Written by 16:29 POLITIKA

“Sağın yükselişi neoliberalizmin zaferiyle elele gidiyor”

Siyaset bilimci ve DGB Federal Yönetim Kurulu Demokrasi, Göç ve Irkçılık Karşıtı Politikalar Dairesi Başkanı Gerd Wiegel, Almanya ve Avrupa’da sağın yükselişine ilişkin sorularımızı yanıtladı. Gerd Wiegel uzun yıllardır Almanya ve Avrupa’da aşırı sağ üzerine araştırma yapıyor.

Oktay Demirel

AfD’nin güçlenmesini nasıl açıklıyorsunuz? Özellikle hangi konulardan yararlanıyor?

Foto: Privat

AfD’nin anketlerdeki yeniden yükselişi yaklaşık bir yıl önce başladı. 2021 federal seçimlerinde ise 2017 yılına göre yüzde 2,3 kayıpla yüzde 10,3’lük bir sonuç elde etti. Federal seçimlerden sonra AfD bir yükseliş yaşadı, bazen anketlerde yüzde 18’e çıktı. O dönemde bunun nedeni, CDU ile CSU arasında hararetli tartışmalara yol açan, kaçış ve göç konularındaki anlaşmazlıklardı. Hiçbir konu AfD’yi kaçış ve göç konusu kadar harekete geçiremez. Ancak şu anda başka konular tartışılıyor: Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı birçok insanı korkutuyor. AfD kendisini bir barış partisi olarak tanıtıyor ama öyle değil. Yaptırımların ekonomik etkilerinin de hissedildiği Doğu Almanya’da Rusya’ya yönelik tüm yaptırımları reddetmesi özellikle olumlu karşılanıyor. Genel olarak AfD, yıllarca süren krizlerden sonra her yerde hissedilebilen belirsizlikten yararlanıyor: Mültecilerin kabulü, Korona, savaş, enflasyon, iklim değişikliği… Pek çok insan istikrar ve güvenliğin özlemini çekiyor ve AfD onlara, mültecileri dışarı atmaları ve sığınak olarak ulusa güvenmeleri halinde hiçbir şeyin değişmeyeceğini vaat ediyor.

Diğer partiler özellikle Doğu Almanya’daki tabanlarını neden kaybettiler?
Doğu’da partiye bağlılık başından beri pek güçlü değildi. Batı Almanya’nın aksine, genellikle partilere yönelik güçlü bir bağlılık yok, bunun yerine çok spesifik beklentiler var. Hayal kırıklığına uğrarlarsa başka bir parti deneyebiliyorlar. Eski bağların bu şekilde çözülmesini Batı’da da görmek mümkün.
Buna, 1990’dan bu yana birleşme sürecinin beraberinde getirdiği büyük toplumsal çalkantılar da ekleniyor. Bugüne kadar Doğu Almanya’daki gelir düzeyi Batı’dakinden önemli ölçüde düşük. Doğu Almanlar işlevsel elitler arasında, medyada, iş dünyasında ve diğer pek çok alanda yeterince temsil edilmiyor. Birçoğu biyografilerini savunmak, kanıtlamak zorunda kaldı. Yaygın algı, tüm bu adaletsizliklerin yerleşik partiler tarafından görmezden gelindiği ya da Sol Parti’de olduğu gibi bunları değiştiremeyecek kadar zayıf olduğu yönünde.

