Written by 13:39 DÜNYA

Verilen sinyal sınır dışı etme

German Foreign Policy

AB İçişleri Bakanları toplantısı öncesinde AB’nin mülteci savunmasına ilişkin son planlarına karşı protestolar büyüyor. Brüksel ve Berlin beyaz ve beyaz olmayan mülteciler arasında fiili bir ayrım yapmaya devam ediyor.
AB içişleri bakanlarının bugünkü toplantısı öncesinde AB’nin mülteci savunmasına yönelik son planlarına karşı güçlü protestolar artıyor. Lüksemburg’da yapılan toplantıda bakanlar, diğer hususların yanı sıra, sınır prosedürlerinin kapsamlı bir şekilde uygulamaya konulması, mültecilerin AB’nin dış sınırlarında tutulması ve sözde güvenli üçüncü ülkelerin genişletilmesi konularında karar vermek istiyor. Aralarında bir dizi insan hakları örgütü, Protestan bölge kiliseleri ve sosyal yardım kuruluşlarının da bulunduğu 50’den fazla dernek tarafından imzalanan çağrıya göre bu tedbirler „hukuk devletinin temellerini sarsmaktadır“. Bu tedbirler, Avrupa ülkelerinin Ukraynalı mültecileri kabul ederek savaş mağdurlarına insanca muamele edebileceklerini kanıtladıkları bir dönemde alınacaktır – ancak sadece beyaz Avrupalılar söz konusu olduğunda: AB’nin Ukrayna’dan gelen savaş mültecilerini kabul ederken Sudan’dan gelenleri kabul etmemesi Avrupa dışında da yakından takip edilmektedir. Beyaz olmayan mültecilerin AB’ye sığınma şansı azalırken, Alman hükümeti düşük ücretli işleri doldurmak için Brezilya’da hasta bakıcılık personeli getirmeyi planlıyor.
AB içişleri bakanlarının yarın Lüksemburg’da yapacakları toplantıda kabul etmeyi planladıkları Ortak Avrupa Sığınma Sistemi (CEAS) planları, mülteci ve insan hakları örgütleri tarafından akut sıkıntı içindeki insanların kapsamlı bir şekilde haklarından mahrum bırakılması olarak sınıflandırılıyor. Sınır prosedürleri olarak adlandırılan bu prosedürlerde başlangıçta hiçbir sığınma başvurusunun incelenmemesi, sadece böyle bir başvurunun yapılıp yapılamayacağının incelenmesi öngörülüyor. Mültecinin güvenli üçüncü ülke olarak adlandırılan bir ülkeden giriş yapmış olması halinde bu başvuru ilke olarak reddedilebilecek; hangi ülkelerin güvenli üçüncü ülke olarak kabul edilebileceğine ilişkin kriterler yumuşatıldı. Bu da savaş mültecilerinin örneğin Türkiye’ye her an sınır dışı edilebileceği anlamına geliyor. Ruanda gibi uzak bir ülkeye sınır dışı edilmeleri de mümkün. Hukuki yardım gelecekte – eğer varsa – sınırlı ölçüde sağlanacak ve yasal işlemler de azaltılacak,  bunun aracı, sınır işlemlerinin girişten önce, yani işlemi düzenleyen devletin topraklarının ötesinde gerçekleştirileceği kurgusu. Mültecilerin sınır prosedürü süresince yolculuklarına devam etmeleri engellenebilir, yani fiilen kamplara kapatılabilirler.
Plan Federal Cumhuriyet’te nadiren geniş çaplı protestolarla karşılanıyor. Aralarında çok sayıda insan hakları ve mülteci örgütü, bazı Protestan bölge kiliseleri, Diakonie, Alman Caritas Derneği ve diğer çeşitli derneklerin de bulunduğu 50’den fazla dernek, planlanan tedbirlerin mevcut „Avrupa temel ve insan haklarını değersizleştirme eğilimini“ yansıttığını ve „anayasal devletin temellerini“ sarstığını; federal hükümetin bunları kabul etmemesi gerektiğini belirten bir çağrıyı imzaladı. Açık bir mektupta yaklaşık 700 avukat, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin AB projesini desteklemesi halinde „mültecilerin Almanya’da dışlanmasını, gözaltına alınmasını ve sınır dışı edilmesini alamet-i farikası haline getireceği“ uyarısında bulunuyor. Bu arada öfke o kadar büyük ki, seçmen kitlesi söz konusu kuruluşlarda orantısız bir şekilde temsil edilen Bündnis 90/Die Grünen (Birlik 90/Yeşiller) hükümetinin üyeleri, zararı sınırlamak için en azından reşit olmayanların ve çocuklu ailelerin sınır prosedürlerinden ve kamplarda alıkonulmaktan muaf tutulmasını talep ediyor.Ancak projenin tamamından vazgeçilmesi söz konusu değil.
