YÜCEL ÖZDEMİR
Almanya, bir hafta önce bugün 26 yaşında, Suriye’den gelen bir mültecinin Solingen’de düzenlediği bıçaklı saldırıda üç kişinin hayatını kaybetmesi, sekiz kişinin yaralanmasını tartışmaya devam ediyor. Saldırganın neden sınır dışı edilemediği, katliamı gerçekten IŞİD’in emriyle mi yoksa tek başına mı yaptığı sorgulanıyor. Hükümet ve muhalefet partileri tam bir koro halinde mülteciler ve göçmenlere karşı açıklamalar yapıyor. Alman Anayasası’nın 16a. maddesiyle güvence altına alınan “Siyasi nedenlerle takibat altında olanlara iltica hakkı” yok edilmek isteniyor. Daha önce tek cümleden ibaret bir maddeye yapılan dört ekle zaten sınırlandırılan iltica hakkının neredeyse tamamen kaldırılması isteniyor.
Örneğin ana muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) Partisi Genel Başkanı Friedrich Merz, açık bir şekilde Afganistan ve Suriye’den mülteci alımının durdurulması çağrısında bulundu. Saldırıları düzenleyenlerin bu ülkelerden gelen radikal dinci teröristler olması, Taliban rejiminden kaçan kadınların yüzüne kapının kapatılmasına vesile ediliyor.
Sapla samanı karıştırmak tam da bu olsa gerek.
Halka karşı terör saldırısı düzenleyenlerle savaş mağduru masum insanları birbirinden ayırmak yerine, genellemeler yapılarak neredeyse İslam ülkelerinden gelen bütün göçmenler suçlu ya da potansiyel terörist olarak ilan ediliyor. Teröristle savaşların mağduru sivilleri ayırma görevi toplumun değil, güvenlik birimleri ve yargının işi olmalı. Bunun gereği yapılamadığı için basit genellemeci çözümlerle suçlamalar yapılıyor.
Daha önce bu türden genellemeci demagojik söyleme asıl olarak aşırı sağcı, faşist, ırkçı parti ve örgütler sarılıyordu. Bir süredir bu söylem artık diğer düzen partilerinin de temel yaklaşımı haline geldi. Aşırı sağ ve ırkçı partilerle yarış halinde olan bu partiler, onların söylem ve eylemlerini devralarak aslında en çok aşırı sağcı partileri güçlendirdiler. Bu nedenle Avrupa genelinde göç, sığınma, güvenlik gibi konularda aşırı sağın söylemleriyle mücadele yerine onlarla yarış; aşırı sağın fikir üstünlüğüyle sonuçlandı.
Kıta genelinde son yıllarda aşırı sağın yükselişinin önemli nedenlerinden birisi bu. Sahtesi yerine orijinalini tercih etme her zaman “çözüm” için en kestirme yol olmuştur.
Pazar günü Saksonya ve Thüringen eyaletlerinde yapılacak parlamento seçimleri tam bu tartışmaların ortasında gerçekleşecek. Her iki eyalette de mülteciler ve İslam düşmanlığı üzerinden son yıllarda oylarını artıran Almanya için Alternatif (AfD) partisi birinci ya da ikinci görünüyor. Oyu yüzde 30 civarında. Her iki eyalette de göçmen ve mülteci oranı Almanya genelindeki ortalamanın çok altında olduğu halde, düşmanlık propagandası adeta zirvede. Artan sosyal sorunlar, derinleşen yoksulluk, gelecek korkusu ve endişesi daha önce de Doğu Almanya’da kendisini hissettiriyordu. Ancak, son 4-5 yıl içinde Ukrayna savaşının da etkisiyle bu durum daha da büyüdü. Bu nedenle göçmen ve mülteci düşmanlığının genellemeler üzerinden karşılık bulmasının maddi koşulları öncesinde göre çok daha fazla.
Bu son terör saldırısından bağımsız olarak, durum zaten böyleydi.
Zira güncel ve tarihsel nedenlerden ötürü Doğu Almanya’daki eyaletlerde, Der Spiegel dergisinin bu haftaki başyazısında da ifade edildiği gibi, “farklı bir politik kültür” oluşmuş durumda. Batı Almanya merkezli geleneksel düzen partilerine tepki iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana kendisini hep hissettirdi.
Pazar günkü seçimlerde bu bir kez daha tekrarlanacak. Thüringen’de 1.6 milyon, Saksonya’da 3.2 milyon seçmen var. Seçimlere katılım oranı genellikle yüzde 60-70 arasında olduğundan anketler şimdiden sandık başına gideceklerin yarısının geleneksel düzen partilerine oy vermeyeceğini ifade ediyor. Özellikle hükümet partileri SPD, Yeşiller ve FDP can çekişiyor ve yüzde 5 barajını geçmenin mücadelesini veriyorlar.
Bölgenin yükselen iki partisi var: AfD ve Bündnis Sahra Wagenknecht (BSW). İkisinin toplam oyu yüzde 50’yi buluyor. Ukrayna savaşı ve mülteciler konusunda birbirinden çok da farklı şeyler söylemeyen, birisi ırkçı diğeri sol-ulusalcı çizgide duran bu partilerin Doğu Almanya’daki eyaletlerde kurulacak hükümetlerde kilit konumda olacağı bugünden açık. Muhafazakar CDU şimdilik AfD ile koalisyon ortaklığına kapıyı kapatmış görünüyor. Sol Parti ve BSW ile ortaklığa sola düşmanlık geleneği nedeniyle çok gönüllü değil.
Her iki eyalette sandıktan çıkacak sonuçlar Almanya’nın geleneksel siyaset ezberini kısmen bozacak gibi görünüyor. Birbirine benzemeyen partiler koalisyonlar kurup birlikte çalışmaya mı başlayacaklar yoksa belirsizlik dönemine mi girilecek… Junge Welt gazetesi oluşacak tabloyu dün “çifte kriz seçimi” olarak tanımladı. Krizlerden birisi hükümet oluşturmayla ilgili iken diğeri de AfD’nin eyalet parlamentolarında üçte biri aşacak bir çoğunluğu aşması durumunda meclislerin çalışmasını engellemesi. Parlamentoların feshedilerek yeniden seçime gitme, meclis başkanını seçme, anayasayı değiştirme, anayasa mahkemesine hakim atama gibi uygulamalar için üçte ikilik çoğunluğu gerekiyor.
Her iki eyaletteki tablo aynı zamanda önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerden çıkacak sonuçların da ön habercisi. Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Almanya’da ekonomik, sosyal gelişmeler eski siyası dengeleri değiştiriyor. Bu nedenle pazar günkü seçimler, yerel bir tercihin ötesinde, Almanya ve Avrupa genelinde yükselen aşırı sağla mücadele konusunda kritik bir öneme sahip.