Written by 14:30 ANALİZ / ANALYSEN

Almanya: Bir masalın sonu…

Ahmet Cengiz

Almanya’da siyasal plandaki erozyonun iki ayrı momentinden söz edilebilir. İlki kendini sosyal demokrasinin, sonraki muhafazakar cephenin geçirdiği (ve aslında hala geçirmekte oldukları)1 erozyonda gösterdi. “Sosyal devlet”in tasfiyesi işçi ve emekçilerde; küreselleşme furyasının (AB politikaları da dahil) iç pazardaki etkileri de tekel dışı burjuvazide (köylülükten orta ölçekli kapitaliste kadar) ezber bozdu. Bozdu, çünkü alışagelen yaşam ve çalışma koşulları bu süreçlerde (son 25-30 yılda) temelli değişime uğradı.

Politik partiler düzleminde, birincisinin krizine tepki olarak Sol Parti, ikincisininkine AfD kuruldu. İlki; sosyal çelişkilerin keskinleşmesi ve 2008-9’daki ekonomik krizin geniş toplumsal kesimleri sarsması oranında önce hızla güçlendi, ancak 2010’dan itibaren, hemen arifesinde büyük krizin tahribatını yaşamış işçi ve emekçi kitlelerin olup bitene tepkilerinin yarattığı beklentileri karşılayacak bir politik çizgiyi izleyememesiyle gerilemeye başladı. Sol Parti, Federal Cumhuriyetçi tini (“İnsan’ın özü’nün alemini) hiçbir zaman terk etmedi, tekelci burjuvazinin oluşturup sürekli yeniden ürettiği ideolojik-politik çerçeveyi ne temelli sorguladı ne de dışına çıktı, aksine o bunun muteber bir öznesi olmak istedi. “Demokratik sosyalizm” konsepti bunun ideolojik plandaki açık göstergesiydi. Aslında bu, sırf Sol Parti’ye mahsus bir durum da sayılmazdı. Açıktan kendini komünist gören, fakat “marjinal” olarak damgalanan çevreler dışta tutulduğunda, Almanya’daki sol ve ilerici güçler genel olarak Alman burjuvazisinin dünya görüşünden kopmuş değiller. Saflarında; Yeni-Kantçılık, olguculuk, tarihi ahlaki kriterler temelinde değerlendirme, sosyalizmi farklı tasarımlanması gereken bir proje olarak görme yaygındır. Ayrıca işçi sınıfına yabancılaşmış olup sivil toplumcudur. İşçi sınıfının tarihi yenilgisinin ardından tekelci burjuvazinin başlattığı büyük taarruzun hızla keskinleştirdiği sosyal çelişkilerin talep ettiği ve emekçilerin sınıfsal çıkarlarını esas alan bir siyasal mücadele çizgisi, sol ve ilerici çevrelerde hakim olan bu anlayışın kendisini temelden sorgulayıp aşmadan oluşturulamazdı. Oluşturulamadı da nitekim. Sözü edilen siyasal mücadele çizgisi ve ona karşılık gelen politik bir örgütün etkin anlamda yokluğu, hem sendika bürokrasisinin (dolaylı olarak da sosyal demokrasinin) işçi hareketindeki etkisinin sosyal çelişkilerin keskinleşmesine rağmen kırılamamasını beraberinde getirdi, hem de bu arada kurulan ve çarpıcı bir biçimde Sol Parti ile ters orantılı bir gelişme grafiği sergileyen AfD’ye işçiler arasında da etki kurma olanağını sağladı.