Bu tedbirler, Ukraynalı mültecilerin AB’de kabul edilmesinin, Avrupa’nın bile kaçmak zorunda kalan insanlara -en azından beyaz mülteciler söz konusu olduğunda- yarı yarıya iyi muamele edebildiğini gösterdiği bir zamanda alınıyor: Ukrayna’ya eğitim için gelen ve savaştan kaçmak zorunda kalan Afrika ülkelerinin beyaz olmayan vatandaşları Almanya’da korumadan yararlanamamakta ve doğrudan sınır dışı edilmekle tehdit edilmekte. AB’nin ve aynı zamanda Almanya’nın beyaz ve beyaz olmayan mülteciler arasında yaptığı ayrım, Avrupa’nın ötesinde – özellikle de Avrupalı olmayan mültecilerin menşe ülkelerinde – yakından kaydedilmekte ve yaygın olarak açıkça ırkçı bir uygulama olarak sınıflandırılmakta. Örneğin şu anda, Ukrayna’dan gelen savaş mültecilerinin aksine Sudan’dan gelenlerin Avrupa’ya sığınamaması protestolarla karşılanmakta. Güney Afrikalı bir yorumcunun belirttiği gibi, bu kişilerden bazıları Avrupa’ya kaçmak isteselerdi, muhtemelen Akdeniz’deki tehlikeli rotayı takip zorunda kalacaklardı. Bu durum, „Sudanlı sığınmacıları Avrupa’ya sığınmaktan mahrum bırakıyor … çünkü onlar Ukraynalılar gibi çatışmanın ‚medeni‘ (yani ‚beyaz‘) kurbanları değiller.
AB, istenmeyen Avrupalı olmayanları Avrupa’dan uzak tutmak için uluslararası hukuk standartlarını yerle bir ederken, Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (Bündnis 90/Die Grünen) ve Çalışma Bakanı Hubertus Heil (SPD), Almanya’da geleneksel olarak düşük ücretli olan ancak bu ülkede yeterli sayıda insanın gönüllü olarak yapmadığı işler için iyi eğitimli işçiler bulmak üzere  Brezilya’yı geziyor. Dolayısıyla bakım sektöründeki beş haneli sayıdaki iş daha şimdiden doldurulmamış durumda. Kısa bir süre önce danışmanlık şirketi PwC, 2035 yılına kadar Almanya’da sadece sağlık sektöründe 1,8 milyon işçi açığı olabileceği uyarısında bulundu. Tahminlere göre bugün Federal Cumhuriyet’te 300.000 ila 600.000 kişi, çoğu Doğu ve Güneydoğu Avrupa’dan gelen, çoğunlukla düşük ücretli, genellikle ıssız çalışma koşullarında 24 saat bakıcı olarak çalışıyor.  Aynı şekilde, Almanya’da halihazırda yurtdışından gelen 60.000 doktor çalışmakta – toplam 421.000 doktor içinde bu oran yüzde 14’tür. Baerbock ve Heil şimdi Brezilya’dan Almanya’ya daha fazla bakım personeli getirmek istiyor; aslında Federal Cumhuriyet’teki kötü ücretlerin Brezilya’daki kötü ücretlerden daha iyi olduğu argümanıyla insanları ikna ediyorlar. Bunun bedelini yoksul insanlar ödüyor.
Sağlık sektöründe kaçak personel çalıştırmanın sonuçları iyi bilinmekte. Örneğin doktorların eğitimi pahalı. Almanya gibi doktorlarını sistematik olarak yurt dışından istihdam eden bir ülke, doktorların eğitimlerini tamamladıkları ülkeler pahasına eğitim maliyetlerinden tasarruf eder. Ayrıca orada doktor açığı da vardır. Bunun bir örneği, yıllarca zengin ülkelere -özellikle de Almanya’ya- göç ederek binlerce doktorunu kaybeden, ancak bu arada ilk karşı önlemleri alan ve şu anda neredeyse 65.000 doktora sahip olan Romanya. Hemşirelerin getirilmesinin ciddi sonuçları var. Halihazırda Gana’da sağlık hizmetleri artık gerektiği ölçüde güvence altında değil çünkü giderek daha fazla personel yurtdışına, Gana örneğinde özellikle İngiltere’ye kaçırılıyor. Uluslararası Hemşireler Konseyi’ne (ICN) göre, şu anda personel kaçakçılığı „altı ya da yedi yüksek gelirli ülke tarafından yürütülmekte“ ve bunlar çoğunlukla yoksul ülkeleri kullanmakta- bu da „hemşirelerini kaybetmeyi“ en az göze alabilecek olanların zararına olmaktadır. Bununla birlikte, bu ülkelerden Avrupa’ya kaçmaya çalışanlar sınırda geri çevrilmektedir – gelecekte yeni sınır prosedürleri ve kampları ile daha da etkin bir şekilde geri çevrilip sınırdışı edilecekler.
Çeviren: Semra Çelik

Close