Almanya’da 26 Eylül’de yapılan genel seçimlerden ağır bir yenilgiyle çıkan Sol Parti’de, yenilginin nedenleri konusunda değişik tartışmalar devam ediyor. Bir zamanlar sosyal haklar ve barış konusunda sürdürdüğü muhalefetle dikkat çeken ve yaklaşık yüzde 12’ye varan oranda oy alan Sol Parti’nin bu seçimlerde 4,9’a düşmesi şaşkınlıkla karşılandı. Seçim sonuçlarını ve yenilginin nedenlerini, 2005’ten bu yana milletvekilliği yapan ve bu seçimlerde de seçilen Sevim Dağdelen ile konuştuk.
YÜCEL ÖZDEMİR
26 Eylül’de yapılan genel seçimlerden sizce asıl olarak hangi mesaj çıktı? Genel olarak seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seçim sonuçları zamanın ruhuna uygun olarak sözde ilerici neoliberalizmi ifade ediyor. Halkın çoğunluğu modernleşme sözü veren ancak sonunda “olduğu gibi devam” diyen SPD, Yeşiller ve FDP’yi tercih etmiş bulunuyor. Bu partiler CDU ile birlikte 1998’den bu yana değişik biçimlerde hükümet ortağı oldular ve sistematik olarak zenginlerin çıkarları temelinde ülkeyi yönettiler.
SPD ve Yeşiller, yıllarca sınıf politikası yerine kimlik politikasına yönelerek güçlü bir solun oluşmasını engelledi. Hatta Sol Parti’nin (Die Linke), kırmızı çizgileri olan sosyal kısıtlamalara ve savaşa karşı tutumundan vazgeçmesi mesajı da verildi. Sonunda Sol Parti’nin gerçekten neden var olduğu belirsizleşti.
Pazarlıkların sonunda “Ampül”ün mü yoksa “Jamaika”nın mı kurulacağı farketmez. Sosyal alanlara yönelik saldırı politikaları devam edecek. Öte yandan kurulacak hükümetin NATO’nun dayattığı yüksek askeri harcamalara devam etmesi ve iklim için yapılacak harcamaların faturasının tüketicilere yüklenmesi bekleniyor. Gerçek bir politika değişikliğinin aciliyet kazandığı bir dönemde, Sol Parti’nin ciddi bir seçim yenilgisi alması ve Federal Meclis’te üç doğrudan milletvekilinin seçilmesi sayesinde parlamento grubu kurabilmesi elbette acı veren bir durum. Şu anda görevimiz, sosyal adalet ve barış için güçlü bir muhalefet çalışması yapmak, derinleşen sosyal sorunlar, yapılacak sosyal kısıtlamalar ve askeri harcamalara karşı direnişi örgütlemektir.
SPD’nin başbakan adayı Olaf Scholz, Der Spiegel’e verdiği bir demeçte vatandaşların ileri adımların atılmasını istediğini söylüyor. Özellikle FDP’nin dahil olduğu bir “Ampül” koalisyonunun olması durumunda bu mümkün mü?
“Ampül” koalisyonu ile gerçek anlamda bir sosyal ilerleme olmayacak. Tam tersine, şimdiden zenginlerden servet vergisi alınmayacağı anlaşılıyor. Bu da açık olarak gösteriyor ki krizin faturası çalışanların, öğrencilerin ve emeklilerin sırtına bindirilecek. Asgari ücrette yapılacak artış kira, temel gıda ve enerji fiyatlarındaki zamlar sayesinde kısa sürede anlamsızlaşacak. Daha koalisyon görüşmelerine başlamadan verdikleri mesajlardan bu hükümetin sosyal bölünme hükümeti olacağı anlaşılıyor.
Yeşiller ve FDP’nin hükümete dahil olmasıyla Rusya ve Çin’e yönelik politikalar sertleşecek. Bu da açık olarak şu anda 53 milyar euro olan askeri harcamaların her yıl daha da artması anlamına geliyor. Yine Türkiye gibi NATO üyesi ülkelere silah satışına devam edilecek. AKP-MHP rejimine bugüne kadar ekonomik, mali ve silah açısından verilen destek de yeni hükümet döneminde değişmeyecek.