Başlangıçta burjuvazinin tekel – tekel dışı kesimlerinin çıkarlarının ayrışmasının bir ürünü olarak kurulan AfD’nin 2013’ten beri kaydettiği ilerleme anlamlıdır. Merkel’in, tekelci burjuvazinin desteğiyle, muhafazakarlığın krizini, CDU’yu bir yönüyle “sosyal demokratlaştırma”, diğer yönüyle “liberalleştirme” üzerinden aşma çabaları, geçici bir süre etkili olsa da, arzulanan başarıyı sağlayamadığı gibi ters de tepti. AfD hem bu krizden (örneğin Doğu Almanya’da şimdi AfDnin kalesi sayılan yerler, öncesinde CDUnun kalesiydi!) hem de Sol Parti’nin kifayetsizliğinden faydalandı. Sol Parti’nin, siyasetiyle kapsadığı toplumsal kesimler daralırken, AfD’ninki aksine genişledi. Ve AfD süreç içerisinde “halkçı”laştı!2

Bu grafik, tekelci burjuvazinin geniş toplumsal kesimler üzerinde kurduğu baskı ve dayatmalarının ve bunların koşulladığı umumi hoşnutsuzluğun genişliği hakkında bir fikir vermektedir. AfD’nin savunduğu çizgi, tekelci burjuvazinin, özelde de ihracat sanayisinin temsilcilerinin çıkarlarına aykırı olduğu ortadadır. Bunu ilgili çevreler zaten pek çok kez kamuoyuna açıkladılar da. Dolayısıyla bu partinin kitle desteğinin artmasını istememektedirler.3 Genelde ve fakat sol ve ilerici kamuoyunda da AfD, parti içindeki Neo-nazi ve ırkçı kanadın giderek güçlenmesi üzerinden tartışma konusu edilmektedir. Bu, kuşkusuz ciddiye alınması gereken bir gelişmedir. Fakat şu aşamada asıl önem arz eden husus, AfD’nin çeşitli toplumsal kesimler içindeki genel hoşnutsuzluğun buluştuğu bir adres olmasıdır. Üstelik bu buluşma, AfD içinde sözü edilen faşist kanadın etkisinin büyümesinin bilinmesine rağmen gerçekleşmektedir. Bu bakımdan AfD; Almanya’daki ekonomik ve siyasi durum karşısında duyulan genel tepkinin, hayal kırıklıklarının, yıkılan düşlerin ve artan endişelerin politik bir projeksiyonudur. Çünkü o, bu projeksiyon için verili bilinç düzeyini tatmin ve teyit eden hedefler göstermekte; mülteciler, yabancılaşma, küreselleşme, elitler vb. Böylece, Federal Cumhuriyetçi tinin yeryüzüne indirilişinin yol açtığı hayal kırıklarını ya da büyüttüğü endişeleri hisseden “hoşnutsuzlar kitlesi”, AfD’de, tam da hakim anlatıya aykırı bir içerikte, yani kozmopolitçiliğe karşı milliyetçiliği göğe çıkaran bir ruhta teselli bulmaktadır. AfD’nin programının bugünün Avrupası ve Almanya’sında, en azından öngörülebilir bir süre zarfında, gerçekleşme ihtimalinin çok zayıf olduğu ortadadır. Neo-Nazilerin ama bu ihtimali Avrupa ve Almanya’da büyütmek için çalıştıklarını belirtmeye gerek yok.

Muhalefet cephesinde en son gelişme, hem Sol Parti’nin hem de AfD’nin çeşitli nedenlerle kapatmaya gücü yetmediği siyasi boşluğu doldurmak üzere kuruluşunu ilan eden “Sahra Wagenknecht – Us ve Adalet İçin” partisinin (BSW) kurulmasıydı. Sol Parti’den ayrılan belirli sayıdaki milletvekili ve üyelerin inisiyatifiyle kurulan bu yeni partiyi burada genişçe ele alamayız. Bu partinin iddiası, gerek sosyal demokrasinin, gerekse muhafazakarlığın krizi üzerine kurulan partilerin (Sol Parti ve AfD) derde deva olamadıkları veya olmadıklarıdır. Çizgisini “sosyal-muhafazakar” olarak tanımlaması da bu bakımdan tesadüf değildir. Programı ve pratiği belli olduğunda daha somut bir değerlendirme yapılabilir (örneğin işçisinden orta ölçekli işletmenin sahibine kadar geniş bir toplumsal yelpazeye seslenirken, tekelci burjuvazinin çıkarları karşısında nasıl bir pozisyon alacak?). Ancak şu kadarı belli ki, bu parti orta yolcu bir hatta ilerlemeyi öngörüyor. Bir yönüyle pragmatist gerçekçi4 diğer yönüyle romantik5. Nasıl tanımlanacağından -ister gerçekçi romantizm, isterse romantik gerçekçilik- bağımsız olarak, görünen o ki, bu partinin kısa vadede AfD’nin yükselişini belirli sınırlar içerisinde sekteye uğratması ihtimali, arayış içinde olan çeşitli ilerici kesimleri yeni bir masalın peşine sürüklemesi pahasına olacaktır…