AfD SEÇMENLERİNİN ÇOĞU ORTA SINIFTAN
Doğu Almanya’daki AfD seçmenleri kimler? Batı Almanya ile herhangi bir farkı var mı?
AfD bir halk partisi olduğunu iddia ediyor ve aslında halkın her kesiminden oy alıyor. Seçim sosyolojisi açısından Doğu ile Batı arasındaki farklar çok büyük değil. AfD’ye ortalamanın üzerinde oy verenler çoğunlukla orta yaşlı, orta ila düşük eğitimli erkekler. İşçiler arasındaki payları Doğu’da ve Batı’da orantısızdır. Ancak en büyük oran orta sınıflardan (çalışanlar ve küçük serbest meslek sahipleri) geliyor. AfD genellikle büyük şehir ortamlarında o kadar başarılı değil, ancak küçük kasabalarda ve kırsal alanlarda daha da başarılı. Doğu Almanya’da biyografilerdeki kopuklukların çok daha yaygın olduğu, yanlış politikalara duyulan öfkenin daha fazla olduğu ve 1990’larda ve 2000’lerin başında yaşanan yoğun göç nedeniyle orantısız sayıda insan tipik AfD seçmeni.

Siyasi sol, işçilere siyasi bir ses verme konusunda kendisini nasıl konumlandırmalı?
Sağ kanadın seçim başarıları, solun başarısızlığının da bir sonucu; ancak AfD’nin yükselişi kesinlikle yalnızca soldaki hatalardan kaynaklanmıyor. Ancak pek çok işçinin siyasi solun kendileri için iyileştirmeler sağlayacağına dair umudunu kaybettiği açık. Federal Cumhuriyetin ötesine ve Avrupa genelinde sağın yükselişinin gelişimine bakarsanız, 1990’ların sonundaki bu yükselişe neoliberalizmin zaferinin eşlik ettiğini göreceksiniz. Kapitalizmin aşırı rekabeti ve devlet hizmetlerinin azaltılmasını amaçlayan bu çeşidi, sosyal demokrat partiler tarafından da kitlesel olarak uygulandı: Örneğin Büyük Britanya’da Tony Blair yönetimindeki İşçi Partisi veya Gerhard Schröder yönetimindeki SPD tarafından. Pek çok sosyal bilimci, neoliberalizm ile AfD gibi modernleşmiş bir sağın yükselişi arasında bir bağlantı görüyor.
Geçmişteki bu hatalardan ders almak isteyen solun bu kapitalizm modelinden tamamen vazgeçmesi gerekiyor. Mevcut borç freni ve kemer sıkma bütçesi mantrasıyla tam tersini yaşıyoruz. Benim görüşüme göre halkın büyük kesimlerindeki büyük belirsizlik AfD için bir gelişme programıdır. Sol, sosyo-ekolojik dönüşümü, her şeyden önce halkın zararına olmayacak şekilde biçimlendirmeli.

Sendikalar bu konuda nasıl bir rol oynayabilir?
Sendikalar, politikalarının işçilerin çıkarlarını göz ardı etmemesini sağlamak için hükümetler üzerinde gerekli baskının oluşturulmasına yardımcı olabilir. Açıkça sermaye ile emek arasındaki çatışmanın bir tarafıdırlar ve yukarıdan aşağıya yeniden dağıtımdan yanadırlar. Sendikalar belki de sağcı otoriterliğin destekçileri ile demokrasinin savunucuları arasındaki giderek belirginleşen uçuruma köprü kurabilecek son büyük kitle örgütleridir. İşyerinde ve genel olarak iş dünyasında, politik ve kültürel olarak çok az ortak noktası olan veya hiçbir ortak noktası olmayan insanlar hala buluşuyor. Hatta bazen sağa eğilim gösteren, hatta oy verenlerin bir kısmına sendikalar ulaşabiliyor. Bu da büyük bir sorumluluğu beraberinde getiriyor: Siyasi açıdan sendikalar açıkça anti-faşisttir, burada açık bir fark olması gerekir. Ancak aynı zamanda meşru korku ve endişelere kulak vermek ve toplumsal ilerleme için birlikte ve dayanışma içinde çalışma vaadinde bulunmak da sendikaların görevidir. Irkçılık, milliyetçilik ve dışlama bu mücadeleyi zayıflatıyor ve insanları gerçekte birbirine bağlayan şeyin, yani ortak çalışma deneyiminin ve iyi bir yaşam hakkının gölgelenmesine neden oluyor.

Close