Sol Parti neden bu kadar oy kaybetti? Siz şahsen durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ağır yenilginin asıl kaynağı nedir? Genel olarak sol hareket bu ağır yenilgiden hangi dersi çıkarabilir?
Sol Parti’nin yüzde 4,9’a düşmesi ağır ve acı bir çöküş, ancak işaretleri önceden de vardı. Bu kötü sonucun çeşitli nedenleri var ve sonuçlar partinin son sekiz yılındaki yapısal hataları da ortaya koydu: Sosyal sorunlar, sosyal adalet ve güçlü sosyal devlet konusunda ihmaller eski parti yönetimine karşı düşük ve normal gelire sahip emekçiler, işsizler ve emekliler arasında güven kaybına yol açtı. Yine iklim koruması konusunda Yeşiller’in fiyatları arttırma politikasına karşı olduğumuzu yeterince anlatamadık. Keza federal hükümetin otoriter-dayatmacı korona politikasına karşı protestolar duyulmadı. Yine 2002’de olduğu gibi “Birlik partilerinin başbakan adayını durduralım” stratejisi devreye konuldu ve SPD ve Yeşiller’in başbakan adaylarına karşı tarafsız kalındı. Bu o zaman da kaybetme stratejisi olarak karşımıza çıkmıştı.
Kesin olan şu ki, 2002’de Edmud Stoiber (Birlik partilerinin başbakan dayı), 2021’de Armin Laschet, ağır bir yenilgiyle durduruldu. Bu strateji nedeniyle daha önce partiye oy veren seçmenler ya SPD ve Yeşiller’e oy verdiler ya da sandık başına gitmediler.
Bir önemli hata da seçim kampanyasını yürüten ekibin izlediği strateji oldu. Koşulsuz olarak koalisyon ortaklığına hazır olunduğunun ilan edilmesiyle yanlış mesajlar verildi. Çünkü seçimlerden önce SPD ve Yeşiller ile ortaklık havasına girilmesi, partinin temel taleplerinden vazgeçebileceği mesajının verilmesi karşısında, doğal olarak seçmenlerin neden başka bir partiyi değil de Sol Parti’yi seçmesi sorusuna inandırıcı bir şekilde yanıt verilemedi. İnandırıcı bir şekilde ortaya çıkıp insanların güvenini kazanamıyoruz. Yoksullar, işçiler ve yaşlı seçmenlerdeki oy kaybı bunu açık olarak gösteriyor. AfD’nin Doğu Almanya’da neden fazla oy aldığı ve bu partinin işçiler arasında protesto partisi olarak Sol Parti’nin yerine geçmesi üzerine de düşünmemiz gerekiyor. Yine Sol Parti saflarından partinin en tanınmış siması olan Sahra Wagenknecht’e yönelik sürekli yapılan saldırılar da partiye aşırı derecede zarar verdi. Seçim kampanyası sırasında bir çok kişi bana Sahra’ya yönelik davranışlar nedeniyle oy vermeyeceğini söyledi. Genelden bakıldığında bu durum bir çok kişide partinin ne kendi dillerini konuştuğu ne de kendi çıkarlarını savunduğu izlenimi yarattı. Bu elbette feci bir gelişme. Denilebilir ki, sınıf politikası yerine kimlik politikasını egemen kılmak isteyenlerden intikam aldı. Sosyal sorunları yeniden merkezi politika haline getirmeliyiz ve net bir şekilde barış politikamıza devam etmeliyiz.
Bu durumda parlamento dışındaki toplumsal muhalefet hareketi sizce önümüzdeki dört yılda nasıl bir tutum alabilir?
Sol Parti’nin elde ettiği zayıf sonuç, sokakta sosyal bölünmeye, silahlanmaya ve sosyal olmayan iklim politikalarına karşı direnişi daha önemli hale getiriyor. Sol Parti, parlamentoda ve sokakta sosyal hareketin yanındadır ve sosyal adalet ile barışı savunmaya devam edecek. Yenilginin sonucu olarak barış politikalarından vazgeçip SPD ve Yeşiller’in peşinden sürüklenmek felaket olurdu. Bu aynı zamanda uçuruma giden yol olurdu. Şimdi, sosyal alanlar ve barış konusunda sözde ilerici neoliberallere karşı alternatifler sunan, net tutumlar sergileyen sert bir muhalefet politikasına ihtiyacımız var.