***

Alman emperyalizminin “büyük sınai modernleşmeyi” gerçekleştirmek ve mevcut askeri-sınai kompleksini derinlemesine ve genişlemesine büyütmek için gerekli mali ve teknolojik imkanlara sahip olduğu ortadadır. Fakta asıl sorun bu değil. Mesele, bu yeniden mevzilenmeyi; sınıflar arasındaki verili güçler dengesini6 sarsmadan, yani tekelci burjuvazinin pervasız7 dayatmalarına karşı toplumsal bir hareketi kışkırtmadan yapabilmek, dolayısıyla politik istikrarsızlıklarla zaman kaybetmeden yol alabilmektir. Dünyadaki politik ve ekonomik değişimlerin Almanya’nın yeniden mevzilenme hazırlıklarının düzeyine kıyasla daha hızlı yaşandığı ve Alman emperyalizmi açısından yeniden bir zaman sorununun belirdiği görülmektedir.

Günümüz Alman emperyalizmi, şimdiye kadarki uluslararası düzenin fiilen ortadan kalkmasıyla korunağını terk etmeye zorlanılan ve ama aynı zamanda terk etmekte zorlanan bir güçtür. Hem zaman kaybetmiş hem de toplumun emekçi sınıflarının sırtına aşırı yük bindirmiş olarak çok yönlü hamle zorunluluklarıyla yüz yüze gelen, fakat öte yandan bugüne kadarki konforlu pozisyonunu terk etmeden de emperyalist amaçlarına ulaşamayacağı gerçeğini gün be gün deneyimleyen bir güçtür.

Alman tekelci burjuvazisi, yakın zamana kadar gelişimini mümkün kılan hegemonyasının saç ayaklarının aşındığını görüyor. Yeniden mevzilenmeyi acilleştiren bu aşınmalar, kuşkusuz saçlarının her bir ayağında aynı düzeyde değildir, öte taraftan uluslararası pazar payı ve teknoloji rekabeti gibi bazıları kontrolünün dışındadır. Bunlar arasında ama, en büyük kozu, Alman işçi hareketinin, tabiri caizse, geleneksel zaafının sürmesidir, yani sermayeyle kader birliğine mahkum olduğu sanısı ve bunun başta çekirdek sanayide hala güçlü olan sendika bürokrasisi tarafından başarıyla canlı tutulmasıdır.8 Elbette yeniden mevzilenme süreci, bu kozun da aşınmasını hızlandıracaktır. Çünkü hegemonyanın çerçevesindeki, verili çelişkileri de keskinleştirecek değişimler (burjuva demokrasisinin daha fazla güdükleşmesi, militarizmin güçlenmesi, refahın daha da gerilemesi vb.), bu kozun etkisini de zayıflatacaktır. Yine de, bunun bir anlam ifade edebilmesi ve içerdiği olanakların devrimci anlamda kullanılması, başka şeylerin yanı sıra, başta ileri işçi ve sendikacılar olmak üzere sol ve ilerici çevrelerdeki ideolojik kafa karışıklıkların aşılmasını şart koşmaktadır.

