ihmal edilmiş durumda.

 SENDİKADAN UYARI

GEW (Eğitim ve Bilim Sendikası) PISA araştırmasıyla ilgili yayınladığı açıklamada, öğretmen ve kalifiye işgücü açığının etkin bir şekilde ele alınması çağrısında bulundu. Basın açıklamasında ayrıca çocukların ve gençlerin okuldaki performansları ile ebeveynlerinin yaşam standartları ve yaşadıkları yer arasındaki ilişki de bir skandal olarak nitelendiriliyor. GEW’nin okullardan sorumlu Yönetim Kurulu üyesi Bensinger-Stolze, diğer hususların yanı sıra, temel becerilerin ilkokuldan sonra da sürekli teşvik edilmesini önerdi ve okul sistemindeki sosyal engellerin kaldırılması çağrısında bulundu. Bensinger-Stolze, eğitim sistemindeki aksaklıkların analiz edilmesi ve düzeltilmesi gerektiğini vurguladı.

Bensinger-Stolze, eğitimde bütçe eksikliği olduğu belirtilerek şöyle dedi: „‚İçte durum doğru değilse dışa yansıma iyileşmeyecektir. Eğitimde tasarruf yapılmaya devam edilirse ve kalifiye işgücü sıkıntısı yaşanırsa, öğrencilerin performansında bir iyileşme görülmeyecektir. Bu tür anket sonuçlarına yol açan bir başka husus da öğrencilerin çok erken yaşlarda bölündüğü üç kademeli okul sistemidir.“

Bensinger-Stolze sonuç olarak şunları söylüyor: „Daha fazla öğretmen ve uzman istihdam etmek için büyük çaba sarf edilmesi gerekiyor: Bu konu gündemin en üst sıralarında yer almalıdır! Okul kalitesi, okulun, ailelerin sosyal durumları ya da ikamet yerden bağımsız olarak tüm çocukları ne kadar iyi desteklediği, kaynakların ve personelin ihtiyaca göre nasıl dağıtıldığı ve öğrenme ve çalışma koşullarının ne kadar iyi organize edildiği açısından daha yakından analiz edilmelidir. İyi eğitim ve iyi iş aynı madalyonun iki yüzüdür.“

OKULLAR HARAP ÖĞRETMENLER YETERSİZ

Pek çok çocuk ve genç, okulların nasıl bakımsız halde geldiğini, öğretmenin sürekli veya hatta kalıcı olarak gelmediğini, arka arkaya birkaç ödev yazmak zorunda kaldıklarını, sınıfların aşırı kalabalık ve çok gürültülü olduğunu, evde öğrenmek için yeterli alan ve fırsatlarının olmadığını bildiriyor. Tüm bu faktörler birlikte değerlendirilmek zorunda. Her şey öğretmenin eğitimiyle başlar. Bu alandaki öğretim modası geçmiş ve gerçekçi değil. Özellikle öğretmen adayları öğrencilerin yaşam koşullarına hazırlıklı değil; son on yılda öğrencilerle olumlu sonuçlar elde edemeyen yöntem ve didaktiklere bağlı kalmak zorundalar. Bu, birçok öğrencinin okulu bıraktığı en son noktadır. Ancak öğretmenler eğitimlerini tamamladıktan sonra, bir devlet memuru pozisyonu elde edebilmek için beklemek zorundalar ve bu bekleyiş bazen çok uzun olabiliyor.

Bu arada, pek çok öğretmen TV-L sözleşmesi (kamu sektöründe toplu sözleşme) ile hizmetli olarak çalışmakta. Devlet memuru meslektaşları kadar çalışıyorlar, ancak önemli ölçüde daha az kazanıyorlar ve bir devlet memurunun çeşitli avantajlarından yoksunlar. TV-L çalışanlarının finansmanı devlet memuru öğretmenlere göre daha ucuz, bu nedenle öğretmen yetiştirme programlarından mezun olan pek çok kişi bir okulda kalıcı bir pozisyon bulamamakta.

Buna ek olarak, hem maaşlı hem de memur öğretmenlerin çalışma koşulları çok kötü. Öğretmenler genellikle 25-35 çocuklu sınıflarda görev yapmakta, eğitmen rolünü üstlenmekte, özel bilgiler aktarmak zorunda kalmakta ve veliler için irtibat kişisi olarak hareket etmekte. Dersler sırasında genellikle çift personel bulunmamakta, bu da öğretmenlerin öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına cevap veremediği anlamına gelmekte. Öğrenciler de bu durumun farkına varmakta, memnuniyetsizlik duymakta ve artık öğrenme istekleri kalmamakta. Ayrıca iç ve dış politika konularından giderek daha fazla etkilenmekte ve gelecek konusunda giderek daha endişeli hale gelmekteler.

PISA 2022 araştırmasında sosyo-ekonomik faktörlerin rol oynadığı bir değerlendirme var, ancak bunlar sadece göç geçmişi olan ve olmayan öğrenciler arasında bir fark olarak ele alınıyor. Diğer faktörler bu bölümde bir rol oynamıyor.

 

Close