Önümüzdeki süreç bu bakımdan şimdiye kadar olduğundan çok daha fazla talepkar olacaktır, çünkü gerek politik gerekse sosyal çelişkiler tekelci burjuvazi tarafından gündeme getirilen hamleler itibarıyla artacaktır. Alman tekelci burjuvazisi, zamanın acilleştirdiği hamlelerle, hamlelerin ihtiyaç duyduğu zaman arasındaki örtüşmeme halinin, rahat, istikrarlı ve planlı bir gidişatı vaat etmediğini bilerek hareket etmektedir. Alman işçi sınıfıysa, bu örtüşmeme halinden kendine fatura edilecek olanları geri püskürtecek ve tekelci burjuvazinin hiç de küçük olmayan açmazlarını başarıyla değerlendirecek bir mücadele çizgisi ve örgütünden henüz yoksun. Bu, elbette değişmeyecek bir durum değil. Değişeceği şimdiden kesin olan ise, işçi sınıfı saflarında önümüzdeki çetin süreçten daha aydınlanmış olarak çıkanların, burjuvazinin değil kendi sınıfının ruhuyla hareket edecek olanların sayısının şimdi olduğundan daha büyük olacağıdır.

(Not: Bu yazının tamamı Teori ve Eylem derginde yayınlandı)

1 İç istihbarattan sorumlu F. Anayasa Koruma Dairesi’nin eski başkanı olan ve aşırı sağa göz kırpan açıklamalarıyla dikkat çeken H. G. Maassen, geçtiğimiz gün CDU’dan ayrılarak Değerler Birliği adında bir parti kurdu.

2 “Halkçı”laşma burada hem nasyonal sosyalizmden esinlenerek etnik olarak Alman olmayanları “yabancı” olarak halktan dışlayan içeriğiyle (völkisch!), hem de daha geniş toplumsal kesimler açısından seçilebilir olma anlamında kullanılmaktadır.

3 Tekelci burjuvazinin temsilcileri, AfDye olan seçmen eğilimini yeniden mevzilenme adımları açısından kırılması gerektiğini düşünüyorlar. Buna hizmet edecek gelişmeleri de destekliyor. Örneğin son günlerde Almanya çapında milyonların katıldığı AfD karşıtı eylemler düzenlendi. Anti-faşist bir sağduyuyla ortaya çıkan bu eylemler, kısa sürede başta hükümet partileri olmak üzere burjuvazinin çeşitli kesimlerince yedeklenmeye çalışıldı. En son otomobil tekeli VW’nin merkezinin bulunduğu Wolfsburg’daki AfD karşıtı mitinge VW de çağrı yaptı, çok sayıda VW işçisinin katıldığı mitingde VW Yönetim Kurulu Başkanı da bir konuşma yaptı!

4 Örneğin Ukrayna savaşının diplomatik yolla çözülmesi, yaptırımların Rusya değil Almanya ekonomisini vurduğu, doğal gazın doğrudan Rusya’dan alınması gerektiği gibi. Bu gerçekçilik ama ulusalcı bir perspektife dayanıyor.

5 Bugünün sertleşen dünya koşullarında Willy Brandt döneminin dış politikasını izlemek gibi.

6 Unutmayalım ki Almanya’nın bir özelliği de, tekelci burjuvazi ile işçi sınıfı arasında 1981/91 dönemecinde işçi sınıfının tarihi yenilgisi üzerine oluşan sınıflar arası güçler dengesini başarıyla muhafaza eden ülkelerin başında gelmesidir.

7 Alman ekonomisi büyümezken, tekeller muazzam kar artışları kaydediyorlar. Çarpıcı olan ama, büyüyen birikimlerinin görece az bir kısmını yeniden üretime yatırmalarıdır. Artan karlar özellikle son iki yılda büyüyen bir oranda temettü olarak hissedarlara dağıtılıyor ya da kendi şirket hisselerini geri satın alıyorlar (aynı andaysa örneğin otomobil tekelleri, elektrik araçlarda güçlenmek için devletten kaynak talep ediyorlar!). Alman ekonomisi küçülürken, borsasında rekorlar kırılması bir tesadüf değil.

8 Özellikle çekirdek sanayideki sendika bürokrasisi Alman sermayesine hizmet eden kampanyalar düzenliyor. Enerji fiyatlarının düşürülmesi, silah sanayisinin korunması vb. gerekçelerle üyelerini seferber ediyor. Bu yaklaşımının işçilerin çıkarına olduğunu savunuyor. Başta bu sav olmak üzere, Alman işçi hareketinin genel durumunu ayrı bir yazıda değerlendirmek gerekiyor.

Close